islam peygamber
      Vahiy Karşısında Peygamber Duruşu
 " De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!" ( Fussılet sûresi, âyet 6 )
    Âyeti kerime de zikredilen "Allah'a yönelme" iman, itaat, tevhid, ibadet ve ihlasla mümkündür. Aynı zamanda, şeytanın telkinlerine uymamak, Allah'ı bırakıp başka dost ve uydurma şefaatçılar edinmemek, Allah'a yönelmenin temel şartlarıdır.
    " Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulundukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar ( var ya ), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a ( Kur'an'a )  uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır." ( A'râf sûresi, âyet 157 )
    Âyeti kerime içerisinde geçmekte olan "ümmî" kelimesi, okuma yazma bilmeyen karşılığında kullanılmış olup, Resûlullah (sav)'in bir vasfıdır. Allahü Teâlâ'nın O'nu bu vasıf ile açıklaması ümmî olduğu halde ilmin bütün kemâlâtına sahip olmasındandır ki, bu da O'nun hakkında bir mucizedir.

 Resûl denilmesi Allah'a izafeten, Nebî denilmesi ise kullara nisbetendir. Yani o, Allah'ın elçisi olması bakımından Rasûl, insanlara Allah'ın elçisi olması bakımından Rasûl, insanlara Allah'ın emirlerini ulaştırıp bildirmesi bakımından da Nebî'dir.


    Ayette zikredilen ağırlıklar ve zincirlerden maksat, Tevrat'ta bulunan ve günah işleyen azaların kesilmesi, elbisenin pislik değen kısmının kesilip atılması gibi uygulamasında güçlük çekilen hükümlerdir. İslâm dini bu ağır hükümleri kaldırarak insanları bir tür meşakkat zincirlerinden kurtarmış, kolay ve uygulanabilir hükümler koymuştur.
    Resulullah (sav): bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
    " Benim çeşitli isimlerim vardır. Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben toplayıcıyım, insanlar benden sonra haşrolunacaklar. Ben mahvediciyim ki, Allah benimle küfrü mahvedecektir. Ve ben sonuncuyum." ( Buhari, Tefsir 61, Menakıp 17; Tirmizi, Edeb 67; Darimî, Rikak 59 )
    O bir beşer/insan idi.
    Peygamber (s) bir melek veya olağanüstü bir varlık değil, bir beşer/ insan/âdemoğlu idi. Onun bu sıfatının vurgulanması şüphesiz ki, ölümlü bir kimse aracılığıyla gönderilen mesajın ölümsüzlüğüne vurgudur. Evet, Hz. Muhammed (sav) bizler gibi bir beşer / bir insan idi. Babası Abdullah, annesi Amine hatun idi. Normal zamanını tamamlayıp, diğer insanların doğumu gibi süresini tamamlayarak dünyaya gelmiştir. Bebeklik, çocukluk çağını yaşamış , koyun gütmüş, mahallede icra edilen bir düğün, bir şenliğe katılmak istemiştir.

    Bizler gibi, yer, içer, uyur, giyinir, tuvaletini yapar, evlenir, cinsel ihtiyaçlarını giderirdi. Hanımları vardı. Onun bizlerden üstün meziyeti peygamberlik  görevi ile görevlendirilmiş olması, ısmet sıfatına haiz bulunması idi. Yani, tertemiz, tüm beşeri kirlerden arınmış, büyük günahlardan azade ve son peygamber idi. Ama, ne acı ki, o yüce Rasul'ün tüm bu sıfatlarını arka plana atarak, onu İsa ile yarıştıranlar, hakkında olmadık, aklın ve mantığın ve Kur'an'ın  kabul edemeyeceği sıfatlara büründüren yaklaşımlarda günümüz dünyasında en başta gelen yanlışlıktır.  İsterseniz, Ümmî oluşunu bir alıntı ile devam ettirelim:

     O ümmî idi.
    ' Ümmî '; anneye mensup, anasından doğduğu gibi kalan, okuma-yazma bilmeyen demektir. ( Müfredat, 26, Lisanu'l-Arab, 1/159 ) Kavram olarak " Ümmî", yalnızca okuma-yazma yoluyla elde edilen bilgileri bilmeyen, doğal hali üzere kalan kişiyi anlatır.

    Allah (cc) insanları ümmî bir elçiye  uymaya çağırıyor. (A'raf 7/157-158) . Âyetler de geçen 'ümmî peygamber' ifadesi Peygamber'in okuma yazma bilmemesi anlamına gelebileceği gibi, Kitap Ehli'ne mensup olmayan peygamber şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim  Cuma Suresi'nin 2. âyetin de onun hakkında, " Tevrat'ı bilmeyen, bir kutsal kitaba muttali olmayan' vurgusu vardır ( Hayat Kitabı Kur'an, 1/295).

    Ümmî sıfatını ister okuma-yazma  bilmeyen ve dolayısıyla bu yolla elde edilebilecek bilgileri öğrenmeyen, isterse kendisinden önceki kitaplara muttali olmayan şeklinde anlayalım, sonuç değişmez. Peygamber (sav)  vahiy alıyordu ve vahiyle aldığı bilgilerin hiçbirini daha önceden öğrenmemişti. Bu, daha sonradan onun hakkında , " ona öğretiliyor", "kitap ehlinin kaynaklarından alıyor", " şair olduğu için ona ihsan ediliyor" gibi yapılan bütün iftiraları reddeden bir bildiridir. ( Şûra 42/52, Hûd 11/49).

    Peygamberliği ve vahiy kurumunu anlamayanlar veya anlamak istemeyenler, peygamberlerin kendi zamanlarının en bilgili kişileri olduklarını veya olmaları gerektiğini zannederler. Halbuki peygamberler, duyularla ve akılla elde edilen bilginin değil, duyular üstü yani vahiyden kaynaklanan bilginin tebliğcileridir. Onların tebliğ ettiği bilgi (ilim ) akıl dışı değil, fakat akıl ve idrak üstüdür. Yine peygamberler, yeni bir din  icatçısı değil, vahiyle kendilerine bildirilenleri insanlara açıklayan, öğreten ve uygulayan kimselerdir. Dolayısıyla onların da diğer bilgiler gibi yazılı ve sözlü entelektüel bilgilere sahip olmaları gerekmez.

    Bu açıdan ümmîlik  sıfatı Peygamber için bir eksiklik değil, bilakis bir şeref ve aynı zamanda mucizedir. O'nun kırk yaşından sonra İslâm adına olan faaliyetleri ancak kendisine 'vahy' gelen bir nebinin/elçinin işidir." ( Kuranihayat/ H .K. Ece). Onun içindir ki, Resulullah (sav)'in hayatını, öğretilerini, kendisine gelen vahyi incelerken, mes'eleyi olduğundan, doğasından, Resul-Nebi oluşundan saptırmayarak değerlendirmek, öğrenmek işimiz olmalıdır. Bir kısım, günümüz tarikatçılarının yaptıkları gibi, yani kendi şeyhlerini büyütmek, yüceltmek için, önce Rasulullah (sav)'i,  Allah'ın yanına götürdükleri gibi, İsa (as) gibi Allah'ı yanı başına oturtup, sonra kendi şeyhlerini oralara yürütmeleri, Gavs-Kutup yaparak, aynı hizada, aynı mertebede göstermeleri gibi bir yanlışlığa düşmemek lazımdır.

    Netice olarak;

    " Kuşkusuz biz sana Kevser'i  ( hayat bahşeden vahyi) verdik." Kur'an kurumuş katılaşmış kalp ve topraklara hayat veren Kevseri'yle diriltti. O'na Çöl Kitabı diyenler onun Kevser olduğunu anlamamış ve görmemiş kimselerdir. Fakat bu gerçektir ki, Kur'an Çöl Kitabı değil, Kevser kitabıdır; yani bolluk ve bereket ve hayat kitabıdır. Hidâyet bolluğu, ilim bolluğu, insanlık bolluğu hep ondadır. Bu Kevser insanların gönül ve ruhlarında ilelebet coşacaktır. Bu Kevser/ hayat, Çöllerden güller yetiştirmeye devam etmektedir.

    Malik bin Dinar şöyle der:  " Yağmurun yeryüzüne hayat verdiği gibi, Kur'ân'da mümin kalbine hayat verir." Vahiyle yağmurun kaynağı birdir. İkisi de gökten nazil olur. İkisi de insanlar umutsuz ve çaresiz kalınca nazil olur. Cahiliyet, küfür, şirk, anarşizm her tarafı kaplayınca vahiy can kurtarıcı olarak indi. Yağmur da aynen öyledir, kuraklık, açlık, bulaşıcı hastalıklar baş gösterince iner. Toprak yağmur dışında bir şeyle dirilmez; keza, taşıma ve ithal yöntemlerle kalp dirilmez. " Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi ( güzel) çıkar." Âyette geçen " güzel memleket" mümindir, Kur'an'ı dinlediğinde onu kavrar. Toprak gibi, yağmurla bereketlenir, bitki yetiştirir.

    Âyetin " Kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz"  bölümü de inkârcının kalbine dikkat çekmektedir. Onun kalbi yararsız bitki gibidir, Kur'an'ı dinlediği halde, yağmurdan hayat ve yarar almayan çorak toprak gibi ne bitki yetiştirir ne de hayat bulur." ( kuranihayat.com.A.Candan). Son söz olarak şunu demek istiyorum: Rabbim! Ümmete, Vahy karşısındaki peygamber duruşunu müyesser eylesin. Oraya-buraya yalpa yapmadan, vahiy karşısında eğilip-bükülmeden onu yaşamayı lütfetsin!.. Âmin!.. Selam ve dua ile..
    Şerafettin Özdemir / Hollanda

Peygamber efendimiz vahiy alıyordu ve vahiyle aldığı bilgilerin hiçbirini daha önceden öğrenmemişti. Bu, daha sonradan onun hakkında , " ona öğretiliyor", "kitap ehlinin kaynaklarından alıyor", " şair olduğu için ona ihsan ediliyor" gibi yapılan bütün iftiraları reddeden bir bildiridir.

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *