Hz. Muhammed, Allah'ın Kulu ve Resulüdür
" İyilik , yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. ( Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır." ( Bakara sûresi, âyet 177 )
Uzun bir aradan sonra, "İslam Ahengi" isimli siteme yazı yazmaya başlamış bulunuyorum.. Allah, kolaylıklar ihsan buyursun. Her türlü hurafeden, eklektik şeylerden, çarpıtmadan, şaşırtmadan uzak eylesin!..
Bilindiği ve yaşandığı üzere, millet olarak, zor ve güç dönemeçlerden geçmekteyiz!.. Bunun sebebi de, yıllardan beri arzettiğimiz gibi, dillendirdiğimiz gibi, Resulullah (sav)'i, kulluktan çıkarmalar, onun beşer üstü bir varlık olduğundan, kainatı onun yüzü suyu sebebiyle yaratıldığından dillendirmelerden olduğu gün gibi aşikar hale gelmiştir.
Yüce İslam'ın şartlarını beş, imanın şartlarının altı diye sayılara boğarak, daraltılmış bir İslam öne sürülmüş ve iddia edilmektedir. Bunu fırsat bilen bir kısım uyanıklar, Mehdi ve Mesih geçinenlerde, kendilerini insanüstü varlık olarak lanse ederek, Mehdi olduklarını kitlelerin yüzüne karşı dillendirmişlerdir.
Sözün burasında, çok çok saygı duymuş olduğum, kıymetli hocamız Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu hocamızın yazmış olduğu müthiş bir kitap olan " Ahir Zaman İlmihali" eserinden mevzu ile alakalı bir bölümü konuma alarak devam etmek istiyorum:
".. Kelime-i Şehadet'in son kısmına, " enne Muhammeden Abduhu ve Rasuluh"a gelince, burada da amaç sadece bir tesbitte bulunmak değildir. Hele Rasûlullah'ı övmek, yüceltmek, şahsını kutsallaştırmak, faziletlerini sayıp dökmek, Rasûlullah sevgisinden dem vurmak , şefaatine nail olma peşinde koşmak, ona (sas) bol bol salavat getirmek, onun babalarının, atalarının kız olsun çocuklarının isimlerini, hane halkının, eşlerinin adlarını ezberlemek hiç değildir.
Bu sözün söylenmesindeki amaç, tasavvuf ehlinin yaptığı gibi yerlerin-göklerin, denizlerin, ırmakların, bitkilerin, hayvanların ve insanların, kısacası, her şeyin kendisinden yaratıldığını iddia ettikleri Hakikat-ıı Muhammediyye'den dem vurmak ya da Nur-ı Muhammedi'ye inanmak da değildir, ya da mevlid kandillerini kutlamak da değildir.
Kısacası Hz. Peygamber'in (sas.) şahsını ön plana çıkarıp onun Allah'ın bir kulu olduğunu unutmak, Hz. Ebu Bekir'in " Kim Muhammed'e kulluk ediyor idiyse, bilsin ki o ölmüştür, ama kim Allah'a kulluk ediyor idiyse, yine bilsin ki o ölmeyen diridir" sözünü unutmak değildir.
" Enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh" sözünü söylemekteki gaye bunların hiçbiri değildir, hatta bunların çoğunun dinde yeri bile yoktur. Peki, bu sözün söylenmesi ne anlama gelmektedir? Her şeyden önce bu söz, Hz. Peygamber'in vahiy geleneğinin son halkasını temsil etmesi sebebiyle, artık insanoğluna yeni bir vahiy gelmeyeceği anlamına gelir.
Yeni vahiy gelmeyecek olması ise, insanlığın aklının olgunluğa eriştiği ve aklı sayesinde vahyin kendisine sunduğu gerçekleri anlama, yorumlama ve hayata uygulamaya ehil ve kadir olduğu anlamına gelir.
Bu durumda, aklın yetersizliğini iddia etmek ve buna bağlı olarak rabbani hakikatlerin ancak keşif ve ilham, kalp gözü veya gökten gelecek diğer ilahi yardımlar sayesinde doğrudan idrak edilebileceği iddiası da, insanların akıllarını ipotek altına almaya amaçlayan batıl bir iddiadır, bu ipotek sayesinde onları istismar etme, sömürme ve egemen güçlerin kuklası haline getirme projesinin bir parçasıdır.
İnsanoğlunun artık bugüne kadar gelen vahiylerin ışığında kendi yolunu kendi aklı ile çizmesinin mümkün oluşu, aynı zamanda hurafe, büyü, sihir, fal ve kehanetlere de yer olmadığı anlamına gelir.
Keza bu durum, cahilliğin, okuma-yazma bilmemenin, zannın, taklidin, şüphenin, şaşkınlığın, kararsızlığın sona erdirilmesi anlamına da gelir. Zira, artık akıl, vahyin hakikatleri ışığında gerçeğe ulaşabilir, kesin kararlar verebilir, meseleleri çözebilir, yeni keşiflerde bulunabilir, yeni şeyler icat edebilir ve yaratıcı düşünceyi aktif olarak kullanabilir. " ( Ahir Zaman İlmihali, Prof. Dr. M. H. Kırbaşoğlu, sayfa 34 )
Hakikaten, günümüz dünyasında İslam'ın emirleri, Resulullah (sav)'i tanıma, emirlerini idrak etme durumları daraltılmış, tüm bunların yerine , şunun-bunun sözleri, hikayeleri, ermişlikleri, kerametleri lanse edilmiştir..
Mevlid proğramları da buna dahildir.. Çünkü, o merasimlerde Rasulullah (sav) anlatılmamakta, sadece ve sadece Süleyman Çelebi'nin tahayyülatı ifade edilmekte ve böylece kitlelerde, güzel sesli hocaların savt ve sedaları ile kandırılmaktadır.
Onun içindir ki, günümüz dünyasında, milletimizin başına bela olmuş Feto ve benzeri oluşumlar durup dururken oluşmamış, nice senelerin, zamanların ürünü olarak palazlanmışlardır..
Düşünmeliyiz ki, Feto örgütü, askere sızmış, polisi abluka içerisine almış, Milli Eğitimi dejenere etmiş, hatta, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı bile kendi emel ve arzularına alet etmiştir..
Netice olarak;
Yazımı sonlandırmadan önce şu gerçekleri ifade etmek istiyorum: Tüm bu negatif oluşumlar; bir kaç senenin, vaktin ürünü değildir!..
Bir kere, Osmanlı devleti bir kaç yıl içerisinde çökmemiş, bilakis, uzun asırların birikimi neticesinde, uyuşmuş beyinlerin, kula kulluk yapan serserilerin, asker kaçkınlarının neticesinde tüm düvellerin hücumuna maruz kalmışızdır.
Osmanlı döneminde Şeyh Bedrettin safsataları var idi!.. Selçuklu devrinde Hasan Sabbah'lar bulunmakta ve yığın yığın insan katletmekte idi!.. Bu günde aynısı yaşanmaktadır!..
15 Temmuz 2016 olayları bu mes'elenin canlı şahididir!.. Şeyh Bedrettin ile, Hasan Sabah ile, Feto arasındaki fark nedir? Sanırım bunlar ve benzeri serseriler arasında bir fark bulunmamaktadır.. Hasan Sabbah'da dini kullandı, Şeyh Bedrettin sapığı da dini kullanarak meşhur oldu, Feto da aynısını tatbik ederek, bu gün, CİA'ye alet olmuş durumdadır. Dolayısıyla;
Ülkemiz de, kim kimdir? Hangi cemaat nedir, neye hizmet etmektedir? Gayeleri nedir, amaçları nedir diye araştırılma, soruşturma, arama, tarama zamanı gelmiştir. " Hz. Muhammed için kurban" toplayanların gayeleri de bilinmelidir.. Bu maddi meblağların nereye, hangi kaynağa gitmekte, bunun hesabının yapılması zamanı gelmiştir ve geçmektedir!.. Selam ve dua ile..
Uzun bir aradan sonra, "İslam Ahengi" isimli siteme yazı yazmaya başlamış bulunuyorum.. Allah, kolaylıklar ihsan buyursun. Her türlü hurafeden, eklektik şeylerden, çarpıtmadan, şaşırtmadan uzak eylesin!..
Bilindiği ve yaşandığı üzere, millet olarak, zor ve güç dönemeçlerden geçmekteyiz!.. Bunun sebebi de, yıllardan beri arzettiğimiz gibi, dillendirdiğimiz gibi, Resulullah (sav)'i, kulluktan çıkarmalar, onun beşer üstü bir varlık olduğundan, kainatı onun yüzü suyu sebebiyle yaratıldığından dillendirmelerden olduğu gün gibi aşikar hale gelmiştir.
Yüce İslam'ın şartlarını beş, imanın şartlarının altı diye sayılara boğarak, daraltılmış bir İslam öne sürülmüş ve iddia edilmektedir. Bunu fırsat bilen bir kısım uyanıklar, Mehdi ve Mesih geçinenlerde, kendilerini insanüstü varlık olarak lanse ederek, Mehdi olduklarını kitlelerin yüzüne karşı dillendirmişlerdir.
Sözün burasında, çok çok saygı duymuş olduğum, kıymetli hocamız Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu hocamızın yazmış olduğu müthiş bir kitap olan " Ahir Zaman İlmihali" eserinden mevzu ile alakalı bir bölümü konuma alarak devam etmek istiyorum:
".. Kelime-i Şehadet'in son kısmına, " enne Muhammeden Abduhu ve Rasuluh"a gelince, burada da amaç sadece bir tesbitte bulunmak değildir. Hele Rasûlullah'ı övmek, yüceltmek, şahsını kutsallaştırmak, faziletlerini sayıp dökmek, Rasûlullah sevgisinden dem vurmak , şefaatine nail olma peşinde koşmak, ona (sas) bol bol salavat getirmek, onun babalarının, atalarının kız olsun çocuklarının isimlerini, hane halkının, eşlerinin adlarını ezberlemek hiç değildir.
Bu sözün söylenmesindeki amaç, tasavvuf ehlinin yaptığı gibi yerlerin-göklerin, denizlerin, ırmakların, bitkilerin, hayvanların ve insanların, kısacası, her şeyin kendisinden yaratıldığını iddia ettikleri Hakikat-ıı Muhammediyye'den dem vurmak ya da Nur-ı Muhammedi'ye inanmak da değildir, ya da mevlid kandillerini kutlamak da değildir.
Kısacası Hz. Peygamber'in (sas.) şahsını ön plana çıkarıp onun Allah'ın bir kulu olduğunu unutmak, Hz. Ebu Bekir'in " Kim Muhammed'e kulluk ediyor idiyse, bilsin ki o ölmüştür, ama kim Allah'a kulluk ediyor idiyse, yine bilsin ki o ölmeyen diridir" sözünü unutmak değildir.
" Enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh" sözünü söylemekteki gaye bunların hiçbiri değildir, hatta bunların çoğunun dinde yeri bile yoktur. Peki, bu sözün söylenmesi ne anlama gelmektedir? Her şeyden önce bu söz, Hz. Peygamber'in vahiy geleneğinin son halkasını temsil etmesi sebebiyle, artık insanoğluna yeni bir vahiy gelmeyeceği anlamına gelir.
Yeni vahiy gelmeyecek olması ise, insanlığın aklının olgunluğa eriştiği ve aklı sayesinde vahyin kendisine sunduğu gerçekleri anlama, yorumlama ve hayata uygulamaya ehil ve kadir olduğu anlamına gelir.
Bu durumda, aklın yetersizliğini iddia etmek ve buna bağlı olarak rabbani hakikatlerin ancak keşif ve ilham, kalp gözü veya gökten gelecek diğer ilahi yardımlar sayesinde doğrudan idrak edilebileceği iddiası da, insanların akıllarını ipotek altına almaya amaçlayan batıl bir iddiadır, bu ipotek sayesinde onları istismar etme, sömürme ve egemen güçlerin kuklası haline getirme projesinin bir parçasıdır.
İnsanoğlunun artık bugüne kadar gelen vahiylerin ışığında kendi yolunu kendi aklı ile çizmesinin mümkün oluşu, aynı zamanda hurafe, büyü, sihir, fal ve kehanetlere de yer olmadığı anlamına gelir.
Keza bu durum, cahilliğin, okuma-yazma bilmemenin, zannın, taklidin, şüphenin, şaşkınlığın, kararsızlığın sona erdirilmesi anlamına da gelir. Zira, artık akıl, vahyin hakikatleri ışığında gerçeğe ulaşabilir, kesin kararlar verebilir, meseleleri çözebilir, yeni keşiflerde bulunabilir, yeni şeyler icat edebilir ve yaratıcı düşünceyi aktif olarak kullanabilir. " ( Ahir Zaman İlmihali, Prof. Dr. M. H. Kırbaşoğlu, sayfa 34 )
Hakikaten, günümüz dünyasında İslam'ın emirleri, Resulullah (sav)'i tanıma, emirlerini idrak etme durumları daraltılmış, tüm bunların yerine , şunun-bunun sözleri, hikayeleri, ermişlikleri, kerametleri lanse edilmiştir..
Mevlid proğramları da buna dahildir.. Çünkü, o merasimlerde Rasulullah (sav) anlatılmamakta, sadece ve sadece Süleyman Çelebi'nin tahayyülatı ifade edilmekte ve böylece kitlelerde, güzel sesli hocaların savt ve sedaları ile kandırılmaktadır.
Onun içindir ki, günümüz dünyasında, milletimizin başına bela olmuş Feto ve benzeri oluşumlar durup dururken oluşmamış, nice senelerin, zamanların ürünü olarak palazlanmışlardır..
Düşünmeliyiz ki, Feto örgütü, askere sızmış, polisi abluka içerisine almış, Milli Eğitimi dejenere etmiş, hatta, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı bile kendi emel ve arzularına alet etmiştir..
Netice olarak;
Yazımı sonlandırmadan önce şu gerçekleri ifade etmek istiyorum: Tüm bu negatif oluşumlar; bir kaç senenin, vaktin ürünü değildir!..
Bir kere, Osmanlı devleti bir kaç yıl içerisinde çökmemiş, bilakis, uzun asırların birikimi neticesinde, uyuşmuş beyinlerin, kula kulluk yapan serserilerin, asker kaçkınlarının neticesinde tüm düvellerin hücumuna maruz kalmışızdır.
Osmanlı döneminde Şeyh Bedrettin safsataları var idi!.. Selçuklu devrinde Hasan Sabbah'lar bulunmakta ve yığın yığın insan katletmekte idi!.. Bu günde aynısı yaşanmaktadır!..
15 Temmuz 2016 olayları bu mes'elenin canlı şahididir!.. Şeyh Bedrettin ile, Hasan Sabah ile, Feto arasındaki fark nedir? Sanırım bunlar ve benzeri serseriler arasında bir fark bulunmamaktadır.. Hasan Sabbah'da dini kullandı, Şeyh Bedrettin sapığı da dini kullanarak meşhur oldu, Feto da aynısını tatbik ederek, bu gün, CİA'ye alet olmuş durumdadır. Dolayısıyla;
Ülkemiz de, kim kimdir? Hangi cemaat nedir, neye hizmet etmektedir? Gayeleri nedir, amaçları nedir diye araştırılma, soruşturma, arama, tarama zamanı gelmiştir. " Hz. Muhammed için kurban" toplayanların gayeleri de bilinmelidir.. Bu maddi meblağların nereye, hangi kaynağa gitmekte, bunun hesabının yapılması zamanı gelmiştir ve geçmektedir!.. Selam ve dua ile..