Sadelik ve samimiyet, Peygamber efendimizin yüksek karakterinin başlıca iki vasfını oluştururdu. Peygamberimiz sade yaşar, sade giyinir ve sade yemekler yerdi. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, yer üstünde oturmaktan çekinmezdi.
Her şeyde sadeliği tercih ederdi. Kendisine güzel bir yemek verilse ona iştirak eder fakat, umumi olarak, bir türlü yemekten fazla yemezdi. İslam dininde dünyayı bırakmak yoktur. Müslümanlık rahipliği yasaklayan bir dindir.
Bir müslüman, halal olan bütün dünya zeveklerinden faydalanır. Fakat Peygamberimiz, zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarının zevklere dalmalarını da yasaklardı. Mertçe görünebilmeleri için, erkeklerin ipekli elbise giymelerini istemezdi. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi kılından örme elbiseydi. Son nefesini de böyle elbise içinde vermiştik. Dünya elbisesine ehemmiyet vermezdi.
- “Dünya eşyasının bana ne lüzumu var? Benim, dünya ile alâkam, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun alâkası gibidir.” derdi.
Hicretin dokuzuncu yılı elde edilen ganimetler sayesinde, Medine’de ashabın durumu düzelmiş, umumi refah artmıştı. Fakat, Peygamberimizin evi, eski halini muhafaza ediyordu. Bütün evinin mefruşatı: Bir yatak, bir hasır, bir toprak su ibriği gibi basit eşyadan ibaretti. Yatağı: Bir örtü, deriden bir şilte veya iki katlı bir kumaş parçasıydı. Rasûl-i Ekrem, birçok gecelerini yemeksiz geçirirdi. Günlerce bacası tütmez, aylarca evinde ışık yanmadığı olurdu. Bütün ailesi, yalnız hurma ve su ile geçinirdi:
Hazreti Âişe diyor ki: “Peygamberimizin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak, bir miktar yulaftan başka bir şey yoktu.”
Rasûl-i Ekrem: “Bu dünyada, bir misafire bu kadar eşya kâfidir.” derdi.
Halbuki, devletin hazinesi, Rasûl-i Ekremin emrindeydi. Fazla olarak kendisine ashabın zenginleri, her şeyi seve seve sağlarlardı. İslam tarihçileri derler ki: Cenabı Hak, bütün dünyadaki hazinelerin anahtarlarını ona vermiş, fakat, O reddetmişti.
Hazreti Ömer, Rasûl-i Ekremin odasını, bir ziyaretinde şöyle anlatıyordu: “Rasûl-i Ekremin sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşede bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm. Bu görünüş karşısında ağladım. Rasûl-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuz üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allahın Peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Rasûl-i Ekrem: “Ey Hattâboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, âhiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu.
Yorum Gönder