Yemek Yedirilecek 3 Sınıf
" Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler." ( İnsan sûresi, âyet 8 )
Âyette geçen " alâ hubbihî "kısmına,
" kendi canları çekmesine rağmen" yerine "Allah sevgisiyle
" manası da verilebilir. Gönüller, ayette zikredilen bir toplumun oluşmasını arzu
etmektedir. Sokaklarda, dilenciliğin, merhamet avcılığının bulunmadığı, infak
edecek, zekat verecek insanların refahı yakaladıkları için, olmadığı bir
toplum.
Örneğin, devlet başkanı Hz. Ömer (ra)'ın fakirliği taa iliklerine kadar yaşadığı bir hengamede, halkının mutlu, asude bir şekilde yaşamaları. Hicretten sonra, Medine'de görmüş olduğumuz tablo böyledir. Herkesin, birbirlerini kardeş ilan etmesi, ırzı ve namusu dışında her şeylerini müşterek kullanmaya başlamaları.
Oysa, mes'eleyi günümüze taşıdığımız zaman görürüz ki, zenginin ihtirasları kabarmış, fakiri insan yerine koymamakta, fakirler ise, zenginlere karşı hasedi, fesadı, hırsı, fitneyi, fücuru olmazsa olmaz etmiştir. Hani, zekat vermekten kasıt, fitneyi, kıskançlığı, kin tutmayı önlemekti? Nerede kaldı böyle bir mefkure ve düşünce?
Ayette yemek yedirilecek üç sınıf insan sayılmıştır. Miskin, yetim ve esir. Miskin, geçimini sağlayamayan yoksul, yetim: kendisine bakacak babası ölmüş çocuk, esirde tutsak demektir. Müslüman olsun olmasın bütün yoksullar, yetimler ve esirler ayetin kapsamına girer. Çünkü ayette bunların Müslüman olacağı belirtilmemiştir. Böylece ayette kendini geçindirmekten âciz olaylara yardım edilmesi emredilmektedir. Aynı emir:
Peygamber (sav) alınan esirleri Müslümanlara dağıtır, herkese götürdüğü esire iyi bakmasını emrederdi. Sahâbîler, kendilerine verilen ve yanlarında iki-üç gün tuttukları esirlere, kendi canlarından daha iyi bakarlardı. Katâde'nin de vurguladığı gibi o gün onların götürüp canlarından iyi baktıkları esirler müşrik idiler. Zaten ayetlerin indiği sırada Müslümanlar arası bir savaş vukubulmadığı için esîr ancak ğayri Müslimlerden olurdu. Müslüman esir, söz konusu değildi.
Peygamber (sav)'in iyilik sever sahibileri, bu ayetlerin tanımladığı ebrâr ( iyiler ) zümresindendirler. Hz. Ali ve Fatıma'da onların en seçkinlerindendirler. Ama ebrâr, sadece ehli beytten, yahut sahabilerden ibaret değildir. Kıymete kadar. ayetlerin saydığı vasıfları taşıyan mü'minler, ebrar zümresindendir. Allah bizi onlardan kılsın âmin, ya mu'în!" ( K. Kerim Tefsiri, S. Ateş, C 6, sayfa 2924 )
Örneğin, devlet başkanı Hz. Ömer (ra)'ın fakirliği taa iliklerine kadar yaşadığı bir hengamede, halkının mutlu, asude bir şekilde yaşamaları. Hicretten sonra, Medine'de görmüş olduğumuz tablo böyledir. Herkesin, birbirlerini kardeş ilan etmesi, ırzı ve namusu dışında her şeylerini müşterek kullanmaya başlamaları.
Oysa, mes'eleyi günümüze taşıdığımız zaman görürüz ki, zenginin ihtirasları kabarmış, fakiri insan yerine koymamakta, fakirler ise, zenginlere karşı hasedi, fesadı, hırsı, fitneyi, fücuru olmazsa olmaz etmiştir. Hani, zekat vermekten kasıt, fitneyi, kıskançlığı, kin tutmayı önlemekti? Nerede kaldı böyle bir mefkure ve düşünce?
Ayette yemek yedirilecek üç sınıf insan sayılmıştır. Miskin, yetim ve esir. Miskin, geçimini sağlayamayan yoksul, yetim: kendisine bakacak babası ölmüş çocuk, esirde tutsak demektir. Müslüman olsun olmasın bütün yoksullar, yetimler ve esirler ayetin kapsamına girer. Çünkü ayette bunların Müslüman olacağı belirtilmemiştir. Böylece ayette kendini geçindirmekten âciz olaylara yardım edilmesi emredilmektedir. Aynı emir:
" Fakat o sarp yokuşu geçemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu ( kölelik, esaret zincirinden) çözmek, yahut açlık gününde akraba olan yetimi, yahut hiç bir şeyi olmayan yoksulu doyurmak, sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır." (Beled: 11-17)ayetlerinde başka bir üslup ile vurgulanmıştır.
Peygamber (sav) alınan esirleri Müslümanlara dağıtır, herkese götürdüğü esire iyi bakmasını emrederdi. Sahâbîler, kendilerine verilen ve yanlarında iki-üç gün tuttukları esirlere, kendi canlarından daha iyi bakarlardı. Katâde'nin de vurguladığı gibi o gün onların götürüp canlarından iyi baktıkları esirler müşrik idiler. Zaten ayetlerin indiği sırada Müslümanlar arası bir savaş vukubulmadığı için esîr ancak ğayri Müslimlerden olurdu. Müslüman esir, söz konusu değildi.
Peygamber (sav)'in iyilik sever sahibileri, bu ayetlerin tanımladığı ebrâr ( iyiler ) zümresindendirler. Hz. Ali ve Fatıma'da onların en seçkinlerindendirler. Ama ebrâr, sadece ehli beytten, yahut sahabilerden ibaret değildir. Kıymete kadar. ayetlerin saydığı vasıfları taşıyan mü'minler, ebrar zümresindendir. Allah bizi onlardan kılsın âmin, ya mu'în!" ( K. Kerim Tefsiri, S. Ateş, C 6, sayfa 2924 )
Geçmiş
te, sofralarımız, iftar programlarımız yoksullarla, miskinlerle, fakirlerle
dolup taşar, dinine, inancına bakılmaksızın, köşe-bucak insan aranırdı.
Diğer taraftan, bir yemek yedirmekle kalınmaz, onların zahmetinden dolayı,
yemek yemekten yoruldukları için ekstra olarak "diş ücreti"
ödenirdi. Zekatlar verilir, fidye ve fıtralar usulen ceplere konurdu.
Oysa,
günümüz dünyasında, bu işler tamamen değişmiş, gösteriş, fiyaka, lüks, zengin
görünme, koltukların kabarması şekline dönüşmüş durumdadır. Böylesi sofralara
fakirler, miskinler kat'iyyen çağrılmaz, onların varlığından utanç duyulur
olmuştur.
Ahiret Nimeti...
"
Mutaffifin sûresi, âyet 22-28'nci ayetlerde kitapları İlliyyinde bulunan,
yahut kendilerinin illiyyinde bulunacakları kararlaştırılmış, yazılmış
bulunan iyi insanların erecekleri nimetler tasvir edilmektedir; Onlar
cennette nimetler arasında, yumuşak, yüksek döşekler üzerinde oturup
çevrelerine bakarlar. Verilen nimetlerden son derece memnun oldukları, yüzlerinden belli olur.
Kendilerine ağzı mühürlü şarap destisinden, Tesnîm karıştırılmış, tertemiz,
güzel kokulu bir şarap sunulur. Bunun hitâmı misktir. Yâni içildikten sonra
ağızda misk kokusu bırakır, yahut üzerine kapatılan kapak miskten
yapılmıştır. Bu
şarap, öyle bir iki kadeh içmekle tükenecek gibi değildir. Yüksekten şarıl
şarıl akan Tesnîm adlı bir kaynaktanda karıştırılmıştır. İyilerin içeceği bu
kaynak tükenmez.
Cennettekilere ikram edilen nimetler bu çekici ifadelerle tasvîr edilirken:
" İşte yarışanlar bunun için yarışsınlar." buyuruluyor. Böylece
dünyadaki insanlar bu nimetlere imrendiriliyor. Asıl yarışmağa , ardından
koşmağa değer, nefis nimetlerin, bu cennet nimetleri olduğu belirtilmiştir.
Başka bir ayette de: " Çalışanlar bunun için çalışsınlar."(
Saffât: 61 ) buyurulmuştur.
Kuşkusuz bu tasvirler, insanların kavrayış derecelerine göre söylenmiş terğîb (
imrendirme) ifadeleridir. Cennet nimetlerinin mahiyetini Allah bilir." (
K. Kerim Tefsiri, S. Ateş, C 6, sayfa 2994 )
Netice
ve sonuç olarak;
İctimai hayatın huzuru için, insanlığın kurtuluşu üzerine yürekler yanmalıdır.
Çünkü, bencillik, egoizma, kapris, bir milleti ve bireylerini hiç bir yere
taşımamış ve taşımayacaktır. Nice taam sahibi, nimet sahibi insanlar okuduk
ve duyarız ki, namları, şanları, isimleri daima hep rahmetle anılmakta,
ruhlarına bol bol dualar edilmektedir.
Oysa,
kendini bir mezbelelik zanneden (!) zavallılar ölümlerinin hemen akabinde
unutulmuş, isimleri geçtiği zaman, ikrahla, nefretle anılır olmuşlardır.
Tarihte,
bu şımarıklığın örnekleri çoktur. Karun'lar, Haman'lar, Firavun'lar,
Ebrehe'ler, Nemrud'lar ve bunların uzantısı olan imansızlar!..
"
Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan
kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden
dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret için
bulunsalar bile onları kendilerine tercihler. Kim nefsinin cimriliğinden
korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. " ( Haşr sûresi, âyet
9 )
Selam ve dua ile..
Selam ve dua ile..
Yorum Gönder