Kuran'ın Peygamberi Ümmetini Çok Severdi !
" Allah kime hidayet verirse, işte doğru yolu bulan odur; kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah'tan başka dostlar bulamazsın. Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun hasrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız." (İsrâ sûresi, âyet 97)
Sahabeden birisi, Resûlullah (sav)'e gelerek: " Ey Allah'ın Resûlü!
Kâfirler yüzleri üstüne mi haşredilecekler?" diye sorduğunda, Resûlullah :
" Onu iki ayağı üstünde yürüten kıyamet günü yüzüstü yürütmeye de kadir
olamaz mı?" buyurdu. Bu haber Katâde'ye ulaştığında o da: " Evet, izzetine yemin olsun ki,
Rabbim buna kadirdir" demiştir.
Hakikaten, Kur'an ve tarihi gerçekleri tetkik ettiğimiz zaman görürüz
ki, aziz peygamberimiz (sav), ümmetini çok severdi, onların dünyada mutlu
olmalarını, saadet içerisinde yaşamalarını arzu ederdi. Mülhidçe fikirlerde, kafirlikte direnenlere
acır, onların bir an önce, hidayete erişmelerini isterdi.
Bilhassa, kendisini büyüten, hamilik yapan amcası Ebu Talib'in,
cehennemde azap görmemesi, eziyet çekmemesi için ona yalvarır, bir Allah'a
inanmasını, şehadet getirmesini sık sık ifade ederdi. Ama, Ebu Talip, gelenek karşısında, örf ve
adetleri, atalarının gitmiş olduğu yol karşısında nefsine hakim olamayıp,
düşünce ve idrakini, iradesini çalıştırıp Müslümanlığı kabul etmemiştir.
" Peygamber (as ), tebliğ yöntemi, tebliğ faaliyeti, kâfirlerle
kurduğu ilişki, mü'minlerle olan beraberliği, hicreti, savaşları, siyaseti,
insan sevgisi, evlenmesi, kadın anlayışı, çocuk sevgisi, kölelere davranışı,
infak ve tasadduk ahlâkı, nezaketi, edebi ve kibarlığı, namaz kılması, oruç
tutması gibi, hayatın her alanındaki İslamî yaşantısı ile bizlere "İşte
İslam'ı böyle yaşayabilirsiniz!" mesajını vermiştir.
Allah ondan razı olsun ve salât ve selamını esirgemesin . Bizler böyle
bir Peygamber'in ümmeti olmakla ne kadar bahtiyar isek, bu nimeti bize bahşeden
Rabbimiz Allah'ın kulu olduğumuz için de
o kadar hamd etmekle mükellefiz." ( İktibas, M. Durmuş, Nisan 2008, sayfa
16-17 )
Çünkü o, merhamet sahibi, merhamet peygamberi idi. Bir serçe kuşunun bile yuvasının bozulmasını
istemez, gördüğü zaman kızışırdı. Minberde hutbe okurken, Kerbela yiğidi Hüseyin
(ra) fırlayıp yanına çıktığı vakit, hutbeyi yarıda bırakır,onu sever, saçlarını
okşar, sonra ise, hutbesine kalmış olduğu yerden devam ederdi.
Şimdilerde, camilerimizde cuma günleri bir disiplin vardır ki, hutbe
okunurken diz üstü oturmak, sağa-sola bakmamak farzın üzerinde bir farz şeklinde
telakki edilmektedir. Ya evdeki durumu? Hangi hanımının yanında ise, orası neşe
dolmuş, huzura boğulmuş olurdu. Kendi söküklerini diker, yemeklerde hanımlarına
yardımcı olurdu. Yemek beğenmemezlik etmez, önüne gelen her yemeği, Allah'ın
birer nimeti bilir, yemek sonunda "Hamd" ederek yemeği sonlandırırdı.
Uyku düşkünü değil, oburluğu, obeziteyi kat'iyyen sevmezdi. Sokaklarda görmüş olduğu, tesadüf
ettiği düşkünlere acır, yetim ve öksüzlerin halleri onda bir kalp sancısı olurdu.
Örneğin, Mute savaşından sonra, Cafer bin Tayyar'ın ailesine,çocuklarına karşı
tutumu bu doğrultuda olmuştur.
Örneğin, günümüz dünyasında, 21 asırda bile, kadınların elde etmiş
oldukları haklar neredeyse " sıfır " mesabesindedir. Sokaklarda,
kadın öldürmeleri,dövmeleri, darp etmeleri, kurşun yağmuruna tutulmaları,
çocuklarının yetim-öksüz kalmaları düşünen insanları kalbî olarak
kaygılandırmaktadır. İsterseniz, sayın
H. Atay hocanın bu husustaki görüşünü, tesbitini buraya alalım:
" Kur'an'da, kadınlığın erkeklikten daha az değerli ve şerefli
olduğunu bildiren hiçbir ayet yoktur.
Şahitlikte, iki kadının bir erkeğe eşit tutulması, yalnız tek bir yerde ve
mali, ticari bir işlemdedir. Burada kadının kadınlığı söz konusu değildir, unutabileceği
ihtimali zikredilmektedir.
Demek ki, hüküm unutkanlık üzerinde kurulduğuna, unutkanlık da insan
olarak yalnız kadının bir niteliği olmadığına, erkek de insan olarak unutma
niteliğine sahip olduğuna göre, iki erkek de bir erkeğe denk olarak ancak şahit
olabilir.
Kur'an'da erkek sigasiyla gelen namaz, oruç, hac ve dini emir ve
yasaklar, bu ilkeye göre kadınlara da aittir. Kadınların, erkeklerle konuşurken
normal ve tabii sesleriyle konuşmaları ve ses tonlarını erkeklerin gönüllerini
çekecek ve çelecek şekilde değiştirmemeleriyle ilgili hüküm, erkekleri de
kapsamakta ve onların da ses tonlarıyla kadınların gönüllerini çelmemeleri,
normal, tabii sesle konuşmaları emrolunmaktadır. .." ( Kur'an
Araştırmaları 1, H. Atay, sayfa 32 )
Hele millet olarak bizler, gelenekleri, bir takım icadları, adetleri,
Orta Asya'dan tevarüs eden halleri şu anda bile din olarak algılamakta, onları
terk etmeyi, nerdeyse dini terk etmek olarak anlamaktayız. Bizim toplum
içerisinde nice hanım kardeşler tanımaktayız ki, erkekler karşısında
konuşmazlar " gelinlik etme" diye bir tabir vardır, onu
uygulamaktadırlar. Yani, bir hanımın erkelerin yanında, pısıl pısıl, fısıl
fısıl konuşmaları, dini bir mahiyet kazanmış durumdadır.
Halbu ki, Hz. Aişe (ra), erkeklerin tıkandığı, dini açıdan tükendiği bir
zamanda, imdatlarına yetişiyor, " şu şudur" " bu budur"
diyebiliyordu. Oysa, günümüzde, en çok hurafe, hanımlar arasında gelişmekte,
yeşermekte, alabildiğince çoğalmaktadır. Neden ve niçin? Çünkü, hanımlar,
cemaatten, camiden, konferanslardan, panellerden, sempozyumlardan soyutlanmış,
kovulmuş olduklarından dolayıdır.
Hanımların, ellerinde bulunan bir takım, küçük küçük namaz hocası
kitaplarında, 21 Yasin, 40 Yasin, 4444 sayılı dualar anlatılmaktadır. Bu dualar
tavsiye edilirken, amaç, şöyle zengin olursunuz, böyle ev sahibi olursunuz,
kocanızla iyi geçinirsiniz, kocanız başka yerlere takılmaz" düşüncesi ile
söz konusu kitaplara devam edilmektedir. Onun içindir ki;
" Kur'an'ın peygamberi, ümmetini çok seven, onlara çok düşkün biridir. Mü'minlerin başlarına bir sıkıntı gelmesi ( ayaklarına bir diken batması bile ) onu çok üzer. Mü'minlere çok şefkatli ve merhametlidir ( 9/Tevbe, 128 ).
Mü'minlere olan merhamet ve tevazuuna karşın, kâfirlere karşı
ise alabildiğine serttir. Buna karşılık, mü'minler de onu kendi canlarından
aziz bilirler. Onun eşlerini anneleri sayarlar. ( 33/ Ahzab, 6 )
Netice olarak;
Sevgili peygamberimiz ( sav),
baba sevgisini, küçük yaşta kaybettiği için anne sevgisini tatmadığından
dolayı, hayatı boyunca, babasız, annesiz çocukları daima bağrına
basmıştır. Hiç bir zaman, gurur ve kibir
denilen çirkin mefhumun yanına yaklaşmamış, mütevazi oluşuyla, fakirlerle fakir
oluşu ile, halkın alt tabakasını tercih edişi ile sürekli örnek olmuştur. Çünkü;
" Peygamber " Yüce ahlak üzerinde" dir. ( 68/kalem, 4).
Fakat bu, genelde sanıldığı üzere, Peygamber'in ahlaki güzelliği anlamında
değildir. Duha ve İnşirah surelerinde anlatıldığı gibi, müzzemmil ve müddessir
kelimelerinin muhteviyatında ifadesini bulduğu gibi , Peygamber'e ' ağır bir söz'
vahyedilmişti.
Yani Muhammed (sav) 610 yılının ramazan ayından itibaren artık yolunu, gidişatını değiştirmiş, yepyeni
bir yol bulmuştu. Bu Allah'ın lütfettiği sırât-ı müstakîm idi. Peygamber'in bu
" büyük ahlakı" ( sırât-ı müstakîm) elbette Kur'an'da etraflıca
açıklanmıştır. Bize düşen, işte onun o yolundan gitmektir." ( İktibas, M.
Durmuş, Nisan 2008, sayfa 17 )
Onun içindir ki, Müslümanlar, her halükarda Kur'an'a gidecek, ona baş
vuracak bütün müşkillerini çözmek, ondan
başka şurada, burada kurtuluş yolu aramayacaktır. Sevgi mes'elesi de öyledir.
Resulullah (sav) bizleri yani ümmetini çok severdi. Bizler de ümmet olarak onu
çok seviyoruz, gücümüz nisbetinde onun emanetlerini yerine getirmeye
çalışıyoruz. Hem de, oraya-buraya sapmadan, hurafî yollara düşmeden!..
Rabbim!.. Bu uğurda bizlere kolaylıklar ihsan eylesin!.. Selam ve dua ile..
Yorum Gönder