Bilindiği üzere, Adem (as)'dan ve Havva annemizden çoğalan insanlar, üzerinde yaşamış olduğumuz yeryüzünde çeşitli renk ve dilde küçüklü büyüklü topluluklar oluşturmuşlardır. Küçükten büyüğe, kabileden milletlere varıncaya kadar farklılık gösteren bu oluşumun, temel sebebinin kitlelerin birbirini tanıyıp, anlaşmak, birleşmek ve kaynaşmak olduğu anlaşılmaktadır. Yani soy-sopla, kavimle, milletle tefahurda bulunmak, övünmek yerine, birleşip, kaynaşıp bütünleşmek tercih edilmiş ve öngörülmüştür.
Günümüz dünyasında, hâlâ "kadınlar, erkeklere eşit değildir" tezini savunmak, "erkek her bakımdan üstündür" iddiasında bulunmak, milyonlarca hanım efendiyi gücendirmek, küstürmek, ümitsizliğe düşürmekten başka bir şey değildir.
Çünkü, hanımlar, Resulullah (sav) ile, İslam ile, yüce Kur'ân ile insanlığı yakalamışlar, diri diri gömülmekten kurtulup, cuma namazlarında peygamber hutbe okurken, halife Ömer, hutbe irad ederken, soru sorma yüceliğine, büyüklüğüne erişmişlerdir.
Tabii ki, Emevi kralları, kadınların bu kutsal haklarını ellerinden almışlar, camiden, mescidden uzaklaştırmışlar, soru sorma, sorgulama hallerinden men etmişler, aynı yanlış tutum taa günümüze kadar gelmiş olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile birlikte, hanımlar, hanım olduklarının idrakine varmışlar, insan olduklarını anlamışlardır..
Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve 623 yıllık Osmanlılar zamanında bile, hanım efendiler, üzerlerine getirilen kumalarla, cariyelerle birlikte yaşarken, Cumhuriyetle birlikte, kumalık, cariyelik bitmiş, hanım efendi yeni bir kimlikle, hüviyetle insan olduğunu, hanım efendi olduğunu anlamıştır.
" Kadına yönelik ayrımcılığın muhtemel gerekçeleri:
İnsanlık, kadına yönelik davranış geçmişinde hiç de temiz sayfalara sahip değildir. Özellikle cahiliye devri döneminde kız çocukların öldürülmesi ahlaksızlığı ve zulmü karşısında Yüce Allah, insanların cinayetini belirleme yetkisinin kendisinde bulunduğunu beyan etmektedir.
Başka bir yerde de tüm mülkün sahibinin kendisi olduğunu, dilediğini yaratabileceğini ifadeden sonra sözü cinsiyete getirmektedir. Cinsiyetin ilki burada " kadın" olarak belirlenmiş, buna uygun olarak Kur'ân'da nefs-i vâhide tamlaması da dişi siga olarak getirilmiştir; ondan yaratılan eşi ise- her ne kadar çoğunluk âlimlerce farklı algılansa da- erkek siga olarak ifade edilmiştir. Kuşkusuz bu ifadenin diğer çeşidi, yani erkeğin önce zikredildiği yerler de Kur'ân-ı Kerim'de vardır.
Bir şeyin adının önce zikredilmesi elbette herhangi bir üstünlüğün ifadesi olamaz. Ancak Şûrâ 49. âyette ifade edildiği gibi insana çocuk lütfedilmesinde önce kızın, sonra erkeğin anılması, ona verilen değer anlamında oldukça manidardır.
İnsanın, kendisinin belirlemediği bir cinsiyeti diğerine karşı bir üstünlük gibi gösterilmesine karşı bu tür kullanımları hatırlatmak bazen gerekli ve etkili olabilmektedir.
Dişilik de erkeklik de Yüce Allah'ın birer lütfudur; biri diğerine göre üstünlük ifade etmez; aksi taktirde haksızlık edilmiş olur. Demek ki insan, kendi cinsiyetini belirleme hakkına sahip olmadığı için cinsler de hukuken birbirlerine üstün değil, ailede veya sosyal hayatta birbirlerinin eşleridirler." ( Prof. M. Okuyan )
Yani, bir kız çocuğu annesinden kız olarak doğmuşsa günah mı işlemiştir, doğduğuna pişman mı olmuştur? Doğuran annede, hamlini dünyaya getirirken, hani bir söz vardır " armut dersem çık, elma dersem çıkma" deyişinde olduğu gibi, kızın doğumunu ilahi yasalara rağmen durdurabilir miydi?
Evet, cahili düşüncelere meydan vermeyelim. Allah'ın bütün kulları arasında her hangi bir cins ayırımına gitmeden, hele günümüz dünyasında olduğu gibi, sokaklarda kadın-erkek kavgalarının diz boyu olduğu gibi, bu tür yersiz, mesnedsiz, dayanaksız, Kur'ân, mütevatir sünnet dışı şeylere tevessül etmiyelim.
Bu milletin hanımları olsun, beyleri olsun, tamamı Allah'ın birer kullarıdırlar. Onurlu, izzetli, mükerrem bir şekilde yaşamaya, Allah'a kul olmaya teşvik edilmelidir.
Elbette, bu mevzuda din bilginlerine büyük görevler düşmektedir. Doğruyu, hakikati, Kur'ânî emirleri dobra dobra okuyan, haykıran din bilginlerine!..
Hani, Abbasi hükümdarı Harun Reşid, eşi Zübeyde hanımın üzerine evlenmek isteyince, Zübeyde hanım, bu düşünceye şiddetle karşı çıkmış ve mes'ele büyük müçtehid Süfyan-ı Sevri'ye intikal ettirilmiştir.
Nisa sûresinin 3. ayeti hatırlatıldığında, 2 evlilik, üç evlilik ve dört evlilik ifadeleri söylenince, Süfyan-ı Sevri, yiğitliğini, kahramanlığını, korkusuzluğunu ortaya koyarak, " ayetin alt kısmını " tek evlilik" kısmını hatırlatarak, " Ya Harun!.. Sen adaletli davranamazsın" diyerek , evlenmesinin ona helal olmadığını söylemiştir.
Gerçekten bu nazik konuyu gerilerde bırakmak gerekirken , gündeme, günümüze taşımak doğru değildir. Çünkü, zaten, ülke sokakları, bireylerin evleri kan gölü durumundadır.
Çocuklar mağdur, mazlum durumunda olup, cahil annenin, babanın kahrına uğramakta, onların ihtiraslarının, hırslarının, hiddetlerinin, şiddetlerinin kurbanı olmaktadırlar.
Babalar, hapishaneye doğru yol alırken, anneler ya sakat kalmakta, yahut da kara toprağın bağrına serilmektedirler. Niçin ve neden?
Çünkü, gelenekçi İslâmî kesimler, hacılar, hocalar, mevki sahipleri Kur'ânî emirleri anlatmıyor, doğruları söyleyemiyorlar!.. Cahil halk tabakasını memnun etmek için, eskileri, rivayetleri, hurafeleri anlatıp, hanım efendileri geçmiş asırlara taşıyoruz. Halbu ki, çağımız; erkek-kadın, aydın, münevver, okumuş, bilgin, bilgili insanlar istemektedir.
Erkek cemaatler, camileri tıklım tıklım dolduruyorsa, kadın efendiler de dolduracaktır!..Erkekler cilt cilt tefsirler, mealler okuyorsa, hanımlar da okuyacaklardır. "Mızraklı ilmihal" zamanları ile yetinme, Yusuf Tavaslı hocanın kitapları ile zaman geçirme , gerilerde kalmıştır. Rabbim bizlere, Kurânî anlayış lütfetsin. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Yorum Gönder