Kategori: "Hz. Muhammed (sav)"

Hz. Muhammed (sav) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in evini Tourwirst adlı bir program 3 boyutlu olarak (3d)  olarak görme imkanı sunuyor. Daha önce Suudi Arabistan yönetimi tarafından kütüphaneye çevrilen Hz. Muhammed'in yaşadığı ev, tekrar aslına uygun olarak restore edilmiş ve dileyenlerin ziyareti için istifadelerine sunulmuştu. Hz. Muhammed'in evinin içinde bulunan mütevazı detaylar ise gerçekten bolluk içinde yaşayan müslümanlar için bugün bile bir nasihat niteliği taşıyor.

Yukarıda bulunan uygulamayla Peygamber Efendimizin evini 3 boyutlu (3d) olarak gezebilir, Peygamberimizin Eşyaları ve Peygamberimizin Evi hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Peygamber Efendimizin Evi Tam Olarak Nerede ?

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in doğduğu ev Mekke'de bulunmaktadır. Hicretten sonra Medinede de yaşamış olan peygamberimizin orada da bir evi bulunmaktadır. Mekkedeki evinin tam olarak yeriyse şu şekildedir. Hz. Muhammed'in kabe'ye girerken kullandığı kapı olan Kabe-i Muazzama’nın Bab'üs-Selam kapısı tarafında Şib-i Ebu caddesindedir.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in Evinin Eski ve Yeni Hali

Peygamberimizin evinin eski haliyle ilgili görseller yok denecek derece az bulunmakta. Aşağıda mevcut olan kaynaklardaki fotoğraflara ulaşabilirsiniz.

Peygamber Efendimizin Evinin (Mevlid Evi) Restore Edilmiş Hali

Peygamber Efendimizin Evinin (Mevlid Evi) Restore Edilmiş Hali 

Kabe-i Muazzama'nın Yanında Bulunan Peygamber Efendimizin Evi

Kabe-i Muazzama'nın Yanında Bulunan Peygamber Efendimizin Evi

 Hz. Muhammed'in doğduğu evin eski bir fotoğrafı

Hz. Muhammed'in doğduğu evin eski bir fotoğrafı

Peygamberimizin evinin restore edilmeden önceki halinin en eski fotoğraflarından biri

Peygamberimizin evinin restore edilmeden önceki halinin en eski fotoğraflarından biri




hurma,üzüm,zeytin,bal,çörek otu,süt,incir
Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de insanların istifadesine sunulmuş binlerce çeşit nimetlerden örnekler verilmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav) tarafından rivayet edildiği bildirilen bazı Hadis-i Şeriflerde bu nimetlerin insan sağlığına faydalarını ve sağlıklı yaşam önerilerinden öğütler bulunmaktadır. Bu yazımızda sizler için Kuranda ve Hadislerde adı geçen yiyecekler ve bunların insan vücuduna yararlarını geniş bir şekilde ele alacağız.

"İşte insan yemeğine baksın. Biz, suyu nasıl akıttıkça akıttık. Sonra yeri öyle bir yarışla yardık ki. Böylece orada taneler yetiştirdik. Ve üzümler ve yoncalar. Ve zeytinler ve hurmalar. Ve ağaçları iç içe olmuş (dalları birbirine girmiş) bahçeler. Ve meyveler ve mer'alar (otlaklar). Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için)." [Abese Suresi 24-32. Ayetler]

İlk olarak Abese Suresi'nin bu ayetlerinde bulunan üzüm, zeytin ve hurmayı detaylıca inceleyelim. Kuranda adı geçen Hurma, Üzüm ve Zeytin için hadisler eşliğinde sağlık açısından faydalarını açıklamaya başlayalım. Daha sonra yine Kuran'da adı geçen diğer yiyecekler; Bal, Süt, Çörek otu ve İnciri de inceleyeceğiz.

HURMA

hurma
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in en sevdiği meyvelerden biri olan Hurma, insan vücudunda pankreas bezinde insülinin düzenli olarak sağlanmasına yardımcı olur ve böylece kanda bulunan şeker miktarını dengeler. Ayrıca hamile kadınlarda doğumun gerçekleşmesine yardımcı olur. Bu durum Kuranda Meryem Suresinde şöyle belirtilmiştir;

Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: “Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.” Altından (bir ses) ona seslendi: “Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır.” Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.” Artık, ye, iç, gözün aydın olsun… (Meryem Suresi, 23-26)

Hurma içerdiği yüksek miktarda şeker oranıyla insan vücuduna dirayet ve enerji açısından büyük fayda sağlar. Hamile kadınların doğum öncesi şekerli ve enerji verici gıdalar tüketmesinin teşvik edilmesinin sebebi de budur. Doğum sırasında enerji kaybı yaşayan kadınların doğumunun daha kolay olması açısından hurma yemesi çok fayda sağlayacaktır. Ayrıca loğusalık döneminde süt hormonlarını harekete geçirerek anne sütünün artışını sağlamaktadır.  Lif bakımından çok zengin olduğu için bağırsakların çalışmasını düzenler böylece kabızlığın (konstipasyonun) birebir ilacıdır. Aynı zamanda yüksek lif sayesinde kötü kolesterol olan LDL’nin düşmesine neden olur. Ayrıca bağırsak kanserine yol açabilecek biyokimyasal maddelerin azalmasına yardımcı olur. Yüce rabbimiz Allah, Meryem'e doğum sırasında hurma vermesindeki mucizeye de bu yöneden bakabiliriz.

Hadisler'de Hurma

Peygamber Efendimiz, “Kadınlarınıza loğusa döneminde hurma yediriniz. Kim loğusalığında hurma yerse onun çocuğu akıllı ve ağır başlı olur” diyor. Çünkü hurma Hz. Meryem’in loğusalığındaki tek yemeğiydi

"Doğum yapan (lohusa) kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler için ise bal gibi şifa yoktur."(K. Ummal, 10/28279; K. Hakayık, 2/158.)

ZEYTİN

zeytin
Kuran-ı Kerim'de zeytin için; "Yine sizin için Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç meydana getirdik ki bu ağaç hem yağ (zeytinyağı) hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir" (Müminun Suresi, 20. ayet) şeklinde bizlere öğütlenmiştir.

Peygamberimiz de "Sizlere zeytinyağı tavsiye ederim. Hem yiyiniz hem de onunla yağlanınız. Zira zeytinyağı bas­ur hastalığı için şifadır” (C. Sağir, 2/54, K. Ummal, 10/28295.) şeklinde bizlere zeytin ve zeytin yağının önemini belirtmiştir.

Zeytin ve zeytinyağı, kalp dostudur. Zeytinyağı kalp damarlarını korur ve onları besler. Meme kanserinin oluşumunun önlenmesine yardımcı olur. Kötü kolesterolü düşürür ve damarların daralmasını önleyen bir takviyedir. Ayrıca antioksidan özelliği bulunmaktadır.. Damar sertleşmesini engelleyen polifenol içerir; özellikle bu madde ilk sızma zeytinyağında vardır. Mide kanserine yakalanma oranını düşürür. Ayrıca anne sütünün artmasına da yardımcı olur.

ÜZÜM

üzüm
Kuran-ı Kerim'de adı en çok geçen yiyeceklerden biri de üzümdür. Üzümün, Kuran-ı Kerimde tam on bir yerde adı geçmektedir. Üzüm, bağırsakların çalışmasına yardımcı olur, hazım sorunlarının giderilmesine yardımcı olur ve kabızlığı önler. Hemoroit hastalığına, böbrek taşlarının düşürülmesine ve eklemsel ağrılara faydalıdır.

Peygamber Efendimiz, üzüm için "Kuru üzüm ne güzel gıdadır. Sinirleri kuvvetlendirir, yorgunluğu giderir, ağız kokusunu güzelleştirir, gönlü hoş eder, üzüntü ve kederi giderir” (C. Sağrir 2/53'ı F. Kadir 4/340.) buyurmuşlardır.

Karaciğer, dalak, mide ve bağırsakları güçlendiren üzü­mün sabahları aç karnına yenmesi tavsiye edilir. Zihni açıcı ve hafızayı kuvvetlendirici özelliği bulunmaktadır. Son yıllarda üzüm çekirdeğinin faydaları üzerinde çalışmalarda yapılmaktadır.

SÜT

süt
"Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz." (Nahl Suresi 16. Ayet)

Peygamber Efendimiz, süt için "İyi, güzel gı­da" (E. Muaymvr- 127 b., 130 a.) demiştir. Ayrıca "İnek sütü ile tedavi olunuz! Çünkü ben yüce Allah'ın bunda şifa yarattığı kanaatindeyim. Zira inek her çeşit ottan otlamaktadır" (K. Ummal, 10/28280; Edeviyye, s. 35.) şeklinde öğüt vermiştir.

Sütün bilinen pek çok faydası bulunmaktadır.. Evham, vesvese, keder gibi ve lüzumsuz hayal gibi hastalıklara karşı fayda­ sağlar. Süt, balla karıştırılarak içilirse iç organları temizleme özelliğine sahiptir. Şekerle birlikte içilirse cildi güzelleştirir. Bağırsakların çalışmasını kuvvetlendirir. Meniyi arttırır. Vücudun temizlenmesine yardımcı oluır. Zekâyı kuvvetlendiri özelliği vardır. Süt ve süt ürünleri kilo alımına yardımcı olur. Nekahet dönemindeki emzikli kadınlara tavsiye edilir. Bitkinlik, halsizlik ve yorgunluk du­rumlarında çok iyi bir destekleyici besin olarak fayda sağlar.

Karaciğer, dalak ve mide için iyi gelmeyebilir. Gaz ya­pabilir. Bu olumsuz etkiler daha ziyade süt enzimlerine duyarlı olan­lar için geçerlidir. Süte alerjisi bulunmayanlarda bu olumsuz etkiler görülmez. Süt ve süt ürünleri alerjisi immünolojinin, önemli bir çalışma konusudur. Süt alerjisi farklı tedavi yön­temleri, destekleyici ilaçlar ve tamamlayıcı tıp yöntemleriyle tedavisi bulunmaktadır.

BAL

bal
"Rabb'in, bal arısına 'dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yavru yap, sonra her çeşit bitki­den ye, sonra da -bal yapman için- Rabb'inin gösterdiği yol­lardan boyun eğerek yürü!' diye öğretti. Onların karınların­dan renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlar için şifa vardır. Düşünen bir millet için bunda ibretler vardır"( Nahl Suresi, 69. Ayet)

Peygamber Efendimiz buyuruyor: “– Üç şeyde şifa vardır: Bal şerbeti içmekte, kan aldırmakta ve dağlama yaptırmakta, fakat ben dağlamayı sevmem. Bal, bütün hastalıklara şifadır. Çünkü yetmiş peygamber onun şifası ve bereketine dua etmişlerdir.”

Yine Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyuruyor: “Her ayın üç günü sabah bal yiyen kimseye büyük bir hastalık gelmez, felçten uzak kalır.”

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- anlatıyor: Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur: “Bir kimse her ayda üç gün şafak vakti aç karnına bal yese o ay içinde hastalıklarla ilgili belalardan ve afetlerden emin olur.”

Ayrıca balla ilgili pek çok hadis vardır. Bunlardan bazı­ları şöyledir:

"Şifa iki şeydendir. Biri Kur'an okumakta, diğeri ise bal şerbeti içmektedir."( Hakim, Tıp 4/200.)

***Burada zikredilen Kur'an okuma ey­leminin özellikle ruhsal, psikolojik rahatsızlıklarda ve sıkıntı hallerinde faydası olduğunun altını çizmek gerekir.

"Sizlere sinameki ve sennutu (tereyağı, bal, hurma ve kimyonu) tavsiye ederim. Zira bunlar Ölümden başka her derde devadırlar."( 1 İ. Mâce, Tıp H. 3457.)

"Bal şerbetinden daha üstün ilaç bulunamaz."( C. Sağir, 2/125; F. Kadir, 5/454.)

"Bal şerbeti gönlümdeki üzüntüyü, sıkıntıyı giderir ve gözümün görme duyusunu da kuvvetlendirir."( E. Nucayım vr. 131 b; İ. Sünni vr. 63.)

"Böbrek sancısı böbrekteki sinirdendir, hareket ettiği za­man sahibini hasta eder. Bu hastalığı ılık su ve bal şerbeti ile tedavi ediniz."( Hakim, Tıp 4/405.)

"Doğum yapan (lohusa) kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler için ise bal gibi şifa yoktur."( K. Ummal, 10/28279; K. Hakayık, 2/158.)
Balın; karaci­ğer, dalak, mide, bağırsak gibi organ rahatsızlıklarında, ko­ruyucu ve  temizleyici özelliği bulunmaktadır. Altını ıslatan ço­cukların ve ishali bulunan kişilerin tedavilerinde, Ruhsal ve psikolojik sağlı­ğın düzenlenmesinde, kanın temizlenmesinde, zihinsel sorunlarda vb. gibi birçok durumda kullanılması özellikle tavsiye edilir.

İNCİR

Kuran-ı Kerim'de adı geçen yiyeceklerden biride incirdir. Bu ayet şu şekildedir. "İncire, zeytine, (Musa'nın, Rabbine münacatta bulunduğu) Sina dağına, bu güvenli şehre (Mekke'ye) andolsun ki, biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tin Suresi 1,2,3,4. Ayetler)

"İdrarını yapamayanlar ve öksürüğü olanlar için oldukça etkili tedavi edici özelliği vardır. Böbrek taşlarını ve idrar ke­sesini temizler. Hemoroit hastalığında, ek­lem ağrılarında faydalıdır." (Bağdadi, s. 79-80, K. Ummal 10/28280.)

Vücutta bi­riken toksinlere karşı temizleyici görevi vardır. Bağırsakların düzenli çalışmasında önemli rol oynar, kabızlık tedavisinde etkilidir. Karaciğer ve dalağı temizler. Midede biriken balgam karışımını ortadan kaldırır. İncir, adale ve eklem özellikle gut hastalığından kaynaklanan ağrılarında fayda sağlamaktadır.

ÇÖREK OTU

Çörek otu; Dizanteri, sinüzit, kanser, saç dökülmesi, kabızlık, tüm ağrı türleri, bronşit, öksürük, tansiyon, uykusuzluk, psikolojik rahatsızlıklar, eklem hastalıkları, ateşli hastalıklar, amfizem gibi ve daha birçok saymakla bitmeyen hastalıkların tedavisinde büyük fayda sağlayan bir nimettir. Peygamber Efendimizin çörek otuyla ilgili şu hadisleri bizlere bu nimetin ne kadar faydalı olduğunu anlatmaya yetmektedir.
"Çörek otu yarım baş ağrısına, yüz ve ağız bölgesinin felçlerine, uyku hastalığına, unutkanlığa, baş dönmesine ve nefes darlığına karşı faydalıdır." (Buhari Tıp 7/14; İ. Mâce, Tıp H.3448)

"Sizlere şu çörek otunu tavsiye ederim. Zira bunda ölümden başka birçok hastalık için şifa vardır." (C.Sağir,2/53; F.Kadir, 4/338.)

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) sevdiği yiyecek ve içecekler hakkında bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.

Hz. Muhammed
Kalemle insana bilmediğini öğreten, onu yaratan ve ona konuşmayı öğreten Allah'a hamd olsun. Hevâ ve arzusuna göre konuşmayan,konuşması vahyedilen vahiy- den başka bir şey olmayan Muhammed'e salât ve selâm olsun.

Ey müslüman!

Peygamberini tanı! Çünkü her birimiz öldükten sonra kabrine konulacak, kabrinde ruhu bedenine iâde edilecek, kabrinde iki melek ona gelip onu oturtacak ve peygamberi hakkında onu sorguya çekecektir. Berâ b. Âzib'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Mü'min kul kabrine konulduğu zaman ruhu bedenine iâde edilir. Ardından iki melek yanına gelip onu oturtarak:

-Rabbin kimdir? diye sorar. Mü'min kul:

-Rabbim Allah'tır, der. İki melek:

-Dînin nedir? diye sorar. Mümin kul:

-İslâm'dır, der. İki melek:

-Size gönderilen adam hakkında ne dersin? diye sorar.

Mümin kul:

-O Allah'ın elçisidir, der. İki melek:

-Sana bunları bildiren nedir (Rabbinin Allah, dîninin İslâm ve peygamberinin Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- olduğunu nasıl bildin)? diye sorar.

Mümin kul:

-Allah'ın kitabınını okudum, ona inandım ve onu tasdik ettim, der.

Bunun üzerine gökten bir münâdi şöyle seslenir:

-Kulum doğru söyledi."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah'ı (sav) bilir.

Birincisi: Allah'ın kitabını okuyan, Abdullah oğlu Muhammed'in , Allah'ın elçisi olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Muhammed, Allah'ın elçisidir..."

İkincisi: Allah'ın kitabınını okuyan, Rasûlullaha îmân etmenin farz olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey îmân edenler! Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba îmân edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüş olur."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"... O halde Allah’a ve O'nun sözlerine inanan elçisine, o ümmî nebiye îmân edin ve O'na uyun (Allah’a itaat olan emirlerini yerine getirin) ki doğru yolu bulasınız."1

Üçüncüsü: Allah'ın kitabını okuyan, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in risâletine (elçiliğine) îmân etmenin farz olduğunu bilir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse veya öldürü-lürse,siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a asla zarar veremez.Allah,şükredenleri mükâfatlandıracaktır."

Dördüncü: Allah'ın kitabını okuyan, Muhammed'in (sav) risâletinin, bütün semâvî risâletlerin sonuncusu olduğunu, O'ndan sonra hiçbir nebi gelmeyeceğini ve nebi olduğunu iddiâ edenin yalancı olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur (O'ndan sonra kıyâmet gününe kadar nebi gelmeyecektir).Allah, (amellerinizden gizli-saklı) her şeyi en iyi bilendir."

Beşincisi: Allah'ın kitabını okuyan, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in risâletinin, bütün semâvî risâletlerin hükmünü ortadan kaldırdığını ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in gönderilişinden sonra hiçbirisiyle amel edilemeyeceğini bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk..."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"Sen dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Allah'ın yolu asıl doğru yoldur. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır."1

Ebû Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, (gönderilmiş olduğum) bu ümmetten yahûdi olsun, hıristiyan olsun, her kim beni(m elçiliğimi) işitir de sonra gönderildiğim dîne îmân etmeden ölürse, o cehennem halkındandır."2

Abdullah b.Sâbit'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet

olunduğuna göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Nefsim elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, şayet Musa sizin aranızda olsaydı, sonra O'na (onun şeriatına) tâbi olup beni terk etseydiniz, sapıtanlardan (hak yoldan sapmış) olurdunuz. Siz, ümmetlerden yana benim nasibimsiniz, ben de sizin nebilerden yana nasibinizim."

Abdullah b. Câbir'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Nefsim elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, şayet Musa hayatta olsaydı, O'nun bile bana tâbi olmaktan başka bir yolu olmazdı (yani benim şeriatıma uymaktan başka hakkı yoktur. Çünkü onun şeriatı benim şeriatımla neshedilmiştir.)"

Altıncısı: Allah'ın kitabını okuyan, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi sevmenin farz olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi! Onlara) De ki: Eğer babalarınız, oğulları-nız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, size Allah'tan, O'nun elçisinden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun! Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola erdirmez."

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek, Allah'a îmânın geçerli olmasının bir şartıdır. Enes b. Mâlik'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Biriniz, beni çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe, (tam anlamıyla) îmân etmiş olmaz."

Rasûlullah'ı sevmeyen, Allah'a îmânın tadını alamamıştır. Enes b. Mâlik'ten rivâyet olunduğuna göre, Nebi şöyle buyurmuştur:

"Üç haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse îmânın tadını almıştır: Allah'ı ve elçisini, onların dışındaki her şeyden daha çok sevmek, sevdiği kimseyi ancak Allah için sevmek ve ateşe atılmaktan hoşlanma-dığı gibi, tekrar küfre geri dönmekten hoşlanmamak."1

Yedincisi: Allah'ın kitabını okuyan, Muhammed'e (sav) itaat etmenin farz olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey îmân edenler! (Emir ve yasaklarını yerine getirmek sûretiyle) Allah'a ve elçisine itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri hâlde, 'işittik' diyenler gibi de olmayın."

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in risâletine îmân edenin, O'na itaat etmesi gerekir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Biz, hiçbir elçiyi Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir gâye ile göndermedik."

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş gibidir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Kim, elçiye itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de (Allah ve elçisine itaat etmekten) yüz çevirirse, (bilmelisin ki ey elçi!) Biz, seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermedik."

Ebû Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Kim emirime itaat ederse, bana itaat etmiş olur. Kim de emirime isyan ederse, bana isyan etmiş olur."

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat eden, doğru yolu bulmuştur. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi! İnsanlara) De ki: Allah'a itaat edin, elçiye itaat edin.Eğer yüz çevirirseniz,bilin ki onun sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yükle-nendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir."

Dünyada O'na karşı gelen, dîn gününde O'na itaat etmeyi temennî edecektir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"O gün yüzleri ateşte çevrilirken: Ne olurdu keşke Allah'a itaat etseydik, elçiye de itaat etseydik, derler."

Sekizincisi: Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah'ın söz, fiil ve takrirlerinden oluşan sünnetine uymanın farz olduğunu bilir.

"... O halde Allah’a ve O'nun sözlerine inanan elçisine, o ümmî nebiye îmân edin ve O'na uyun (Allah’a itaat olan emirlerini yerine getirin) ki doğru yolu bulasınız."2

Allah'ı seven, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine uyar. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) De ki: Allah'ı gerçekten seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, (mü'min kullarının günahlarını) çok bağışlayıcı ve (onlara) çok merhametlidir."1

Dokuzuncusu: Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emir ve yasaklarına göre hareket etmenin farz olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Elçi (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) size neyi verdiyse (hüküm olarak neyi meşrû kıldıysa) onu hemen alın, neyi de (almaktan veya yapmaktan) yasakla-dıysa ondan hemen vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz ki Allah'ın azabı çetindir."

Onuncusu: Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah'ın emrine aykırı davranmanın haram olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"...O'nun (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in) emrine aykırı hareket edenler, (kalplerine küfür, münâfıklık, bid'at fitnesi veya dünyada öldürülmek, had cezâsı uygulanmak, hapsedilmek veyahut da başka âcil bir ceza ile cezalandırılmak sûretiyle) başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."

Onbirincisi: Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e aykırı hareket etmenin, O'nun söz ve fiillerine karşı direnip inatlaşmanın haram olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Kim, kendisine doğru yol (hak) belli olduktan sonra elçiye aykırı davranır ve mü'minlerin yolundan başka bir yolu izlerse, onu o yöneldiği şeyle başbaşa bırakırız ve onu cehenneme sokarız. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir."

Onikincisi: Allah'ın kitabını okuyan, dîni, kendisi, âile halkı, yakınları, ashâbı ve kendisine tâbi olanlar konusunda Rasulullaha eziyet etmenin haram olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

Nisâ Sûresi: 115"Şüphesiz Allah'a ve elçisine eziyet edenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"Onlardan (münâfıklardan) nebiyi inciten ve: 'O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır' diyen kimseler de vardır.(Ey Nebi!) De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah'a inanır ve mü'minleri tasdik eder.O, içinizden îmân edenler için bir rahmettir. Allah'ın elçisine eziyet edenler için acıklı bir azap vardır."

Yine başka bir âyette şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) Eğer onlara (sen ve ashâbınla) niçin alay ettiklerini sorarsan,‘bizler sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk’ derler. (Ey Nebi! Onlara) de ki: Siz, Allah ile O’nun âyetleri ile ve O’nun elçisi ile mi alay ediyordunuz? Boşuna özür dilemeyin. Çünkü siz, îmân ettikten sonra (tekrar) kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir topluluğu bağışlasak bile, başka bir topluluğa da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz."

Onüçüncüsü: Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in söz, fiil ve takrirlerinde masumiyetine îmân etmenin farz olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:"O (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) hevâ ve arzusuna göre konuşmaz. O (Kur'an ve sünnet), vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:"Eğer O (Muhammed) bizim adımıza birtakım sözler uydurmuş olsaydı, O'nu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. O zaman hiçbiriniz buna engel olamazdınız."

Allah Teâlâ, âlimlerin aksine, Rasûlullah - sallallahu aleyhi ve sellem-'i, fiillerinde hataya düşmekten, dalâletten ve bâtıldan korumuştur. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"... O halde Allah’a ve O'nun sözlerine inanan elçisine, o ümmî nebiye îmân edin ve O'na uyun (Allah’a itaat olan emirlerini yerine getirin) ki doğru yolu bulasınız."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:"(Ey Nebi!) De ki: Allah'ı gerçekten seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, (mü'min kullarının günahlarını) çok bağışlayıcı ve (onlara) çok merhametlidir."

Mâlik b. el-Huveyris'ten rivâyet olunduğuna göre Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Beni namaz kılarken gördüğünüz şekilde namaz kılın."

Câbir'den rivâyet olunduğuna göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

"Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle derken işittim:

-Hac ile ilgili ibâdetlerinizi benden alın (hac menâsikini benim yaptığım şekilde yapın). Çünkü bilemi-yorum, belki bu haccımdan sonra bir daha hac yapamayacağım."

Allah Teâlâ,Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i takririnde korumuştur. Zirâ O, âlimlerin aksine, hiçbir bâtılı onaylamamış ve hiçbir münker karşısında da susmamıştır. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kâfir olan bir topluluğu doğru yola erdirmez."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i yüceltmenin ve O'na saygı göstermenin farz olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ki, Allah’a ve elçisine îmân edesiniz, O'na yardım edesiniz ve saygı gösteresiniz. Sabah-akşam O'nu tesbih edesiniz."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i yüceltmenin ve O'na saygı göstermenin alâmetlerini bilir. Çünkü Allah Teâlâ bunu insanların zevklerine ve görüşlerine bırakmamıştır.

Hz Muhammed Rahmet
Birinci alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in söz ve fiilini yüceltmektir. Buna göre hiç kimsenin sözü ve fiili, O'nun sözü ve fiilinin önüne geçirilemez. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey îmân edenler! (Söz ve fiille) Allah'ın ve elçisinin önüne geçmeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."

İkinci alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in söz ve fiilini yüceltmektir. Buna göre O'nun söz ve fiilinden başkasının söz ve fiili tercih edilemez. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Allah ve elçisi, herhangi bir meselede hüküm verdikten sonra, hiçbir erkek ve kadın mü'minin, o konuda başka bir tercihte bulunma (Allah ve elçisinin hükmüne aykırı hareket etme) hakları yoktur.Kim, Allah’a ve elçisine karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş (doğru yoldan uzaklaşmış) olur."

Üçüncü alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrini yüceltmektir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"... O'nun (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in) emrine aykırı hareket edenler, (kalplerine küfür, münâfıklık, bid'at fitnesi veya dünyada öldürülmek, had cezâsı uygulanmak, hapsedilmek veyahut da başka âcil bir ceza ile cezalandırılmak sûretiyle) başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."

Dördüncü alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in nehyini yüceltmektir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"O gün (kıyamet günü), Allah'ı inkâr edip elçiye (emrine aykırı hareket edip ona) isyan edenler, yer yarılıp içine girmeyi (ve toprak olmayı) isterler (temennî ederler). Buna rağmen onlar (içlerinde) Allah'tan hiçbir söz gizleyemezler."2

Beşinci alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadisini yüceltmektir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey îmân edenler! (Kendisine hitap ederken) sesle-rinizi Nebinin sesinin üzerine yükseltmeyin.Birbirinize bağırdığınız gibi, O'na yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gidiverir."

Altıncı alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetini yüceltmek ve ona sımsıkı sarılmaktır. Irbâd b. Sâriye'den rivâyet olunduğuna göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

"Sizden kim benden sonra yaşarsa, (dînde) çok ihtilaflar görecektir.(Dîne sonradan sokulan) yeniliklerden sakının. Zirâ (dîne sonradan sokulan) yenilikler dalâlettir. Bu sebeple sizden kim onlara yetişirse, benim sünnetime ve benden sonraki doğru yolu bulmuş râşid halîfelerimin sünnetine sarılsın. Azı dişlerinizle ısırırcasına onlara sarılın."1

Yedinci alâmet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in adını zikrettikçe veya adı zikredildikçe O'na salâtta bulunmaktır. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak ki Allah ve O'nun melekleri, Nebiye salât ederler. Ey îmân edenler! Siz de O'na salât edin ve O'na tam bir içtenlikle (İslâm'ın selâmı ile) selâm verin."1

Ebû Hureyre'den rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah'ın şöyle buyurmuştur:

"Yanında adım anıldığı halde bana salâtta bulunmayan adamın burnu yere sürünsün."

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salâtın şekli vahiyle belirlenmiştir. Zirâ Nebi, salâtın şeklini insanların zevklerine veya görüşlerine bırakmamıştır. Ebu Mes'ud el-Ensârî'den rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

"Biz, Sa'd b. Ubâde'nin meclisinde iken Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza geldi. Beşir b. Sa'd ona şöyle dedi:

-Ey Allah'ın elçisi! Allah Teâlâ bize sana salâtta bulunmamızı emretti. Peki sana nasıl salâtta bulunalım?

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir süre sustu. Biz, Beşir'in O'na soru sormamasını temennî ettik. Sonra Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

-Şöyle söyleyin: Allahım! İbrahim’in âilesini meleklerinin yanında methettiğin gibi, Muhammed’i ve âilesini de meleklerinin yanında methet. İbrahim’in âilesini mübârek kıldığın gibi, Muhammed’i ve âilesini de mübârek kıl. Şüphesiz ki sen, çok övülensin, şeref sahibisin. Selâm ise bildiğiniz gibidir."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kendisine bir fayda sağlama veya kendisinden bir zararı uzaklaştırma gücüne sahip olmadığını bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir fayda sağlama veya kendimden bir zararı uzaklaştırma gücüne sahip değilim…"

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in başkasından bir zararı uzaklaştırma veya başkasına bir fayda sağlama gücüne sahip olmadığını bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) De ki: Ben sizden bir zararı uzaklaştırma veya size bir fayda sağlama gücüne sahip değilim…"

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kendisinin gaybı bilmediğini bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) İşte bunlar, (Nuh ve onun kavmi hakkında anlattığımız bu kıssalar), sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde (kavminin seni yalanlamasına ve sana eziyet etmesine) sabret. Çünkü (dünya ve âhirette hayırlı) sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınanların olacaktır."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir fayda sağlama veya kendimden bir zararı uzaklaştırma gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben, (benim Allah'ın elçisi olduğuma) inanan bir topluluk için sadece (Allah'ın azabından uyaran) bir uyarıcı ve (O'nun cennetini müjdeleyen) bir müjdeciyim."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in, aşırı tasavvufçuların iddiâ ettikleri gibi velâyet yoluyla değil de nübüvvet ve risâlet yoluyla gaybın bazısını bildiğini bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi! O müşriklere) de ki: Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam.(Ey Nebi! O müşriklere) De ki: Görmeyen (Allah'ın âyetlerini görmeyen kâfir) ile gören (mü'min) bir olur mu? Hâlâ (Allah'ın âyetlerini) düşünmeyecek misiniz?"

Hz Muhammed
Aşırı tasavvufçular, evliyânın velâyet yoluyla gaybı bildiklerini söylemek için Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in nübüvvet ve risâlet yoluyla değil de velâyet yoluyla gaybı bildiğini iddiâ etmişlerdir. Allah Teâlâ onlara şöyle cevap vermiştir:

"Allah, müminleri bulunduğunuz hâl üzere bırakacak değildir; sonunda pisi temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve elçilerine îmân edin. Eğer îmân eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için (Allah katında) büyük bir mükâfat vardır."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"O, gaybı bilendir. (Kullarından) hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak (risâlet görevi için) seçip razı olduğu bir elçiye (bazı gaybı bildirmesi) bunun dışındadır. Fakat elçinin önünde ve arkasında (onu cinlerden korumak için) gözetleyici (melek)ler yürütür (gönderir)."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dîn kılma makamında olmadığını, O'nun ancak Allah Teâlâ'nın dîn kıldığı şeye uyan birisi olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) Sonra da seni dîn konusunda apaçık bir yola koyduk (bir şeriat sahibi kıldık). Sen o yola uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) Onlara (müşriklere) âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar: Ya bundan başka bir Kur'an getir ya da bunu değiştir! dediler.(Ey Nebi!) De ki: Onu kendiliğim-den değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım. (Ey Nebi!) De ki: Eğer Allah dileseydi onu (Kur'an'ı) size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan (bana vahiy gelmeden) önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?"

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dîn kılma makamında olmadığını, O'nun ancak Allah Teâlâ'nın indirdiği şeyi tebliğ eden birisi olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kâfir olan bir topluluğu doğru yola erdirmez."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dîn kılma makamında olmadığını, O'nun ancak Allah Teâlâ'nın indirdiği şeyi açıklayan birisi olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"…(Ey Nebi!) İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Zikr'i (Kur'an'ı) indirdik."

Allah'ın kitabını okuyan, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e uyan kimselerin inanç, amel, söz ve davranışlarının sağlam ve düzgün olduğunu bilir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"... O halde Allah’a ve O'nun sözlerine inanan elçisine, o ümmî nebiye îmân edin ve O'na uyun (Allah’a itaat olan emirlerini yerine getirin) ki doğru yolu bulasınız."

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"(Ey Nebi!) De ki: Allah'ı gerçekten seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, (mü'min kullarının günahlarını) çok bağışlayıcı ve (onlara) çok merhametlidir."

Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:


" Andolsun, Allah'ın elçisinde sizin için; Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır."




Bu Yazımızda Peygamber Efendimizin soyağacı. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) babası, amcası, dedesi kimdir ? Peygamber Efendimizin ailesi hakkında bilgiler bulacaksınız.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), Mekke’deki Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundandır. Babası Abdullah, dedesi ise Abdulmuttalib’di. Abdulmuttalib’in babası yani Hz. Muhammed’in büyük dedesi olan Haşim’in asıl adı Amr idi. Haşim kendi döne- minde Mekke’ye, Kâbe’yi ziyaret eden hacılara su (sikâye) ve yiyecek (rifâde) verme işiyle görevliydi. O aynı zamanda çok sık olmasa da ticarî seyahatlerde bulunuyordu. Haşim, Suriye’ye yaptığı ticarî seyahatlerinden birinde Yesrib (Medine)’de Neccaroğullarından Selma binti Amr ile evlendi ve bu evlilikten Peygamberimiz (a.s.)’in dedesi Abdulmut- talib (asıl adı Şeybe) doğdu. Haşim, yine Suriye’ye yaptığı ticarî yolculuklarından birin- de Gazze’de vefat etti. Haşim’in ölümü üzerine kardeşi Muttalib, Medine’de annesinin yanında kalmakta olan yeğeni Şeybe’yi (Abdulmuttalib) Mekke’ye getirdi. Şeybe’yi Muttalib’in kölesi zanneden Mekkeliler ona “Muttalib’in kölesi” anlamına gelen Abdul- muttalib ismini verdiler ve Şeybe artık bundan sonra Abdulmuttalib ismiyle anılmaya başlandı. Abdulmuttalib, Haşimoğullarının başkanı idi.

Abdulmuttalib, Kâbe’nin yanındaki Zemzem kuyusunun yerini yeniden bularak, orayı kazan kişidir. Zemzem kuyusunu o sırada tek oğlu olan Hâris ile kazarken Kureyş’in ileri gelenleri tarafından rahatsız edilmesi üzerine “on oğul sahibi olur da kendisini düşman- larına karşı koruma durumuna gelirlerse, içlerinden birisini Tanrı adına Kâbe’de kurban edeceğine söz verdiği tarihçiler tarafından rivayet edilmektedir. Allah’ın onun bu dileği- ni gerçekleştirdiği ve ona 10 çocuk verdiği, bunun üzerine de Abdulmuttalib’in sözünü gerçekleştirmek üzere Kâbe’de, kurban edilecek oğlunu belirlemek için o zamanın âdet- lerine göre kur’a çektiği ve bu kur’anın Peygamber Efendimizin babası olan Abdullah’a çıktığı ifade edilmektedir. Ancak yine mevcut geleneğe göre Abdullah’ın kurtuluşu, onun yerine deve kurban edilmesi şartıyla mümkündü. Öyle ki, Abdullah ile deve ara- sında çekilen her kur’a Abdullah’a isabet ediyordu. Ta ki kurban edilecek develerin sayısı 100’e ulaştığında kur’a develere isabet ederek son buldu. Böylece Abdullah’ın yerine 100 deve kurban edildiği söylenmektedir. 

Abdulmuttalib, hacıların su (sikâye) ve yemek (rifâde) ihtiyacını karşılama görevini de yürüten bir şahıstı. Kur’an’da Fil suresinde söz edilen Fil olayı sırasında Kâbe’yi yıkma amacıyla gelen Yemen hükümdarı Ebrehe ile görüşmelerde bulunan şahıs yine Abdul- muttalib idi.

Abdulmuttalib’in oğlu, Hz. Peyamber’in babası Abdullah da ailenin diğer fertleri gibi Suriye ile ticarî ilişkiler içerisinde olan biriydi. Abdullah, Kureyş kabilesinin Zühre koluna mensup Vehb’in kızı Amine ile evlendi. Bu evlilikten birkaç ay sonra çıktığı ticarî yolculuklardan birini Gazze’ye gerçekleştirdi, dönerken uğradığı Medine’de, babasının dayılarının yanında, oldukça genç bir yaşta, hastalanarak öldü. Muhammed (a.s.) babasının ölümünden kısa bir süre sonra 20 Nisan 571 tarihinde Mekke’de doğ- du. Onun doğduğu yıl, Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye savaş girişiminde bulunduğu yıldır.

Peygamber Efendimizin soyu İsmail peygamber soyundan, Adnaniler kavminden, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesinden gelir. Rivayet edilen soy silsilesi şöyledir: Muhammed, Abdullah, Abdulmuttalib (Şeybe), Hâşim, Abd-i Menaf (Muğire), Kusayy, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Hüzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan Ayrıca Muhammed, kendi soyunun İbrahim'den geldiğini ifade eder: "Allah, İbrahimoğullarından İsmail'i, İsmailoğullarından Kinaneoğullarını, Kinaneoğullarından Kureyş'i, Kureyş'ten Beni Hâşim'i, Beni Hâşim'den de beni seçmiştir."

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) Soyağacı - İnfografik

(Yakınlaştırmak İçin Resimin Üzerine Tıklayınız)

Peygamber Efendimizin Soy Ağacı ve Ailesi


Hz. Muhammed
Kur'an-ı Kerim’le ilk defa Efendimiz Hz. Muhammed (sav) muhatap olduğu gibi, Kur'anı ilk o okumuştur. Kur'an-ı Kerim onun ruhuna ve kalbine öyle işliyor, öyle etki ediyordu ki şimdiki Kur'an okuyan büyük bir çoğunluk onu görselerdi eğer, aslında hiç okumadıklarının farkına varacaktı. Peygamber efendimizden sonra ilk Kur'an ile tanışanlar bile, Kur'an'ın eşsiz güzeeliğine kapılmış, kalplerinde Allah'ın kelamlarını hissetmişlerdi.

Hz. Ali'nin bir savaş sırasında ayağına saplanmış okun, namaz sırasında çıkartılmasını istemesi ve kıraat halinde Kur'an okurken ayağındaki okun çıkarılmasının ardından hiçbir acı duymaması bu hikmete örneklerdendir.

Şimdi, Hz. Muhammed'in (sav) Kuran'ı okuyuşu ile ilgili sahih kaynaklardan rivayetlere bir göz atalım.

Hz. Muhammed'in Kur'an Okuyuşuyla İlgili Bazı Rivayetler


1- Kendisine Peygamber (sav)’in Kur’ân-ı Kerîm’i nasıl okuduğunu soran bir sahâbîye Enes b. Mâlik (r.a) : “Peygamber (sav)’in kıraati medli idi (uzatılması gereken harfleri uzatırdı)” cevabını vermiş, ardından ‘bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm’i okuyarak : “Peygamber (sav) besmeledeki bismi’l-lâh’ın lâm’ını,er-Rahmân’ın mîm’ini ve er-Rahîm’in hâ’sını med ile (uzatarak) okurdu[26]” demiştir.

2- Peygamber (sav)’in hanımlarından Ümm-ü Seleme (r.ah) : “Peygamber (sav) Kur’an okuduğunda -âyetleri- ayırırdı. (الحمد لله رب العالمين ) âyetini okur ve dururdu; ardından (الرحمن الرحيم) âyetini okur sonra tekrar dururdu[27]” demiştir.

3- Ümmü Seleme (r.ah) Peygamber (sav)’in namaz ve kıraatini soran birine şöyle demiştir : “Sizin namazınızla O’nun kıldığı namaz arasında o kadar fark var ki! Kıraatine gelince, Allah Resûlü’nün kıraati harf harf (okurken âyetler tefsir ediliyormuş gibi) idi[28]”.

4- Resûl-i Ekrem (sav)’in gece namazına şâhit olan Ebû Zer el-Gıfârî (r.a) demiştir ki : “Peygamber (sav) bir gece namazda ‘Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır; eğer bağışlarsan hiç şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin’ âyetini[29] sabaha kadar tekrar tekrar okudu[30]”.

5- Huzeyfe b. Yemân (r.a) Resûl-i Ekrem (sav)’in Kur’an okurken yaşadığı hal ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmuştur : “Peygamber (sav) namazda rahmet âyetini okuduğunda Allah’tan ister, azap âyetinde O’na sığınırdı; tenzîh[31] âyetlerine geldiğinde ise Allah’ı tesbîh ederdi[32]”.

6- Berâ b. Âzib (r.a) “Peygamber (sav)’i yatsı namazında Tîn sûresini okurken işittim; sesi ve kıraati ondan daha güzel bir kimse görmedim[33]” demiştir.

7- Hz. Âişe (r.ah)’den gelen bir rivâyete göre, Peygamber (sav) Efendimiz bir gece Âl-u İmrân sûresinin son on âyetini göz yaşları içinde okuduktan sonra buyurmuşlardır ki : “ Bu âyetleri okuyup derin derin düşünmeyen kimseye yazıklar olsun![34]”

8- Resûl-i Ekrem (sav) okuduğu Hûd sûresinin 112. âyetinden[35] dolayı “Beni bu sûre ihtiyarlattı[36]” buyurmuşlardır.

9- Peygamber (sav) Efendimiz her gün Kur’an’dan bir miktar okumayı kendisine vazife edinmişti[37].

10- Ebû Leylâ (r.a) diyor ki : Resûl-i Ekrem (sav) geceleyin nâfile namaz kılarken ben de onun yanında namaz kılıyordum. Azap âyetlerinden birini okuyordu. Âyeti bitirdiğinde buyurdular ki : “Cehennem ateşinden Allah’a sığınırım. Cehennemliklerin vay haline ![38]”

11- Hz. Âişe (r.ah) Allah’ın Nebîsi (sav)’nin Kur’ân’ın hepsini bir gecede (sabaha kadar) okuduğunu hatırlamadığını ifade etmiştir[39].

12- İbn Mes’ud (r.a) diyor ki : “Resûl-i Ekrem (sav) benden kendisine Kur’an okumamı istedi. Nisâ sûresini okumaya başladım. Sûrenin ‘Her ümmete bir şâhid, seni de bunlara şâhid getirdiğimizde durumları nasıl olacak’ âyetine[40] geldiğimde Peygamber (sav)’in gözlerinden yaşlar boşaldığını gördüm[41]”.

Tüm bu rivayetler ve diğer bilgi kaynakları ışığında Hz. Muhammed'in (sav) nasıl Kuran okuğunu maddeleyecek olursak;


Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz ;

1- Kur’ân’ı Kerîm’i tertil üzere (ağır ağır, tane tane) okumuş, harf ve kelimeleri âdeta tefsir edercesine kıraat etmiştir.

2- Tilâveti esnasında medlere ve vakıf mahallerine riâyet etmiştir.

3- Âyetlerin mânalarına yoğunlaşarak okumuştur. Zaman zaman bazı âyetler üzerinde tekrarlar yapmış, derin hakîkat ve hikmet ihtivâ eden bölümler üzerinde uzun uzun tefekkürde bulunmuş, rahmet âyetlerinde Allah’tan istemiş, azap ve inzâr âyetlerinde O’na sığınmıştır.

4- Kur’ân’ı hem kavlen hem aklen hem de kalben tilâvet etmiştir. Dili ile elfâzı tertîl ederken, aklı ile mânaları üzerinde durmuş ve nihayet kalbi ile de Kur’an’dan nasipdâr olmuştur.

5- Gündüzünde olduğu gibi gecesinde de Kur’an okumaya zaman ayırmıştır.

6- Bir oturuşta yahut bir gece sabaha kadar sayfalarca Kur’an okumak yerine, her gün bir miktar tefekkür boyutuyla tilâvet etmeyi tercih etmiş, bazan tek bir âyeti sabaha kadar okumaya devam etmiştir.

7- Kendisine verilen engin hikmet ve fetânet ile okuduğu âyetleri murâd-ı ilâhi doğrultusunda anlayarak tilâvet etmiştir.

8- Başkasından Kur’an dinlemeyi sevmiştir.

9- Okuduğu âyetlerin mânasından etkilenip göz yaşı dökmüştür.

10- Kur’ân’ın kalbî ülfet ile okunmasını, uyku ve rehâvet hali içinde okunmamasını tavsiye etmiştir.

11- Kur’an okumayı en faziletli ve en sevilen amel olarak görmüş, Kur’ânı en iyi okuyan ve bileni yönetici tayin etmiştir.

12- Hülâsa Kur’ân’ı elfâz, ahkâm ve ahlâk boyutuyla tilâvet etmiştir. Elfâzıyla dilin, ahkâmıyla aklın ve nihâyet ahlâkıyla kalbin payını vermiştir; O, hem Kur’an okumuş hem Kur’ân’ı okumuştur.

Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Fatih Çollak

hz_muhammed
    Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) her yönüyle bizlere örnek bir insadır. Onun peygamberlik görevi içinde eğitim de bulunmaktadır. Çünkü o; bir toplumu ve insanlığı değiştirme, dönüştürme, eğitmekle yükümlüydü. Olanca zorluğuna rağmen Peygamber Efendimi, bu görevini hakkıyla yerine getirmiştir.

  İşte bu görevini yerine getirmek esnasında, insan psikolojisini dikkate alarak, nasıl davranması gerektiğini iyi bilmiş, bize de örnek olmuştur. Hz. Muhammed'in salt eğitimci olarak insanlara nasıl bir yaklaşımda bulunduğu araştıran Prof. Dr. Ahmet Önkal şu ilkeleri belirlemiştir:

  • Karşımızdakini (öğrenci/esnaf/çiftçi) tanıma
  • Kolaylaştırarak öğretme/eğitme
  • Yumuşak ve güzel muamele
  • Değer verme
  • Yakınlaşma sağlama
  • Özellik ve hislerine hitap etme
  • Ortak, bilinen konularla bağlantı kurma
  • Tekrar etme
  • Hediyeler verme
  • Ceza (sert davranış)
  Görüleceği gibi Hz. Muhammed'in eğitim anlayışında ceza en son aşamada yer almaktadır. Bu ceza anlayışı da; ikaz ve uyarma, kırgınlığını hissettirme, azarlama, gözdağı verme, sert uyarı, ayıplama... gibi yöntemleri barındırmaktadır.

Hz. Muhammed Öğrencilerini Döver miydi ?


  Bu sorunun dayakçı eğitimcileri üzecek bir cevabı vardır: HAYIR. Medine'ye hicret ettikten sonra Mescid-i Nebevi'de oluşturduğu eğitim öğretim halkasına dahil olanlar bunu açıkça beyan etmektedirler. On yaşından yirmi yaşına kadar Peygamber Efendimizin yanında bulunan , ondan ders alan, ona hizmet eden Enes b. Malik (ra) şöyle demektedir: 'Ben tam on yıl Hz. Muhammed'in yanında bulundum. Bu süre zarfında bana asla dayak atmadığı gibi, en ufak rencide edici ifadelerde bile bulunmamıştır.' 

  Dayak atmanın, şiddet göstermenin gayet normal karşılandığı o toplumda Hz. Muhammed bu anlayışı yıkmaya çalışmıştır. Aile içi şiddetle ilgili kendisine gelen bir bilgi üzerine; bazı insanları anlamadığını, gündüz hanımını hayvan döver gibi dövdüğünü , gece de koynuna aldığını, buna da çok şaşırdığını belitmektedir.

  İşin özü eğitim; fedakarlık, sabır ve uzun bir süreç gerektirmekte, ani tepkiler ve sert davranışlar, kırıcı hareketler, şiddetli eylemler bu süreci baltalamaktadır. Yapılan yanlışlıklara karşı tüm yollar denendikten sonra ceza yoluna başvurulmalı ve bu da hikmet boyutunu aşmamalıdır.

Hira Cave
" Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. (Alak sûresi, âyet 1, 2)

" Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (Alak sûresi, âyetler 3, 4, 5)

 Bilindiği üzere, Alak, insanın yaratılış safhalarından olan aşılanmış yumurtayı ifade eder. Bu sûreye " İkrâ sûresi" de denir. Mekke'de nazil olmuştur. 19 âyettir. İlk beş âyeti , Kur'ân'ın ilk inen âyetlerdir. Onun içindir ki, bu sûrede okumanın, öğrenmenin, tahsil yapmanın fazileti, üstünlüğü insanın yaratılışı , kalemin kıymet, değer ve özelliği, bunların insana Allah'ın bir ihsanı olduğu, insanın bunları tefekkür etmesi, düşünmesi, Rabbine itaat etmesi gerektiği, aksi halde azaba duçar olacağı anlatılır.
 Resulullah (sav) tıpkı atası İbrahim (as) gibi düşünüyordu. Hemde Cebeli Hira'da düşünüyordu. Bu düşünme, bir bakıma normal düşünme dışında bir acı çekme, kasık sancıları çekme durumu idi. Resulullah (sav) neyin sıkıntısını, neyin acısını çekiyordu? Çünkü, Mekke insanı kan ağlıyordu. Kâbe'nin içerisinde alenen fuhuş sergileniyor, çıplak tavaflar yapılıyor, köşe başlarını Lat, Menat, Hübel ve Uzza putları tutmuş, beşerin iliğini, vicdanını kemiriyordu. 

  Irz, namus, iffet, haya, utanma payimal olmuş, kadınların insaniliği, kadın oluşları dumura uğratılmıştı. Mekke sokakları çirkinliklerle dolu, bazı evlerde bayraklar asılmış, babasız, nesebi ğayri sahih çocuklar etrafta cirit atmaktaydı. Resulullah (sav) Hira'da acı çekiyordu. Ümmetinin, insanın, viraneye dönmüş hanelerin acısını çekiyordu. Göğe yöneliyor, Güneş'e, Ay'a, Yıldızlara bakıyor, kainatın yaratıcısını düşünüyor, tefekkür ve tezekkür ediyordu. 

  Resulullah (sav): " Allah'tan hiç bir zaman umudunu kesmemiş, Hira'da çektiği acıları, var oluş sancılarını yüreğinde hisseden, Fazlurrrahman'ın dediği gibi Hz. Peygamber Hira'da acılar çekiyor, var oluş sancıları içinde kıvranıyordu. 

  Allah bu acıya karşılık vahyini gönderdi. Aynı acılar ve sancılar yaşandıkça yüce Allah bunu karşılıksız bırakmayacak, Peygamber göndermek şeklinde olmasa bile âyette geçtiği ibi " nûr'unu" tamamlayacak, vaadi tahakkuk edecektir. Çünkü O'nun vaadi haktır, sünneti değişmezdir." (İs.Yenilikçileri, c1, s 10, R. İ. Eliaçık) Ama, ne hazindir ki, İslam ve Müslümanlar bu gün istenilen konumda, arzu edilen yerde değildirler. Bir inkılap insanı, bir devrim kahramanı Resulullah (sav)'in Hira'da çekmiş olduğu acılar unutulmuş veya terkedilmiştir. Putçuluğun, putların üzerine yürümüş olduğu kıyam sekteye uğratılmış, yep yeni , dip diri meydana getirmiş olduğu inkılaplar, gelenek adına, klasik anlayış adına mahvı perişan edilmiştir.

  "İslam tarihi açısından biraz daha özelleştirerek söyleyecek olursak, örneğin Ebû Cehil'in muhafazakârlığı ve Hz. Muhammed'in yenilikçiliği tipik bir örnektir. Ebu Cehil, Hz. Peygamber'e gerçekte neden karşı çıkıyordu? Ebû Cehil, Kâbe'nin içindeki putlar (âletler ) etrafında bir menfaat, otorite ilişkisi kurulmuş ve bundan nemalanıyordu. Putlar, üzerinden zaman geçip de de-mode olunca yani yürürlükten kaldırılınca Ebû Cehil'in de onlar üzerine kurulu çıkar şebekesi çökeceğinden yapacağı tek şey muhafazakârlaşmak ve yeni söyleme şiddetle karşı çıkmaktı. O da onu yapmış Hz. Peygamber'e " Putları terk edersek Kureyş aç kalır." demiştir.

  Burada Ebû Cehil, Arap toplumunun geçmişinin, kurulu düzeninin, yerleşik gelenek ve törelerinin simgesiyken; Hz. Peygamber, bu topluma yeni değerler getirmenin , geçmişi ve kurulu düzeni sorgulamanın, yerleşik alışkanlıkları değiştirmek istemenin haline gelmiştir." ( a. g. e. sayfa 13-14 )

  Yani, Hira'da çekilen acının yerini bu gün, yeniden sanki eskiye dönüş dönemi başlatılmış gibi, türbecilik, türbe perestlik, türbeden istekler, yatırdan temenniler almış başını gitmektedir. Kur'an, rafa kaldırılmış, yükseklerde öksüz, mahzun, unutulmuş, terkedilmiş bir şekilde dururken, onun yüce emirlerinin yerini mevlid pazarlıkları almış, 4444 sayılı dualar işgal etmiş, 21 yasinler, 40 yasinler ortalığı ve ortamı işgal etmiş durumdadır. 
 
  Yüce Kur'an, hayattan soyutlanmış, kirliliği, pisliği, haram yemeyi, hırsızlığı, yalancılığı, ribayı, tefeciliği, insan kandırmayı, kalpazanlığı, fuhuşu, ahlaksızlığı vb. haramları önleyemez hale getirilmiştir.
Çünkü, gelenekçi anlayış, klasik düşünce bunu böyle istemekte olduğu için, böyle yapılmaktadır. Yani, hadımlaştırılmış, iğdiş edilmiş bir İslam anlayışı, ortamda kol gezmekte, esas Allah'ın emirlerini , buyruklarını yaşanmaz, radikal hale getirmiştir.

  "İslâm düşünce tarihinde gelenekçiliğin kendi özel şartlarına gelince şöyle bir gelişme olmuştur; Mekke'de mülkün ( ülke, toprak ve devlet ) Sahibi Arap/Kureyş topluluğuydu. Hz. Peygamber bu asabiyeti yıktı. Bu nedenle bölücülük ve Arapları zayıflatmakla suçlandı.

Hz. Peygamber'in getirdiği yeni değerlere göre mülkün sahibi topyekün Müslümanlar, yüce değerleri yaşayan insanlardı. Bu nedenledir ki daha önce mülke hiç yaklaştırılmayan, Arap/Kureyş olmayan unsurlar, köleler, kadınlar vs. mülkte söz sahibi oldular. Bu sosyolojik anlamda bir devrimdir. Ancak bu durum Hz. Peygamber'in ölümünden sonra uzun süre sürdürülemedi.

  Devrimin mantığı devletin mantığına uyduruldu. Mülk, Arap/Kureyş asabiyetinin elinde tutuldu. Hz. Osman'la birlikte asabiyet Arap/Kureyş/ Emevi unsuruna iyice kaydırıldı ve bu dayatıldı. Hz. Ali genelde Peygamber'in yeni değerlerine yaslanarak bu dayatmaya karşı çıktıysa da, etrafında oluşan muhalefet Arap/Kureyş/Haşimi temelinde kendini ifade etmek zorunda kaldı.

  Muaviye'yle birlikte bu mülk iddiası devam etmekle kalmadı , kendi ideolojisini de üretti. Temel iddia şuydu: " Arap/Kureyş/Emevi unsuru mülkün asıl sahibidir. Bu İslam'dan önce böyle olduğu gibi İslâmî dönemde de böyledir. Ve bu mülk, bir ilâhî hak olup Allah bunu böyle takdir etmiştir." Burada Kureyş'in eski " Atalar Kültü", İslâmî dönemde " Peygamber'in Kureyşî olması"na dönüşmüştür. Önceleri geçmişteki otorite " atalar" ( gelenek ) iken, İslâmî dönemde " sünnet " ( gelenek ) olmuştur.

  Mülk, sünnet adına elde tutulmakta, korunmakta ve kollanmaktadır. Nitekim Muaviye, Emevî darbesiyle yönetimi ele geçirdikten sonra hemen sonra Medine'ye gelerek yaptığı konuşmada bunu açıkça ifade etmektedir." (a. g. e. sayfa 18)

Netice olarak;

  İşte, Muaviye'nin; Resulullah (sav)'in devrimlerine, inkılaplarına karşı çıkarak karşıt devrim oluşturmasından bu yana , ümmet perişan, zelil ve zillet içerisinde yaşamaktadır. İslamî sosyal denge yok, eşitlik, adalet, hakkaniyet ilkesi çiğnenmiş, otoriter, hanedanlık, saltanat, babadan oğula intikal, krallığa dönüşme o gündür, bu gündür tüm baskısını, darbesini ümmet üzerinde göstermektedir.

  Hasan'ül-Basri, Ebu Hanife vb. binlerce ulema ve alim dipçik altında, tehditle yaşamış, kimi korkuyla ölürken, kimisi de hapishanenin soğuk duvarları arasında zehirlenerek hayata veda etmişlerdir. İşte, o tarihlerden bu yana, Kur'ân ve İslâm'ın bayraktarlığını yapacak, Allah'ın emirlerini, evrensel buyrukları dünyanın her tarafına ulaştıracak alim yetiştirilmemiştir. Batı alemi, göklerde, fezada, uzayda cirit atarken, ümmeti Muhammed'de yeryüzünde mezhepsel kavgalarla birbirlerini kırıp geçirmektedirler. Ne diyelim? Rabbimiz; ümmete bilinç nasip eylesin, ayaklar altında sürünmekten kurtarsın!.. Âmin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir/Hollanda

Kuran'ın Peygamberi Ümmetini Çok Severdi !
    Kuran'ın Peygamberi Ümmetini Çok Severdi !
    " Allah kime hidayet verirse, işte  doğru yolu bulan odur; kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah'tan başka dostlar bulamazsın. Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun hasrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız." (İsrâ sûresi, âyet 97)
    Sahabeden birisi, Resûlullah (sav)'e gelerek: " Ey Allah'ın Resûlü! Kâfirler yüzleri üstüne mi haşredilecekler?" diye sorduğunda, Resûlullah : " Onu iki ayağı üstünde yürüten kıyamet günü yüzüstü yürütmeye de kadir olamaz mı?" buyurdu. Bu haber Katâde'ye ulaştığında  o da: " Evet, izzetine yemin olsun ki, Rabbim buna kadirdir" demiştir.


    Hakikaten, Kur'an ve tarihi gerçekleri tetkik ettiğimiz zaman görürüz ki, aziz peygamberimiz (sav), ümmetini çok severdi, onların dünyada mutlu olmalarını, saadet içerisinde yaşamalarını arzu ederdi.  Mülhidçe fikirlerde, kafirlikte direnenlere acır, onların bir an önce, hidayete erişmelerini isterdi.

    Bilhassa, kendisini büyüten, hamilik yapan amcası Ebu Talib'in, cehennemde azap görmemesi, eziyet çekmemesi için ona yalvarır, bir Allah'a inanmasını, şehadet getirmesini sık sık ifade ederdi.  Ama, Ebu Talip, gelenek karşısında, örf ve adetleri, atalarının gitmiş olduğu yol karşısında nefsine hakim olamayıp, düşünce ve idrakini, iradesini çalıştırıp Müslümanlığı kabul etmemiştir.

    " Peygamber (as ), tebliğ yöntemi, tebliğ faaliyeti, kâfirlerle kurduğu ilişki, mü'minlerle olan beraberliği, hicreti, savaşları, siyaseti, insan sevgisi, evlenmesi, kadın anlayışı, çocuk sevgisi, kölelere davranışı, infak ve tasadduk ahlâkı, nezaketi, edebi ve kibarlığı, namaz kılması, oruç tutması gibi, hayatın her alanındaki İslamî yaşantısı ile bizlere "İşte İslam'ı böyle yaşayabilirsiniz!" mesajını vermiştir.

    Allah ondan razı olsun ve salât ve selamını esirgemesin . Bizler böyle bir Peygamber'in ümmeti olmakla ne kadar bahtiyar isek, bu nimeti bize bahşeden Rabbimiz Allah'ın kulu olduğumuz için  de o kadar hamd etmekle mükellefiz." ( İktibas, M. Durmuş, Nisan 2008, sayfa 16-17 )

    Çünkü o, merhamet sahibi, merhamet peygamberi idi.  Bir serçe kuşunun bile yuvasının bozulmasını istemez, gördüğü zaman kızışırdı. Minberde hutbe okurken, Kerbela yiğidi Hüseyin (ra) fırlayıp yanına çıktığı vakit, hutbeyi yarıda bırakır,onu sever, saçlarını okşar, sonra ise, hutbesine kalmış olduğu yerden devam ederdi.

    Şimdilerde, camilerimizde cuma günleri bir disiplin vardır ki, hutbe okunurken diz üstü oturmak, sağa-sola bakmamak farzın üzerinde bir farz şeklinde telakki edilmektedir. Ya evdeki durumu? Hangi hanımının yanında ise, orası neşe dolmuş, huzura boğulmuş olurdu. Kendi söküklerini diker, yemeklerde hanımlarına yardımcı olurdu. Yemek beğenmemezlik etmez, önüne gelen her yemeği, Allah'ın birer nimeti bilir, yemek sonunda "Hamd" ederek yemeği sonlandırırdı.

    Uyku düşkünü değil, oburluğu, obeziteyi kat'iyyen  sevmezdi. Sokaklarda görmüş olduğu, tesadüf ettiği düşkünlere acır, yetim ve öksüzlerin halleri onda bir kalp sancısı olurdu. Örneğin, Mute savaşından sonra, Cafer bin Tayyar'ın ailesine,çocuklarına karşı tutumu bu doğrultuda olmuştur.

    Örneğin, günümüz dünyasında, 21 asırda bile, kadınların elde etmiş oldukları haklar neredeyse " sıfır " mesabesindedir. Sokaklarda, kadın öldürmeleri,dövmeleri, darp etmeleri, kurşun yağmuruna tutulmaları, çocuklarının yetim-öksüz kalmaları düşünen insanları kalbî olarak kaygılandırmaktadır.  İsterseniz, sayın H. Atay hocanın bu husustaki görüşünü, tesbitini buraya alalım:

    " Kur'an'da, kadınlığın erkeklikten daha az değerli ve şerefli olduğunu  bildiren hiçbir ayet yoktur. Şahitlikte, iki kadının bir erkeğe eşit tutulması, yalnız tek bir yerde ve mali, ticari bir işlemdedir. Burada kadının kadınlığı söz konusu değildir, unutabileceği ihtimali zikredilmektedir.

    Demek ki, hüküm unutkanlık üzerinde kurulduğuna, unutkanlık da insan olarak yalnız kadının bir niteliği olmadığına, erkek de insan olarak unutma niteliğine sahip olduğuna göre, iki erkek de bir erkeğe denk olarak ancak şahit olabilir.

    Kur'an'da erkek sigasiyla gelen namaz, oruç, hac ve dini emir ve yasaklar, bu ilkeye göre kadınlara da aittir. Kadınların, erkeklerle konuşurken normal ve tabii sesleriyle konuşmaları ve ses tonlarını erkeklerin gönüllerini çekecek ve çelecek şekilde değiştirmemeleriyle ilgili hüküm, erkekleri de kapsamakta ve onların da ses tonlarıyla kadınların gönüllerini çelmemeleri, normal, tabii sesle konuşmaları emrolunmaktadır. .." ( Kur'an Araştırmaları 1, H. Atay, sayfa 32 )

    Hele millet olarak bizler, gelenekleri, bir takım icadları, adetleri, Orta Asya'dan tevarüs eden halleri şu anda bile din olarak algılamakta, onları terk etmeyi, nerdeyse dini terk etmek olarak anlamaktayız. Bizim toplum içerisinde nice hanım kardeşler tanımaktayız ki, erkekler karşısında konuşmazlar " gelinlik etme" diye bir tabir vardır, onu uygulamaktadırlar. Yani, bir hanımın erkelerin yanında, pısıl pısıl, fısıl fısıl konuşmaları, dini bir mahiyet kazanmış durumdadır.

    Halbu ki, Hz. Aişe (ra), erkeklerin tıkandığı, dini açıdan tükendiği bir zamanda, imdatlarına yetişiyor, " şu şudur" " bu budur" diyebiliyordu. Oysa, günümüzde, en çok hurafe, hanımlar arasında gelişmekte, yeşermekte, alabildiğince çoğalmaktadır. Neden ve niçin? Çünkü, hanımlar, cemaatten, camiden, konferanslardan, panellerden, sempozyumlardan soyutlanmış, kovulmuş olduklarından dolayıdır.

    Hanımların, ellerinde bulunan bir takım, küçük küçük namaz hocası kitaplarında, 21 Yasin, 40 Yasin, 4444 sayılı dualar anlatılmaktadır. Bu dualar tavsiye edilirken, amaç, şöyle zengin olursunuz, böyle ev sahibi olursunuz, kocanızla iyi geçinirsiniz, kocanız başka yerlere takılmaz" düşüncesi ile söz konusu kitaplara devam edilmektedir. Onun içindir ki;
    " Kur'an'ın peygamberi, ümmetini çok seven, onlara çok düşkün biridir. Mü'minlerin başlarına bir sıkıntı gelmesi ( ayaklarına bir diken batması bile ) onu çok üzer. Mü'minlere çok şefkatli ve merhametlidir ( 9/Tevbe, 128 ).
    Mü'minlere olan merhamet ve tevazuuna karşın, kâfirlere karşı ise alabildiğine serttir. Buna karşılık, mü'minler de onu kendi canlarından aziz bilirler. Onun eşlerini anneleri sayarlar. ( 33/ Ahzab, 6 )

    Netice olarak;

    Sevgili peygamberimiz ( sav),  baba sevgisini, küçük yaşta kaybettiği için anne sevgisini tatmadığından dolayı, hayatı boyunca, babasız, annesiz çocukları daima bağrına basmıştır.  Hiç bir zaman, gurur ve kibir denilen çirkin mefhumun yanına yaklaşmamış, mütevazi oluşuyla, fakirlerle fakir oluşu ile, halkın alt tabakasını tercih edişi ile sürekli örnek olmuştur.  Çünkü;

    " Peygamber " Yüce ahlak üzerinde" dir. ( 68/kalem, 4). Fakat bu, genelde sanıldığı üzere, Peygamber'in ahlaki güzelliği anlamında değildir. Duha ve İnşirah surelerinde anlatıldığı gibi, müzzemmil ve müddessir kelimelerinin muhteviyatında ifadesini bulduğu gibi , Peygamber'e ' ağır bir söz' vahyedilmişti.

    Yani Muhammed (sav) 610 yılının ramazan ayından itibaren  artık yolunu, gidişatını değiştirmiş, yepyeni bir yol bulmuştu. Bu Allah'ın lütfettiği sırât-ı müstakîm idi. Peygamber'in bu " büyük ahlakı" ( sırât-ı müstakîm) elbette Kur'an'da etraflıca açıklanmıştır. Bize düşen, işte onun o yolundan gitmektir." ( İktibas, M. Durmuş, Nisan 2008, sayfa 17 )

    Onun içindir ki, Müslümanlar, her halükarda Kur'an'a gidecek, ona baş vuracak bütün müşkillerini  çözmek, ondan başka şurada, burada kurtuluş yolu aramayacaktır. Sevgi mes'elesi de öyledir. Resulullah (sav) bizleri yani ümmetini çok severdi. Bizler de ümmet olarak onu çok seviyoruz, gücümüz nisbetinde onun emanetlerini yerine getirmeye çalışıyoruz. Hem de, oraya-buraya sapmadan, hurafî yollara düşmeden!.. Rabbim!.. Bu uğurda bizlere kolaylıklar ihsan eylesin!.. Selam ve dua ile..


 Güzeller güzeli efendimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in aşağıda geçen bir konuşma rivayetinde dünya hayatının bizim için ne kadar boş ve geçici olduğunu çok güzel bir örnekle anlatışını okuyacaksınız buyrun;

 Abdullah İbni Mesut’tan rivayet edildiğine göre , Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir hasır üzerine yatmıştı. Kalkınca , yan tarafında hasırın iz bıraktığı görüldü. Kendisine: “Ya Rasulallah “sana bir yumuşak yatak alsak” dedik. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Benim dünya ile ne alakam var. Ben dünyada ancak bir ağaç altında gölgelenmiş , sonra ağacı bırakarak kalkıp gitmiş olan bir yolcu gibiyim” buyurdu.


 Sadelik ve samimiyet, Peygamber efendimizin yüksek karakterinin başlıca iki vasfını oluştururdu. Peygamberimiz sade yaşar, sade giyinir ve sade yemekler yerdi. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, yer üstünde oturmaktan çekinmezdi.

 Her şeyde sadeliği tercih ederdi. Kendisine güzel bir yemek verilse ona iştirak eder fakat, umumi olarak, bir türlü yemekten fazla yemezdi. İslam dininde dünyayı bırakmak yoktur. Müslümanlık rahipliği yasaklayan bir dindir.

 Bir müslüman, halal olan bütün dünya zeveklerinden faydalanır. Fakat Peygamberimiz, zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarının zevklere dalmalarını da yasaklardı. Mertçe görünebilmeleri için, erkeklerin ipekli elbise giymelerini istemezdi. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi kılından örme elbiseydi. Son nefesini de böyle elbise içinde vermiştik. Dünya elbisesine ehemmiyet vermezdi.

- “Dünya eşyasının bana ne lüzumu var? Benim, dünya ile alâkam, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun alâkası gibidir.” derdi.

 Hicretin dokuzuncu yılı elde edilen ganimetler sayesinde, Medine’de ashabın durumu düzelmiş, umumi refah artmıştı. Fakat, Peygamberimizin evi, eski halini muhafaza ediyordu. Bütün evinin mefruşatı: Bir yatak, bir hasır, bir toprak su ibriği gibi basit eşyadan ibaretti. Yatağı: Bir örtü, deriden bir şilte veya iki katlı bir kumaş parçasıydı. Rasûl-i Ekrem, birçok gecelerini yemeksiz geçirirdi. Günlerce bacası tütmez, aylarca evinde ışık yanmadığı olurdu. Bütün ailesi, yalnız hurma ve su ile geçinirdi:

 Hazreti Âişe diyor ki: “Peygamberimizin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak, bir miktar yulaftan başka bir şey yoktu.”

 Rasûl-i Ekrem: “Bu dünyada, bir misafire bu kadar eşya kâfidir.” derdi.

 Halbuki, devletin hazinesi, Rasûl-i Ekremin emrindeydi. Fazla olarak kendisine ashabın zenginleri, her şeyi seve seve sağlarlardı. İslam tarihçileri derler ki: Cenabı Hak, bütün dünyadaki hazinelerin anahtarlarını ona vermiş, fakat, O reddetmişti.

 Hazreti Ömer, Rasûl-i Ekremin odasını, bir ziyaretinde şöyle anlatıyordu: “Rasûl-i Ekremin sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşede bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm. Bu görünüş karşısında ağladım. Rasûl-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuz üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allahın Peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Rasûl-i Ekrem: “Ey Hattâboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, âhiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu.


 Canlılar içinde ilk olarak Hz. Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratıldı. Hak teâlâ (Her şeyi senin için yarattım, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurdu. Tevrat, İncil ve Zebur’da övülüp müjdelenmiştir.
Âmine validemiz ona hamile olunca, bütün putlar yüzüstü devrildi. Bütün şeytanlar ve sihir yapan büyücüler âciz kalıp, işlerini yapamaz oldular. Doğunca da bütün putlar yıkıldı. Doğduğu gece, Kisra’nın sarayı yıkıldı. Mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşi söndü. Save gölünün suyu kurudu.

Safiye Hatun anlatır: Doğduğu gece 6 alamet gördüm:

1- Doğar doğmaz secde etti.
2- Başını kaldırıp “La ilahe illallah inni Resulullah” dedi.
3- Her taraf aydınlandı.
4- Yıkayacaktım, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.
5- Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm.
6- Sırtında nübüvvet mührü vardı. İki küreği ortasında “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı idi.

Çocuk iken, başı hizasında bir bulut gölge yapardı.

Ona salevat okumak âyet-i kerime ile bildirildi. Kelime-i şehadette, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, birçok dualarda ve Cennette Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanına koymuştur.
 
Allahü teâlâ, Onu kendisine habib (sevgili) yaptı, herkesten daha çok sevdi.

Kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her ilmi, her üstünlüğü verdi. Her yerde her zaman mübarek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi.

Allahü teâlâ, bütün peygamberlere (Ya Âdem, ya Musa, ya İsa) diyerek ismi ile hitap ederken, Ona (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diye özel hitap ediyor.

Namazda otururken, (Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi) okuyarak, Ona selam vermek emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere böyle söylemek caiz olmadı.

Her peygamber kendi milletine, o ise her millete gönderilmiştir.

Her peygamber, iftiralara kendisi cevap verdi, fakat ona yapılan iftiralara Allahü teâlâ cevap verdi.

İsmi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak haram idi.

Hz. Cebrail 24 bin kere geldi. Başka Peygamberlere çok az geldi.

Mübarek hanımları müminlerin anneleri idi ve onlarla evlenmek başkalarına haram edildi.

Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü.

Mübarek teri, gül gibi güzel kokardı.

Uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi.

Üstüne sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı.

Çamaşırları, ne kadar çok giyse de hiç kirlenmezdi.

Taş üstüne basınca, izi kalır, kum üstünde iz bırakmazdı.

Sözü çok vecizdi. Az kelime ile çok şey anlatırdı.

Eshabının hepsi, peygamberler hariç, bütün insanlardan üstündür.

Onun ümmeti de bütün ümmetlerin en üstünüdür.

Onun mübarek ismini taşıyan mümin Cennete girer.

Onu ve ehl-i beytini sevmek farzdır.

Hz. Azrail, içeri girmek için izin istedi. Başka hiç kimseden izin istemedi.

Peygamber efendimiz güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mübarek dişleri görünürdü.

Resulullah efendimiz çok uzun boylu olmayıp, kısa dahi değil idi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübarek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu.

Resulullah efendimiz misvakını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübarek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübarek gözlerine sürme çekerdi.

Peygamber efendimiz kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gayet güzel, nurlu ve sevimli idi.

Güzel huyların hepsi Resulullah efendimizde toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değil idi.

Resulullah efendimizi ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hallerinden, asla kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeye takat getiremezdi. Halbuki, kendisi, hayasından, mübarek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.

Peygamber efendimiz, insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsanları vardı ki, Rum imparatorları, İran şahları, o kadar ihsan yapamadılar. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamayı severdi.

Resulullah efendimiz, zekat malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yemez ve şiir söylemezdi.

Bir kimse, Peygamber efendimizi rüyada görse, muhakkak Onu görmüştür. Çünkü, şeytan Onun şekline giremez.

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *