Bilindiği gibi, Adem (as)'ı, topraktan, anasız ve babasız yaratan Allahü Teâlâ, İsa'yı da babasız olarak yaratmıştır.
Ayeti kerime de belirtildiği gibi, yüce Allah'ın kudretinin sonsuzluğu yanında, Hz. Meryem'in de iffetli olduğunun bir ifadesidir. " Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma." (Âl-i İmrân sûresi, âyet 60)
" Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım , sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim." (Âl-i İmrân sûresi, âyet 61)
Bu müthiş ayeti kerimeye " mübahale" ayeti denir ki, bir meselede haklı olanın ortaya çıkması için karşılıklı lânetleşmek demektir. Müfessirlerin belirttiğine göre Necran Hristiyanlarından bir heyet, Allah Resulü'nün huzuruna gelerek, Kur'an Hz. İsa'nın babasız doğduğunu kabul ettiğine göre onun Allah olması lazım geleceğini iddia ettiler.
Hz. Peygamber (sav) onları, bir araya gelerek kim yalancı ise Allah'ın ona lânet etmesi için dua etmeye çağırdı. Fakat, 64 kişilik Necran heyeti buna yanaşmayarak Müslümanların himayesine girmeyi kabul eden bir antlaşma imzalayıp gittiler.
Ne acı ki, Hristiyan dünyası, Teslis'i icad ettiğinden bu yana, Meryem'i ve İsa'yı tanrılaştırmaktan kurtulamadı. 21 yüzyılda kiliseler, kerkler boş olmasına rağmen, sadece nikah törenlerinde, cenaze merasimlerinde kullanılmasına rağmen, söz konusu bu boşluğun, insanın gelmemesinin sebepleri, niçinleri araştırılmadı, bir türlü irdelenmemiştir.
Halbu ki, " İsa'nın yaratılışında anne vardır, baba yoktur. Normalde yaratılış, anne ve babanın üreme hücrelerinin birleşmesi ile oluyor. Üreme hücrelerinin birleşmesi ile iki üreme hücresi zigot adlı tek hücre haline geliyor.
Aslında olay, sadece iki hücrenin birleşmesinden ibaret değildir; ana ve baba olmak üzere iki kaynaktan gelen farklı iki bilginin tekleştirilerek basamaklı olarak somutlaştırılmasıdır.
İsa tipi yaratılışta, babadan gelecek olan bilgi, bir üreme hücresi halinde şekillenmemiştir. Babadan gelecek olan sperm hücresi bir bilgi taşıyıcısıdır; bu sperm hücresi bir bilgi taşıyıcısıdır; bu sperm hücresinin yarım DNA'sında oluşacak olan canlının. cinsiyeti de dahil olmak üzere bir çok bilgi mevcttur.
Burada şu hususu belirtmekte özel bir fayda vardır: DNA ve onun organize şekli olan kromozomlar her ne kadar gözle görülmeyecek kadar küçük olsalar da mikroskopla görülebilirler. Bunlar kitlesi olan yapılardır. Üzerlerinde taşıdıkları söylenen bilgi ise soyut, kitlesiz bir özelliktedir." ( Ol, C. Çevik, sayfa 220 )
Buradan şunu anlamaktayız: Bilgi bazı zamanlarda, bir aracıya, bir elçiye ihtiyaç duyulmaksızın aktarılabilir. Hazreti Cebrail direkt olarak ruhu anneye üflemekte, anne hücrelerinden birisine bilgi yüklemesi yapılmaktadır.
Onun içindir ki, İsa peygamberin yaratılışında bu hücre, , aynı zamanda biyolojik bedeni ve nefsi oluşturmuştur. Ruh burada en başlangıçta verildiğinden zeka gelişmesi, kemale ermesi, konuşma kabiliyetinin kazanılması çok süratli olmakta, İsa belki de bu sebeple doğar doğmaz konuşabilmektedir.
Dolayısıyla; " Hz. İsa tipi ruhlanma da Havva tipine benzer, ama ters yönde bir ruhlanma söz konusudur. Cennette Hz. Havva'nın yaratılışının tersi, dünyada Hz. İsa için olmuş gibidir. Ancak cennette erkekten dişi oluşturulmuşken, dünyada dişiden erkek oluşturulmuştur. Meryem'den İsa oluşmuştur.
Daha öncede tartışıldığı gibi Hz. İsa, Meryem'in bir yumurta hücresinin veya somatik hücrenin aktivasyon ile oluşabilir. Her iki halde de nükleusun veya DNA'nın yenilenmesi söz konusudur. Meryem'in bir hücresi, hücrenin belki de stoplazması kalıp olarak alınmış, buna ruhla beraber nefs yüklenmiş, sonra normal hamilelik süreci başlamıştır.
Anca Hz. İsa'nın bir hücrede ruh ve nefsi yüklendiğinden, hayatının her devresinde olgun insan özelliği göstermiş, ana karnında iken, bebekken konuşmaya başlamış, her zaman olağanüstülükler göstermiştir. Meryem'e Allah, melek aracılığı ile ruhundan üfleyerek Hz. İsa'yı oluşturmuştur." ( a. g. e. sayfa 242)
(Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar ( bu yüzden ) çelişirken de yanlarında değildin." (Âl-i İmrân sûresi, âyet 44)
Burada müfessirlerin ifadesine göre, İsrailoğulları, Tevrat'ı yazmakta kullandıkları kalemlerini nehre atmak suretiyle kur'a çekmişlerdi ki, böylece hangisinin kalemi su yüzüne çıkarsa Meryem'i o himayesine alacaktı. Bu kur'ayı oklarla çektikleri de rivayet edilmektedir.
Nitekim, Meryem sûresinin 27-33 ncü âyetlerinde de zikredildiği gibi, H. Meryem, Hz. İsa'yı dünyaya getirince, onun iffetinden şüphelenen kavmine karşı, daha yeni doğmuş olan Hz. İsa, yüce Allah'ın kudretiyle konuşmaya başlamış ve kendisinin Allah'ın kulu ve Resûlü olduğunu, kendisine Kitap yani İncil verildiğini, Allah tarafından mübarek kılındığını anlatmıştır.
Üzüntü ile belirtmeliyim ki, keşke! Kur'an'ın bahsetmiş olduğu Hak Kitap İncil, ellerde değiştirilmemiş şekliyle bulunmuş olsaydı, Matta, Luka, Markos ve Yuhanna isimleriyle birbirinden farklı, birbirinden değişik şekillere ayrılmış olmasaydı?
Hatta, bir takım gerçekleri içerisinde bulunduran "Barnabas" İncil'i, bu gün yasaklanmış, okunması, üzerinde araştırma yapılması men edilmiş olmasaydı!.. Bu gün, görülecek, müşahede edilecekti ki, İncil, Kur'an'ı tasdik etmiş, tüm insanlık Hz. Muhammed'in elçiliği karşısında birleşecek, insanlığın hayrı için çalışmalar yapılacaktı. Ama, olmadı, olmuyor, hâlâ da olacağa benzemiyor!..Rabbim!.. Tüm insanlığa hak ve hakikati bildirsin ve duyursun!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Yorum Gönder