Muhammed İsmi Bizim İçin Ne İfade Etmektedir ?
" Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa
ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona ( cennette ) bol rızık
hazırlamışızdır." ( Ahzâb sûresi, âyet 31 )
Yüce Kur'an; Resulullah (sav) hakkında tüm bilgileri bizlere eksiksiz,
tam, özet olarak vermektedir. O'nun "Alemlere rahmet oluşunu",
ailevi hallerini, evlenmelerini, zaman zaman hanımlarıyla ihtilaflarını, mehir
mevzularını, nikahın hukuki kaidelerini
bir bir haber vermektedir. Çünkü;
Aziz kitabımız Kur'ân; Ümmeti Muhammed'in dirilişidir, hayatıdır, ruhların ve kalplerin
diriliş ve hayatıdır. Her türlü despotizm, istibdat, müstebitlik, baskı ile
yozlaşan toplumlar, ancak Kur'an dirilişiyle silkelenir, kendini bulur ve
kendine gelir.
Yüce Kur'an; Resulullah (sav)'i bizlere güzelce tanıtmışken, doyurucu,
ikna edici ayetleriyle bizleri bilgi sahibi yapmışken, ne acı ki, bir kısım
aymazlar, ayetlerle yetinmemiş, ayetlerin bilgilerini kendi küçücük kafalarına,
beyin yapılarına göre az telakki etmiş ve hikaye uydurmaya, mev'ize türetmeye
başlamışlardır.
Örneğin; Süleyman Çelebi, bu hususları şiirleştirirken, Resulullah (sav)'in ,
doğumu esnasında sanki annesinin yanındaymış gibi , olayları konuşturmuş, bir
kültür geleneği olan mevlid bu sayede Kur'an'ın önüne geçirilmiştir.
" Gökler açıldı vü feth oldu zulem,
Üç melek gördüm elinde üç âlem.
xx
Biri meşrık biri mağribde anın,
Biri damında dikildi Kâbe'nin."
( S. Çelebi)
Sanırım, Süleyman Çelebi, tam aşka gelmiş, Kur'anî emirleri, ayetleri
bir taraf ederek, mes'eleyi abartıya boğmuştur. Bu gün, camilerimizde,
toplantılarda mevlid okunurken, okuyan mevlidhanlar yükseklerde oturmakta,
Kur'an okuyan, aşır kıraatinde bulunan kişilerde daha aşağılarda, Kur'an'ı,
Süleyman Çelebi'nin şiirlerine payanda yapmaktadırlar. Acaba! diye sormadan
edemiyorum. Bizler, bu halimizle aziz Peygamberimizi büyütüyor, saygı
gösteriyor ona karşı ümmet vazifemizi mi yapıyoruz, yoksa, onun en büyük
mucizesi olan Kur'an vahyini küçültüyor muyuz? Örneğin, Hz. Muhammed, Hz, Musa
ve elli vakit meselesi!..
" Hz. Muhammed, miraçta Allah'la görüşüp dönerken Hz. Musa'ya
uğradığında Hz. Musa, Peygamberimize şu soruyu soruyor; yüce Allah'tan ümmetine
ne hediye götürüyorsun? Hz. Muhammed de günde elli vakit namazı götürüyorum,
cevabını vermiş.
Hz. Musa, Hz. Muhammed'e, benim tecrübem var, bu insanlar elli vakit
namazı kaldıramazlar, git Rabbinden bunu indirmesini iste, demiş. Hz. Muhammed
geri dönmüş Rabbine çıkmış, Allah da beş vakit indirmiş; Hz. Musa gene itiraz
etmiş, Hz. Muhammed'i geri göndermiş.
Cenab-ı Hak beş daha indirmiş, ama Musa tekrar itiraz etmiş, bu itiraz
ve gidiş geliş dokuz defa tekrar etmiş. Çünkü Cenab-ı Hak her defasında beş
indirmiş ve en sonunda beş vakte inmiş, yine Hz. Musa, bu da çok buna da
dayanamazlar, demiş ama, Hz. Muhammed, artık Rabbimden daha aza indirmesini
istemekten utanırım, cevabını vermiş ve böylece beş vakit namaz Müslümanlara farz
olmuş, ancak sevabı elli vaktin sevabı olacakmış." ( Kur'an'a Göre
Araştırmalar 1, H. Atay, sayfa 65 )
" Sıdk ile beş vakt okundukca edâ,
Elli vaktin ecrin eyler Hak atâ."
( S. Çelebi )
Yani, en küçük ilmihal bilgisine bile sahip olan bir Müslüman bu
mes'elenin baştan sona yanlış olduğunu, bu işte, bir İsrailiyat koktuğunu
takdir edecektir. Bunu, ne Hülefa-i
Raşidin, ne sahabe-i kiram, nede müçtehidler kabul etmeyeceklerdir ve
etmemişlerdir.
Çünkü, Ehl-i Kitap bilginleri, açık gözleri kat'iyyen bizler gibi
uyumamakta, gecelerini gündüzlerine katarak, Kur'an'ı, İslam'ı kendi dinlerine
çevirmeye çalışmaktadırlar. Onun içindir ki;
Bu hikayeyi uyduran çok akıllı ve zeki birisi, Kur'an'ın
getirdiği münezzeh, yüce, mutlak Allah anlayışını putperestlik, Yahudilik ve
Hristiyanlıktaki tanrı anlayışlarına benzetti. Allah' ı arştan indirdi, bir
insan gibi misafirini karşılattı, konuştular, sonra ayrıldılar. Sonra Hz.
Musa'nın itirazı ile dokuz defa inip çıktı mı, misafirini karşılamak için,
yoksa geleceğini bildiği için orada mı bekledi?
Bu gibi soruları sormak bile Kur'an açısından ne kadar yanlış ve ayıp
değil mi? Ama, buna inanmak, Kur'an açısından rezaletin rezaleti, küfür, en
azından Allah'ın zatına nezaketsizliktir. Allah'ın oğlu olmadığını, hiçbir şeye
benzemediğini o kadar sert ifadelerle anlatan Kur'an inancını temelinden
yıkmaya yönelik bir mitolojidir. Ama cahil, gafil, kafasız raviler ve onların
destekleyicileri ve inananları, burada Allah'ın yüce, mutlak varlığını düşünmeyi
akıl edememişler.
Hz. Muhammed'i Allah'ın katına çıkararak onu yüceltmek, Allah'ın vekili,
dünyayı idare etmekte yardımcı mevkiine koymak istemişlerdir. Hristiyanlar da
Hz. İsa'yı Allah'ın oğlu yaparak aynısından daha çoğunu yaptılar. Müslüman mitolojistler
de Hz. Muhammed'i böyle yüceltmek, Hz. İsa'dan yukarıda göstermek
istemişlerdir.
Kur'an ise Hz. İsa'yı görevini yapamamış ve ömrü öylece sona ermiş bir
peygamber olarak göstermiştir. Yüce Allah hiçbir peygamberine gönderdiği
vahiylerde, artık dininizi tamamladım, bundan sonra peygamber gelmeyecektir,
dememiştir.
Kur'an ile Tevrat ve İncil arasında bir mukayese yaparak Hz. Muhammed'in
peygamberliğini anlatmak çok yeterli bir delildir. Biz diğer peygamberlerin
peygamberliğine Hz. Muhammed'i delil getiriyoruz. Onlara dayanarak Hz.
Muhammed'in peygamberliğini ispat etmiyoruz, onun peygamberliğinin delili
Kur'an'dır. (a. g. e. H.Atay, sayfa 66)
Netice olarak;
Bizler, müminler olarak, ehl-i Kur'an olarak, kitap ehlinin,
peygamberimiz hakkında öne sürdükleri iddialarını, delillerini, vesikalarını,
bilgilerini kabul etmiyoruz.
Peygamberimiz hakkında, aziz kitabımız ne buyurmuşsa bizler onu okuyor,
anlıyor ve yaşıyoruz. Zaten, toplumun pek de kabul edemiyeceği görüşlerimizi,
düşüncelerimizi, fikirlerimizi zikretmemiz de bunun içindir.
Aksi takdirde, Resulullah (sav)'i mevlid'deki abartılara, ilahilerdeki
hezeyanlara mahkum edecek, onların safsatalarını hak olarak görecek olursak, bu
davranışımız, Müslümanlara hizmet olmayacak, bilakis, ehl-i kitabın ekmeğine
yağ sürmüş olunacaktır. Yani,
Resulullah (sav) ve sahabe-i kiram nasıl yaşamışsa, bizler de onların
izlerinden giderek, Müslümanlığımızı güzelce, Kur'an'a uygun şekilde yaşamalıyız!.. Yoksa, bir kısım sahabe'nin
gelip sordukları gibi, evlenmekten
imtina etmek istediklerini, münzevi
şekilde yaşamak istedikleri gibi, sürekli oruç tutacaklarını
söyledikleri gibi bir anlayışı, Resulullah (sav) öfke ile, şiddetle reddetmiş,
yanına gelenleri ters yüz geri kovmuştur.
O
halde, bizlere ne olmaktadır? Allah'ın farzları, Resulllah (sav)'in sünnetleri
kifayet etmiyor mu ki, yeni yeni icadlar, hurafeler uyduruyoruz? Rabbim! Ümmete ve milletimize akıl ve şuur
versin.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir / Hollanda
Yorum Gönder