Ekim 2014

kerbela resmi
   "Allah, o inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah ('ın yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir." (Ahzâb sûresi, Ayet 25)

    Asr-ı Saadet döneminin altın hanım efendisi, Hz. Ali (ra)'ın zevcesi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra)'ın anneleri, Hz. Fâtıma (ranha)'yı ; bu günkü yazı dizimde de anlatmağa devam edeceğim. Çünkü, Tarihte, öylesine din ve imanları ile ün ve şan yapmış Tevhid erleri hanımlar vardır ki, bunları yazmamak, söz konusu etmemek, gündem de tutmamak onlara saygısızlık olacaktır !

    Örneğin, Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz. Fatıma'dır ki, söz konusu bu hanım efendiler, tüm kadınlarımızın anneleridir. Keşke!... 21 asrın hanımları, annelerimiz, kız kardeşlerimiz, kızlarımız ve tüm kadınlar bunları önder edinmiş olsaydı, bunlar gibi İslam önderi olarak numune-i imtisal olabilselerdi? 

    Bazen, tvlerde, düğün programlarına gözüm takılmaktadır. Evlilik seanslarında boy gösteren hanım efendiler, sokaklarda, caddelerde, kalabalıkların içerisinde yürüyen hanımlar; başları kapalı, ama, geri kalan kısımları "bağlar gazeli" misali, kıçlarında kot pantolonlar, " giyinik çıplaklar" örneği, kırıta kırıta yürüyüşleri, envai çeşit rezil endamları, inanan Tevhid hanımefendilerini nefret ettirmekte, yüzlerine tükürecek duruma gelmektedirler. Dolayısıyla,  şimdi, şu alıntımızla, Hz. Fâtıma'yı tanımaya çalışalım:
    "Ebû Cehil, kudurganlığının coştuğu bir gün Resul'e hakaret etmiş ve Fâtıma'dan gereken cevabı almıştı. Küçük Fâtıma'nın sözleri onu çok kızdırmış olacak ki, yavrunun suratına bir tokat patlattı. Fâtımatü'z-Zehra'nın gözlerinden yaşlar boşandı. Manzara, yürekler parçalayacak kadar acı olması yanında, en sefil putperesti iğrendirecek kadar da adi bir davranışı sergilemekteydi ki Ebû Süfyan gibi amansız bir İslam düşmanını bile isyan ettirdi. Ebû Süfyan, Fâtıma'yı kolundan tuttu ve Ebû Cehil'in karşısına dikilerek haykırdı:    " Aynı tokadı o da sana vuracaktır, yoksa seni rahat bırakmam." Bu tokadın, Ebû Cehil'in suratında patlayıp patlamadığını bilmiyoruz, fakat haberi duyan Allah Resûlü, azılı düşmanı olmasına rağmen, Ebû Süfyan'ın sergilediği bu inceliği övmekle tereddüt etmedi. Belki de bu hatıraya saygı için olacak ki, Allah Resûlü, Mekke fethinde şu emri verecektir: " Ebû Süfyan'ın evine giren, emniyettedir." Yıllar önceki bir küçük alakaya, yıllar sonra ne büyük ve ne güzel bir karşılık...    İşte, bu tablolara benzer manzaralar arzediyor Fâtıma'nın çocukluğu... Onun en büyük sırdaşı, bir nevi anne rolünde görülen ablası Zeyneb oldu. Bütün çocukluğunu birlikte geçirdiği ve sonra hayatını birleştirdiği Hz. Ali ile nasıl bir arkadaşlık içinde olduğunu bilmiyoruz. Aralarında 5-6 yaş fark vardı ve Hz. Ali, sürekli olarak gaza veya tebliğ faaliyeti içindeydi. Hz. Peygamber'in ikinci eşi olarak Hatice'nin yerini alan Sevde binti Zem'a, Fâtıma'ya müşfik davranmakta kusur etmedi. Ona, annesini aratmamak için elinden geleni yaptı." (Ehl-i Beyt'in Annesi, Hz. Fâtıma, Y. N. Öztürk, sayfa 6-7) 
    Örtü, örtünmek, tesettür, iffet, afife olma hali Tevhid Müslümanı hanım efendinin imanî süsüdür, akidesidir, yaşam biçimidir. Tesettürü, yerlerde süründürmesi,; onu ayaklarının altına alması, bir milletin bayrağının ayaklar altında ezilmesi, tepelenmesi gibi rezilce, bir rezalet halidir. 

    Müslüman hanım efendi, renkli ekranlarda görmüş olduğu yarı çıplak kadınları değil, Hz. Fâtıma'yı lider, öncü yapmalı, Hz. Fâtıma'nın kızı Zeyneb'i bayraklaştırmalıdır. Hz. Zeyneb'in Kerbela sulu ama, susuz vadisinde Hz. Hüseyin'e nasıl yardımcı olmaya çalıştığını idrakine yerleştirmeli, hayatları boyunca  onun izinden bir nokta, bir çizgi bile ayrılmamalıdır. 

    Yoksa, örtü, " dostlar bizi pazarda görsün" misali, başları kapatıp, başka mahalleri sergilemek, şuh edalarla insanları baştan çıkarmak kesinlikle ve kat'iyyen örtü değildir. Örtü, iffet, Müslüman hanımlara cennet yolunu göstermeli, ahirette hesapsız, sorgusuz bir şekilde cennete dahil olmalıdır. 

    Ben, bazan kendi tarihimizi araştırıyor  ve düşünüyor, ibretle okumaktan kendimi alamıyorum. Örneğin, Maraş'ta destanlaşmış Sütçü İmam kahramanı, niçin gavurun üzerine üzerine kurşun sıkmıştı? Tabii ki, Müslüman Türk annelerinin iffeti ve örtüsü içindir. Tatil aylarında, K. Maraş'a uğrayıp ta, o kahramanı ziyaret etmeden gitmek, ayrılmak vefasızlığın taa kendisi olacaktır. Erzurum kahramanı Nene hatunda öyledir, Kara Fatma nine de öyledir!..G. Antep'te şehit Kamil'in annesi de bizatihi onlar gibidir.. Tamamının makamları cenneti âlâ olsun!.. 

    Netice ve sonuç olarak;

    Tüm bu sitemlerimin yanı sıra şunu da arzetmeden bu günkü yazımı sonlandırmayacağım!..Maalesef, günümüz hanımları, " el alma" " tesbih çekme" " rabıta yapma" yarışına girmiş durumdadırlar.  Yüce Kur'ân'ı yükseklere, duvarlara asmışlar, raflara koymuşlar, mübarek cuma saatinde bir hanım eşliğinde gözlerini yumarak " yoga" yapmaktadırlar!..

    Oysa, mahalle mescidi, camisi hemen evlerinin dört adım ötesindedir!.. Hanımlarımızın, kendi benliklerine döne bilmeleri için Kur'ânî emirleri, beyanları çok iyi bilmeleri zarureti diniyyedendir. Yarın görüşmek ümidiyle!.. Selam ve dua ile..

    Şerafettin Özdemir


kerbela resim
" Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde  (sözlerini) değiştirmemişlerdir." (Ahzâb suresi, Ayet 23)

    Sevgili okurlarım, yazımın ikinci kısmı ile karşınızdayım. Her yıl Muharrem günlerinde bu tür yazıları kaleme alırken, inanın, elim, ayağım titrer, kendimden geçer, kalbimde püfül püfül heyecan kasırgası eser ! 

   Çünkü, onları yazmak, her kişinin, her kalemin haddi değildir. Siz bakmayın, bu kutlu günlerde, Aşura tatlısının tarifi ile uğraşanlara, kase kase aşura bitirenlere ! Onların, Hz. Fatıma ile, Hz. Hüseyin (ra)'ın duçar olduğu elim facia ile bir ilintileri, bir alakaları bulunmamaktadır.

   Onlar için, yeter ki, tatlı tatlı aşuralar yapılsın, biraz da, geçmiş tarihler de var olduğu sanılan bir takım menkıbeler, İsrailiyat yüklü bilgiler tatlı tatlı yerken anlatılsın, konuşulsun !
   Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin'i anlatmak, gündeme taşımak, mes'eleyi enine-boyuna kitlelere, cemaatlere, toplumlara duyurmak kolay anlatılacak bir konu değildir. Nedeni ise, gelenek, atalarcılık, dedelercilik, ninelercilik, beyin ve dimağlara hakim olmuş, İsrailiyat içerikli kulaktan, Tevrat'tan alma bilgiler bu anlatımlara müsaade etmemektedir.

    Başkanlığımız, Müftülüklerimiz; keşke, yukarıda zikredilen eğri-büğrü eylemlere fırsat vermese, müsaade etmeseydi!.. Çünkü, koca Başkanlık ve taşra görevlilerimiz, bu tür eylemleri  ile gülünç duruma düşmekte, sadece, camilerde işi, gücü bitmiş, elden ayaktan kesilmiş, yürümeyen, okuyamayan, okumuş olduğu İstiazenin, Besmelenin bile mahiyetini bilmeyen insanlara anlata bilir, entelektüel kesimler, bu davranışlarını, bu amellerini ellerinin tersi itmektedirler ve dinlememektedirler.

    Halbu ki, Hz. Fâtıma'yı anlatmak, tanımak demek, günümüz dünyasında ve bilhassa ülkemizde, ülke sokaklarında, meydanlarında, caddelerinde, evlerinde meydana gelen kadın-erkek kavgalarının bitmesi, sona ermesi demektir. Çocukların yetim-öksüz kalmaması, yuvaların yıkılmaması, virane olmaması demektir. Lakin, gelenekçilerin işine gelmemektedir Hz. Fâtıma ve Hüseyin'i (ra)'ı anlatmak. Gündeme taşıdıkları zaman, saltanat severler, hanedancılığı sevenler, kralcılığı sevenler, despotizmi sevenler, feodaliteyi sevenler, ataerkil yapıyı sevenleri ürkütecekler, onların vaveyla koparmalarına sebep olacaklardır. 

    " Aile yuvası bireysel sorumluluk dışında farklı sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Evlilikle birlikte eşler iyi ve kötü günlerinde birbirlerinin yanında olmak zorundadırlar. 

    Çünkü evliliğe adım atmak bir bütün olmak demektir. Hastalıkta, sağlıkta, sevinçte ve hüzünde eşler birbirinin yanında olmalıdırlar. Hayatı paylaşmalıdırlar. Paylaşmanın sağlıklı olabilmesi için ilk iş, eşlerin birbirini doğru tanımalarıdır. 

    Eşler, birbirlerinin kişilik özelliklerini, yeteneklerini, güçlü ve zayıf yanlarını öğrenmeli ve başta birbirlerini olduğu gibi kabul etmelidirler. Daha önce yerleşmiş yanlış tavırların zorlama, baskı ile değiştirilmesi zordur. Anlayış ve sabır ile tavırlarda güzelleşme sağlanabilir. 

Günümüzde faydacı bakış açısıyla yetişmiş gönül zenginliğini kazanamamış bireyler, aile ortamında kolayca gergin, tahammülsüz, geçimsiz bir eşe dönüşebilmektedir. Bu kişilerin kurduğu aileler, kısa sürede geçimsizlik girdabı içine düşebilmekte ve şiddetli geçimsizlik nedeniyle kolayca boşanma yoluna gidebilmektedirler. Oysa aile yuvası paylaşma, özveri, sevgi ile huzur ve mutluluğu sürekli kılabilir." (Diy. takvimi, 4 Eylül 2014)

    İşte, mes'ele bundan ibarettir. Sokaklarımızda ki kadın-erkek kavgasının, yersiz düellosunun bitmesini istiyoruz. Bunu bitirmek içinde, alternatif çözüm olarak, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma annemizi tanımamız, onların yuvalarındaki temin etmiş oldukları mutluluğun anahtarını bilmemiz, bulmamız yeterli olacaktır. 

    Hz. Fâtıma, yokluk, fakirlik, bir bakıma açlık içerisinde yaşarken de mutlu idi.. Onun mutlu yuvasında isyan, nankörlük, bağırma, çağırma, rezillik, rüsvaylık, atışma, itişme, didişme bulunmuyordu. Sadece onun mutlu yuvasında Kur'ân sevdası bulunuyor, Resulullah aşkı zirve yapmış, üsve-i hasene olma özelliği kendiliğinden gerçekleşiyordu. 
    " Çok az şey bilmekteyiz Fâtımanın çocukluğu hakkında...Vermeye çalışalım: Yetim doğup öksüz büyüyen Allah Resûlü'nün kızı Betül ve Zehrâ Fâtıma, babasının kainatlar kadar zengin ruhundan aldığı payla çok hassas bir yaradılışa sahipti.. 8-10  yaşlarında muazzez annesi Hatice Valide'yi kaybetmesi onun duygusallığını biraz daha derinleştirdi. Bu ruh yapısına uygun,  zayıf bir bünyesi vardı. Sık sık hasta olurdu. Babaları gibi çok tebessüm etmelerine rağmen aydınlık yüzlerine hâkim olan mânâ, hüzün ve gariplikti. O adeta yıllar ve yıllar sürecek olan " Resûl soyuna zulümler"serisinin acılarını benliğinde duyuyor, onların hepsinden aldığı payı 28 yıllık kısacık bir ömre sığdırmaya çalışıyor gibiydi.
    Böyle olduğu içindir ki, Cenab-ı Resûl onu, diğer çocuklarından farklı bir şekilde bağrına basmış, onun en küçük boyun büküşü karşısında gözyaşlarını tutamamıştı. Kendisinden bir parça olarak tanıttığı bu yavrudan söz ederken, " onun acı duymasına asla dayanamadığını" ifade etmiştir.
    Müstesna bir sırda, bir can yoldaşı olduğuna işaret için, bu nazik ve nazenin yavrunun sık sık ağzını öper ve ilave ederlerdi: " Benim Fâtımam insan hârisidir." Ve evden her ayrılışlarında, diğer hane halkından farklı olarak, Fâtıma'yı, mutlaka öperlerdi." (İsl. Diniyle ilgili özet bilgiler, Y. N. Öztürk)
    Netice ve sonuç olarak;

    İşte, Hz. Fatıma budur. Hz. Hüseyin (ra)'ı Kerbela katliamına hazırlayan, Zulme, zorbalığa, diktatörlüğe, despotluğa karşı durması, karşı çıkması için yetiştiren annedir. Zaten, Hz. Hüseyin (ra)'ın, Beni Ümeyye'nin zorbalarına karşı ne askeri bulunuyordu, ne de oklu, yaylı, kılıçlı, palalı, zırhlı askerleri vardı.

    Hz. Hüseyin (ra)'da öyle bir iman vardı ki, Vallahi, onun Yezid çapulcularına karşı çıkmasıyla beraber  ömürleri 83 yıl bile devam etmemiş, kazmış oldukları çukura, kuyuya, dipsiz  gayyalara kendileri al aşağı düşerek zîr-ü zeber olmuşlardır.  Merhum şair A. Cansız Güllü'nün dile getirdiği gibi:

    "Gök çöker, ayda söner, yıldız yağar, dünya durur,
      Hırs biter, nefs utanır, Din burda İman burdadır."

    Dünya hırsı, menfaati, şanı, şöhreti, ünvanı, saltanatı uğruna elleri değil, ayakları öpülesice Kerbela yiğitlerini acımasızca katledenler, kanlarını dökenler, dünyaya doymadan, zalimliklerini istedikleri şekilde yaşayamadan, bir diğer Abbasi krallarının hışmına uğramışlar, Ehl-i beyte ve tüm sahabe-i kirama karşı acımasızca icra etmiş oldukları zulme kendileri de giriftar olmuşlardır.

    Rabbim!.. Başta, Kerbela şehitlerini ve tüm Sahabe-i kiramı saygıyla, hürmetle anıyorum.. Makamları cennet olsun!.. Selam ve dua ile..

    Şerafettin Özdemir

ehlibeyt görsel
    "Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzâb sûresi, Ayet 33)

    Ayeti kerime de zikredilen ve hitap edilen Ehl-i Beyt, iki cihanın efendisi Resulullah (sav)'in ev halkıdır. Ehl-i Beyt hususunda en uygun görüş şudur: Allah Resulü'nün evlatları, eşleri, torunları olan Hasan ve Hüseyin ve damadı Hz. Ali, Ehl-i Beyt'i teşkil ederler. Bu noktadan hareketle, 10 Muharrem 1436, yani, Hz. Hüseyin ve evlatlarının şehid ediliş tarihlerine kadar bu yazılarım devam edecektir. 

    Çünkü, 10 Muharrem günü, yani Hz. Hüseyin ve ahfadının katledilmeleri, halen terü taze oluşunu korumakta, yürekleri dilhun etmekte , bağırlarımızı, gönüllerimizi parçalamaktadır. O mübarek, mualla insanların elleri, ayakları ve tenleri doyumsuzca öpülmesi gerekirken, maalesef, zalim eller, o fidanları daha meyve vermeden, daha doğrusu çiçek bile açmadan, onları acımasızca tepelemişler, atlarının ayakları altında toz duman etmişler, büyük önder Hz. Hüseyin (ra)'ın mübarek başını keserek köy köy, belde belde ibret olsun (!) diye gezdirmişlerdir.

    "Ashab: " Ya Rasûlallah, sana nasıl salat okuyalım?" diiye sordular. Rasulullah buyurdular ki: " Ey Allah'ım! İbrahim'e salat ettiğin gibi Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyetine de salat kıl. ( Rahmet eyle.) İbrahim'i mübarek kıldığın gibi Muhammed'i, zevcelerini ve zürriyetini de mübarek kıl muhakkak sen övülen ve yüceltilensin."

    Bazan düşünmeden edemiyorum!. Bu nasıl mantık, akıl, düşünce, iman, vicdan ve dini anlayış ki, tarihe yön verecek, İslam'ın bir bakıma kaderi olacak, bütün hal ve ahvalleri Allah'ın rızasından başka bir şey olmayan, bu yiğitlere işkence, kötülük ve zulüm edilebilir?

    Hem, yukarıda zikredilen hadiste de beyan edildiği gibi, günlük ibadet hayatımızda, sürekli onlara salat ve selam gönderdiğimiz halde, böyle bir vahşetin işlenmesi, İslam tarihinin mutlu gidişatına "dur" denilmesi, gerçekten insafsızlık değil, insanlığı, insan olmayı kaybetmek demektir.

    Halbu ki, Ehl-i Beyt'in anlamı, Ev halkı demektir. Terim anlamı ise; Peygamber efendimiz'in ev halkıdır: Ev halkının kimler  olduğu alimler ve bilginler arasında görüş ayrılığı vardır. 

    Meşhur müfessir ibn-u  Atiyye " rics"in manasını izah ederken şöyle demektedir: Rics, günah, azab, necis ve murdar şeylerdir. Allahu Teala bunların tamamını Ehl-i Beyt'ten gidermiştir. Şu alıntımız da bu Ehl-i Beyt meselesini daha geniş şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:
    "Hz. Peygamber'in ev halkı anlamında Ehlibeyt deyiminin de biri geniş, biri dar olmak üzere iki çerçevesi vardır. Geniş anlamda Ehlibeyt Hz. Peygamber'in bütün ev halkını, hatta ev halkına yakın ilişkileri de içerir. Nitekim bir İranlı olan Selman-ı Fârisî için Hz, Peygamber. " O bizim Ehlibeytimizdendir." buyuruyor. İslam geleneği geniş anlamda Ehlibeyt'ten Hz. Peygamber'in hanımlarıyla Hz. Ali , Hz. Fatıma ailesini anlamaktadır.
    Bu anlamda Ehlibeyt deyiminin geçtiği ayet Ahzab suresinin 33. ayeti olup şu mealdedir: " ... Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister ey Ehlibeyt!"
    Dar anlamda Ehlibeyt ise, İslam bilginlerinin ortak kabullerine göre şu dört kişiden oluşur: Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin. Hadis kaynaklarının Peygamberimizin hanımlarından Ümmü Seleme'ye ve sahabi Üsame b. Zeyd'e dayandırdıkları beyanlara göre Hz. Peygamber bu dört kişiyi elbisesiyle sararak: " Benim ehlibeytim bunlardır" demiş ve onlara dua etmiştir. Bu dört kişiye elbise altına alınan yakınlar anlamında Âli Âba ve Ehlü'l-Kisâ da denir." (İsl. Diniyle ilgili özet bililer, Y. N. Öztürk)
    Netice ve sonuç olarak;

    Hz. Hatice'de başlayan, hak dava uğruna maldan geçme, her şeyi sarfedip açma kalma duygusu ve idealizmi, aynen kızı Hasan ve Hüseyn'in anneleri Hz. Fatıma'da da inkıta uğramadan devam etmiştir. Resulullah (sav)'in, Hira'dan korkuyla, heyecanla, telaşla inerek " Dessuruni, Dessuruni" " Beni örtünüz, beni örtünüz"  dediği bir anda, karşısına çıkan kahraman hanım efendi Hz. Hatice validemiz olmuştu. " Korkma!.. Sen, Rabbinin Nebisi olacaksın" teselli ve teminatı ona güç ve kuvvet vermişti.

    Hz. Fatıma'da öyledir!.. Hayatı boyunca dünya malına, servetine, madde sevgisine, altınına, gümüşüne tenezzül etmemiş, sürekli babası Resul'ün gözlerinin içine bakarak, ondan bir saniye bile, bir an bile ayrılmamayı gaye haline getirmiştir.

    Hz. Fatıma, babası Resulullah (sav)'in 63 yaşında dünyadan ayrılmasına dayanamamış, erken zamanda kendisinin de onundan ardından Hakk'a yürümek için duası eksik olmamıştır. Ama, ne bilirdi ki, çok sevgili oğlu Hz. Hüseyin (ra)'ın Kerbela'da başına ne gelecek, ne gelmeyecek, nasıl bir felaketle karşılaşacaktı? Resulullah (sav)'in, üzüntüyle haber vermiş olduğu vakıayı sanki yaşar gibi dünyadan ahirete göç eylemiştir.

     10 Muharreme kadar,  söz konusu yazımın devamı gelecektir!.. Rabbim!.. Bizleri, şehitlerimize komşu eylesin!..Selam ve dua ile..

    Şerafettin Özdemir

mustafa ceceli arapça ilahi

  Mustafa Ceceli, Son albümünde yer alan sözü Ahmet Hulusi'ye ait olan Aşikardır Zat-ı Hak adlı parçasını Arapça olarak seslendirdi. Son zamanlarda dini değerlerin işlendiği parçalara, sanatında daha çok ağırlık veren Mustafa Ceceli, Es albümünde yer alan Aşikardır Zat-ı Hak, adlı parçasını arapça seslendirerek ismini Allah'ın sıfatlarından biri olan, anlamı, Tek olan.. Zatında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla ortağı veya bir benzeri bulunmayan,  dengi bulunmayan olan "Al Ahad - الأحد" olarak duyurdu. Şarkının arapça metnine ve videosuna aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Al Ahad - الأحد
الأحد الحق ظاهرٌ
لو كنت بقلبك تبصر
سترى الله بعظمتهِ
في كل شيءٍ حاضرْ

لو تَكفُفْ عن قولِ أنا
لو كنت لذاتك تُنكر
لو تفنى عن غير الله
ستراه جمالاً وسنا

imam cemaat
  "İmam, mihraba geçer cemaatin önünde,
   Gönlü didara bağlı, göğsü kıble yönünde,
   Gönüller birleşmişler, Hay diye atıyorlar,
   Havf ve reca ile de, Rahmet bekler sonunda."
   ( E. S. Osmanoğlu )

  Malum olduğu üzere, Resulullah'a özenmeyen bir din görevlisinin, imamlıktan haz, tat, ve lezzet alması düşünülemez. Çünkü, maneviyatı yüksek imam ve din görevlisinin sesi, çok çok derinlerden gelir. Bilhassa, imamı güzele meyillendiren, yönlendiren, cemaatin güzelidir.

    Görevin ehli ve layıkı olmayanın, yüksekte olan mihraba yürümesi, çıkması, arzı endam göstermesi tehlikelidir. Onun içindir ki, nefsinin zebunu olmuş din görevlisinin mihraba çıkması yanlış ve neticesi perişanlıktır.

    İmam:

    "Peygambere (sav) vekaleten O'nun mihrab'ına geçen ve İslam cemaatine önderlik eden adamdır. Mihrab: Yeryüzünün gelmiş geçmiş en yüce insanı, iki cihan güneşi, Allah'ın Resulü Hz. Muhammmed (sav) Efendimizin makamı olup, bu dünyanın en yüksek makamıdır.
    Bu makam, Allah'ın emri ile Cebrail'in ( aleyhisselam) Peygamberimize tarif ettiği kulluğun bizatihi önderliğinin edildiği makamdır. bu makam evvela Kabe'ye inzal olunan; Kabe'den mescidlerin ' Mihrab' larındaki imamlara; imamlardan cemaate; cemaatten evlere vasıl olan Allah'ın Rahmetinin tecelli ettiği makamdır.. İmam ise Peygamber'e ait olan bu makama vekâlet ettiği için hürmete layık bir adamdır. 
    İmam: Peygamber efendimiz ( sav ) gibi düşünen; onun gibi gören; anlayan; incelen; sorumluluk duyan veya en azından öyle olmak için çaba sarf eden," (Hayata Yön Veren Düşünceler, E.S. Osmanoğlu, sayfa 129-130)
    Yani, şunu demek istiyorum: İmamlık veya din görevlisi olmak zor ve müşkül bir hizmettir. Öyle, " kıldır kaç" vb. düşünce ve eylemler, her zaman bu hizmetin ilerlemesine, mesafe kat etmesine engel olmuş çirkin bir davranıştır. Nasıl ki, bir muddei umumi 24 saat görevii başındaysa, din görevliside  aynı şekilde hayatın bütününde görev başında olmalıdır ve olmak zorundadır.  Hal böyle olunca, din görevlisinin hizmetlerini ana başlıklar halinde şöyle değerlendirebiliriz!..

    Camii içi hizmetler:

  •     Din görevlisinin rutin hizmetlerini yerine getirmesi,
  •     Vakitlerden bir veya en az yarım saat önce camiyi cemaate açması,
  •     Her perşembe akşamı, Türkçe meali ile birlikte Yasin okuması,
  •     Pazar günleri öğleden yarım saat önce cemaate tefsir dersi yapması, 
  •     Caminin müştemilatının temizliği,  iç ve dış genel görüntüye dikkat edilmesi,
  •     Uygun saatlerde cemaate ilmihal bilgileri verilmesi ve Meali ile birlikte Kur'an okumaya heveslendirmek,
  •     Gençlerin, çocukların ve hanım cemaatlerin yetiştirilmesi.


    Din görevlisinin şahsına müteallik işler:

  •     Din görevlisinin her şeyden çok oturmasına, kalkmasına, davranışlarına dikat etmesi,
  •     Pejmürde kıyafetlerle cemaat huzuruna çıkmaması,
  •     Ütülü, temiz elbieler giyerek cemaatla muhatap olması.
  •     Din görevlisinin her gün yeniden doğmuşçasına, kitap okuması. Sosyal alanlarda üstün olması.


    Din görevlisinin camii dışına yönelik hizmetleri:

  •     Bir din görevlisinin her şeyden önce peşindeki cemaatı, kültür yapısını, bilgi seviyesini yakinen bilmesi,
  •     Cemaat arasında bulunan, entelektüel, bürokrat kimseleri tanıması,
  •     Caminin etrafında kimlerin problemi vardır, kimler, evinde veya hastanede hasta yatmaktadır. Onları bizzat tanıyıp hemen anında ziyaret etmesi,
  •     Cemaatten ölen kimselerin taziyelerine gidilmesi,
  •     Cemaatten bakıma muhtaç dul, öksüz, yetim, şehid ve gazilerin tesbitinin yapılarak, onlarla kontakt halinde bulunulması,
  •     Camii çevresinde düğün, sünnet törenleri yapanlarla görüşüp ziyaret edilmesi...
  •     Hasılı; din görevlisi olmak zor zenaattir. Ülkemizde, görevli memurların işlerinden daha mühim bir görevle yüz yüzedir hoca efendi. Başkaları, rüşvetin, arsızlığın, hırsızlığın içerisinde boğulabilir ama, hoca efendinin tüm bu haksızlıkların tepesinde, yükseğinde olması, her hangi bir çirkefin tozuna, gubarına bile   bulaşmaması lazımdır.


    Netice olarak; 

    " Başına kefenini sarıp, günde beş defa Allah'ın huzuruna dikilen, " Ya Rab! Hazırım, teslim olmaya geldim" diyen insanlar, maddî ve manevî bütün arızalardan arınmış olmak durumundadırlar.    Başkalarının kafalarına giydiği başlıklar, belki rengi itibari ile, üzerine inek pislese dahi görülmeyebilir.    Fakat, imamların başına giydiği beyaz sarığın üzerine sinek pislese dahi görülecektir.    İmam kardeşlerim , duygu ve düşüncelerini, tavır ve hareketlerini bu nazik duruma göre ayarlamak zorundadırlar." ( a. g. e. sayfa 133 )
     "Mana zarafetini secde edenler bilir,
       Zarafetin feyzini, secde edenler alır,
       Şuurla yere yatıp, secde eden kullara, 
       İmam önderlik eder, Rahim Rahmeti verir." 

    Rabbim!.. Bu ulvi hizmeti üstlenmiş, azıcık maaşla hizmet veren hoca efendilere yardım eylesin!.. Onlara, mihrabi Resulullah (sav) gibi örnek insan olmayı lütfetsin!.. Selamlar olsun sizlere hocalarım!..

    Şerafettin Özdemir

allah bizi neden imtahan ediyor
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber !) Sabredenleri müjdele! Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: 'Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz.' derler." (Bakara 155/156)

 Hindistan doğumlu, İslam Araştırmaları Vakfı'nın kurucusu, dinlerin karşılaştırılmasıyla ilgili geniş bir bilgi birikimi bulunan Dr. Zakir Naik'in Allah bizi neden sınıyor, neden imtihan ediyor sorusuna verdiği cevabı aşağıdan izleyebilirsiniz. Allah yapacaklarımızı önceden biliyorsa bizi neden imtahan ediyor, yapacağımız şeyi daha önceden bilmesi bizi yapacaklarımızdan sorumlu tutarmı gibi akla gelen sorulara verilmiş en güzel cevaplardan biri;


Ortadoğuda savaş
   Orta Doğu ülkeleri, bilhassa komşularımız Irak ve Suriye ülkeleri bir kaosun, bir keşmekeşin içerisinde çırpınıp durmaktadırlar!.. Mezhepsel çatışmalar, ırkî düellolar, Işid, Pkk. ve Pyd. denilen kan dökücüleri ölümüne çatışmakta, inadına birbirlerinin kanını dökmektedirler.
   Tabii ki, bu kaotik mizanseni fırsat bilen Pkk. yandaşları, uzaktan, yakından hiç de alâkadar olmayan aziz milletimizi rahatsız etmekte, ülkemiz sokaklarını, caddelerini, meydanlarını kan gölüne çevirmekte, masum vatandaşlarımızın dükkanlarını, mağazalarını, iş yerlerini harabeye çevirmekte, bigünah insanların körü körüne ölmelerine sebep olmaktadırlar. Niçin ve neden?

   Orta Doğu'da bu olaylar, âdice hareketlilik Emeviyye'den bu yana bitmediği gibi, bundan sonra da biteceğe benzememektedir. Yani, Orta Doğu ülkeleri lidersizliği, başsızlığı, başı boşluğu , serkeşliği, eşkiyalığı, anarşizmi, din dışılığı yaşamaktadır. Oysa, onun hayatına, idaresine, şahsiyetine, adaletine, yiğitliğine hayran olduğumuz büyük Yavuz,  aynı bu günkü ortamda olduğu gibi onun zamanında da bozulan Orta Doğuyu ıslah etmek için akın akın Orta Doğuya akın etmişti. 

    Aşağıdaki şiir Yavuz'un Allah Rasûlü (sa)'ne karşı olan hürmet ve muhabbetini ne güzel ifade eder:
    " Ey kerem kanı Rasul-i Kibriya / Kemterindir bu Selim-i pür-hata / Dergehinden ilticâ eyler atâ  / El medet vey ma'deni nur-i huda."
    Zeki ve güçlü kumandan Yavuz, 10 Eylül 1517'de Kahire'den İstanbul'a dönerken:
    "Gönül ister ki, Afrika'nın kuzeyinden Endülüs'e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul'a döneyim!"diyerek doyumsuz fetih arzusunu dile getirirken, gerçek bir müslümanın ufkunu ortaya koymuş oluyordu. Cihangir padişah, bir gün yeryüzünün genişliğini merak etmişti.  O'na bir Dünya Haritası getirdiler. Hayret ve istihfafla baktı ve:
    "Bir hükümdar için eh, neyse!.. Ama iki hükümdar için az!" diyerek, haritayı atının ayaklarının altına attı. Ve atını şaha kaldırdı.

    Bu manzara, Yavuz'un mağrurluğunu değil, rûhunda taşıdığı cihat aşkının haşmetli şahlanışını ifade eder... Büyük şair Yahya Kemal, O'nun bu doyumsuz cihad meylini:

    "Sultan senm-i Evvel-i ram etmeyip ecel;
       Fethetmeliydi alemi şan-ı Muhammedî !"

    Büyük cengaver Hünkar, Osmanlı toprağını, 4,182.000 Km2. genişletti. Mısır ve Arabistan yarım adası Osmanlı hakimiyetine geçti. Hind Okyanusun'a kadar inildi. Kuzey Afrika hakimiyeti ile Osmanlı hududu Atlas Okyanusuna dayandırıldı. Hicaz ve Orta Doğu ülkeleri Osmanlı hizmetine açıldı.

    Mübarek ve mukaddes emanetler, İstanbul'a getirilerek İstanbul, şeref ve izzet kazandı. Bunlar, Topkapı Sarayı'nda mahsus bir hücreye konularak burada yirmi dört saat kesintisiz Kur'ân-ı Kerîm okunması için kırk hafız tayin edildi. ilk Kur'ân-ı Kerim'i okuyan da Yavuz'un kendisi oldu." (Altınoluk, O. N. Tobbaş)

    Sanırım, büyük Hakan hakkındaki bu yazı, Orta Doğu ülkelerinin ızdırabını, hasretini, muhtaç olduğu gerçeği dile getirmektedir. Çünkü, emperyal devletler, Orta Doğu'da boş durmamaktadır. Bir taraftan Şii İran'ı teke düşürürken, diğer taraftan büyük bir kitle olan Sünni Müslümanları da dünya kamu oyunun gözünde küçük düşürmek, bir cinayet şebekesi, cahiller güruhu, kafa kesici olduklarını isbat etmek için, ne idüğü belirsiz Işid teröristlerini, zavallılarını, din bilmezlerini lanse etmektedirler ve öne çıkarmaktadırlar.

    Oysa, "Tavşana kaç, Tazıya tut" diyen kendileridir. Yani, Batı ülkelerdir, ABD'dir, Fransa'dır, İngiltere'dir. İşte, " Bir taşla iki kuş vurmak " bu oyunlara denir. " İt de ölürse kârdan, Kurt'da" Yeter ki, insanlar ölsünler, Şii de ölsün, Sünni de ölsün, Pyd'de ölsün, Işid'de ölsün, Pkk'de ölsün, Türkiye devleti cayır cayır içten içten içe cehenneme dönüşsün, hiç farketmez. Yeter ki, onların gizli servisleri, Cia'leri, Bnd.leri, Kgb'leri görevini yapsınlar, ortamı kızılca kıyamete çevirsinler!.. 

    Türkiye'yi karıştıranların maksatları, ne Pyd'dir, ne de Kobani'dir. Onların asıl amaçları, aziz
 milletimizi söz konusu pisliğin, rezilliğin ortasına çekmek, durup dururken Türk milletini kirli savaşa sürüklemektir.

    Netice olarak;

    Maalesef, Orta Doğu ülkeciklerinde asırlardan beri bitmeyen kıtal, cinayet, zulüm, göz yaşı, sanırım, bundan sonra da bitmeyecektir. Görülen odur ki, tüm sömürücü devletlerin esas hedefleri Türkiye'yi bu rezaletin içerisine çekmek, asil, tertemiz Mehmetçiklerin orada körü körüne şehid olmalarını sağlamaktır.Ama, artık milletimiz uyanmış, ne Almanların, ne İngilizler'in " siz, kahraman milletsiniz (!)" lanetli aldatmacalarına kanmayacaktır.

  Bu millet, Çanakkale'de de Almanlarla beraber savaşa katılmıştı. 253 bin şehid verirken, kaç Alman'ın bu savaşlarda burnu kanamışdır acaba? Sürekli önerimiz şudur: Sabır, teenni, sağ duyu ve akıllı hareket etmektir. Aksi halde, yeniden evlerimizden ağıt sesleri yükselecek, Ali'ler, Hasan'lar, Hüseyin'ler, Mehmed'ler körü körüne, pisi pisine ölecek, emperyalist ülkelerde, petrol havuzlarında kulaç atacaklardır.

    Rabbim!.. Azizi milletimize sabır, sebat, metanet nasip eylesin!.. Şer güçlerin zararından korusun!.. Âmin!. Selam ve dua ile..

    Şerafettin Özdemir

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *