Mart 2015

islam, camii, manzara
" Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan ( onlara uygulanandan ) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." ( Fâtır sûresi, âyet 43 )

Dün olduğu gibi, günümüz dünyasında da, maalesef, Müslümanların Peygamber algısı çarpık, Kur'an ve Sünnet dışı anlatımlarla doldurulmuş, zenginleştirilmiş durumdadır. Tabii ki, bu abartmalarda, Kur'an çizgisinden sapmalarda, Yahudi ve Hristiyan dünyasını da taklit vardır. Nasıl ki, Hristiyan alemi, Hz. İsa'yı göklere uçurmuşlarsa, hemen Allah'ın sağ tarafında bir mevki, bir makam vermişlerse, bu tür bir makam veriş, Allah'a yükseltme meşguliyeti, düşüncesi, Müslümanları da, bilhassa tarikat çevrelerini, gelenekçi kesimleri de harekete geçirmiş, bunların da, işleri, güçleri, düşünceleri, zihin dünyaları , Resulullah (sav)'i Kur'an dışı çizgilere çekmek, Allah'ın ona vermiş olduğu vasıfları tamamen ters yüz ederek, İsa peygamber ile yarış yapar, hatta, ondan öte mevkilere, makamlara gitmiş, yapmışlardır!.. Onun içindir ki:

"Toplumumuzda genel itibariyle yanlış bir Sünnet algısı buna bağlı olarak da yanlış bir Peygamber tasavvuru hüküm sürmektedir. Gelenekçi ve Yenilikçi şeklinde yapılan tanımlamalar, Peygambere sadece kendilerinin bağlı olduklarını ve Peygamberin sünnetini yaşattıklarını iddia edenler, biz ve bizim gibi uydurma rivayetlerle, Peygamberimizin Kur'an'a uygun ve örtüşen sözlerinden oluşan Hadisler noktasındaki hassasiyetimizi anlamayıp bizleri de Sünnet düşmanı olarak görmeleri ve bu şekilde lanse etmeleri gerçekten ironik bir durumdur.
Evet gelenekçilerin klasik bir yöntemi olarak karşısındakini sapık ilan etmek, dinsiz göstermek ve her türlü iftirayı ve çamuru atmak suretiyle yaptıkları bu karalamalar bizim için sorun teşkil etmiyor. Bizler vahiyle inşa yolunda gayret gösteriyor ve onların nitelemelerinden uzak olduğumuzu beyan ediyoruz.
Fakat işin acı yanı daha Sünnet kavramının Kur'an'daki karşılığı nedir? Sünnetullah ne demektir? Allah kendisinin dışında başka birinin sünneti olmasına nasıl bakar? gibi soruların cevaplarından bihaber olanların yaptıkları bu sığ eleştiriler gerçekten tutarsızdır. " 

" Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın." ( Ahzâb sûresi, âyet 62)
Ne yazık ki, Resulullah (sav)'in, evrensel peygamberliğini bir tarafa bırakmış, onun tüm insanlığın peygamberi oluş vasfını, bir millete, bir bölgeye, indirgeyerek, onun adına bir hayli uyduruk, saçma, Kur'an dışı basit, yüzeysel davranışları sünnet diye toplumlara lanse etmeye çalışmışlardır.

Kadisiye kahramanları, basit , sıradan giysilerle, parmaklarındaki gümüş yüzüklerle çalım satmıyor, günümüzde olduğu gibi, kılmış oldukları üç-beş rekat nafile namazı, orada, burada reklam etmiyorlardı!.. Tutmuş oldukları, bir kaç günlük nafile oruçlarını, camii avlularında, mescit köşelerinde kimselere duyurmuyor, ülke ülke, kıt'a kıt'a fetihde bulunuyorlardı.

İğdiş edilmiş/hadımlaştırılmış Peygamber algısı, Müslümanları bir yere taşıması, götürmesi mümkün değildir!.. Çünkü, aziz peygamberin hedefi, gayesi ve ileriye yönelik düşüncesi, tüm insanlığı kapsayacak, kurtaracak şekilde bir peygamberlik yapmak, beşeri, Kur'anî emirler doğrultusunda irşad ederek kurtarmaktı.

Hakikaten, evvel emirde, yaşamış olduğu bölgede müşrikliği, putçuluğu bitirmiş, aynı düşüncenin tüm dünyayı sarmalamasını da arzu ediyordu. Öyle ki, San'a'dan yolculuğa çıkan bir yolcu Hadramevt'te mola versin, her an, her yerde kendini emniyette hissetsin, Allah'a karşı kulluk görevlerini yerine getirsindi.

Ama, ne hazindir ki, günümüz dünyasında, yanlış Peygamber algısı sebebiyle, İslam ülkeleri birbirini kırmakta, birbirlerini öldürmekte, birbirlerinin üzerlerine şarapnel bombaları yağdırmakta, daha olmadı yüzlerce uçaklarla Yemen milleti bombalanmakta, Irak yerle bir edilmekte, Suriye'de taş taş üstünde konmamaktadır!..

Aziz peygamberimizin mesajlarını, gerçek yaşamını, Kur'anî halini çok iyi analiz ve tahlil etmeliyiz!.. İbadetleri, müttakiliği, ihlası, samimiyeti, infak düşüncesi, beşeri ilişkileri, insanlar arasında kavim, kabile, sınıf ayırımı yapmaması, evlilik düşüncesi, kadınlara karşı sevgi ve saygısı, eşitlik, adalet, hukuk ölçüleri ve anlayışı bizler için baş tacı olmalıdır!

Resulullah (sav)'in çocuklara karşı şefkati, sevgisi, onları bağrına basması, kadınları, dinleyip, onların sorunlarına çare olması, mescitde , Cuma hutbesinde bile hanımların sorularına anında cevap vermesi, daha olmadı hanımları vasıtasıyla hanımların özel hallerine İslam'ı bakış acısını, Kur'an'ın emirlerini tek tek bildirmesi, duyurması önemli mes'elelerdir!.. Şu ayeti kerimeyi birlikte okuyalım:
" ( Deki): Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!" ( En'am sûresi, âyet 114)

Onun içindir ki, günümüz Müslümanlarının yapacakları tek şey bulunmaktadır. Hz. Peygamberimiz (sav)'i yakinen tanımak, onun evrensel mesajlarının ne olduğunu bilmek, tüm hayatını bilmek ve nefsimize, ailemize, toplumumuza da yansıtmak en büyük görevimiz olmalıdır.  Rabbimiz, Aziz milletimize İslamî, Kur'anî güzellikler bahşeylesin. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir

cami çiçek sultanahmet
"Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır." (Araf sûresi, âyet 179)

Daha önceki yazılarımda da izah etmeye çalıştığım gibi, tarihte vuku bulmuş, acı, vahşet içeren Kerbela olayı ile aziz milletimizin hiç bir bağı, bağlantısı bulunmamaktadır. Tabii ki, bu vahşet dolu taploda haklı taraf belli, günaha batan, cürüm işleyen taraf ortadadır. Millet olarak, kavim olarak Kureyş insanlarıdır. Sülale olarak Beni Haşim kabilesinden, Resulullah (sav)'in torunu Hz. Hüseyin (ra) ve Beni Ümeyye kabilesinden Yezid arasında geçen bir faciadır!.. 

Mes'eleyi tarihe götürdüğümüz zaman, haklı, haksız muvacehesinden baktığımız an, insanlığın % 95'i Hz. Hüseyin (ra)'ın kıyamını haklı bulacak, yiğitliğini, İslami yürüyüşünü alkışlayacaktır. Ya Muaviye ve Yezid cephesi ? Örneğin; Anadolu topraklarında, mumla arasanız bir Muaviye, bir Yezid ismine rast gelmiş olmayacaksınız. Demek ki, Müslüman Türk insanı, tüm sahabe-i kiram gibi, Ebu Hanife, Süfyanı Sevri vb. müçtehidler gibi Hz. Ali sevdalışı, Hz. Hüseyin bendesidir. O halde, Türkiye topraklarında niçin Alevilik-Sünnilik sürtüşmesi, cedelleşmesi, vurması, kırması, düellosu bulunmaktadır? Sanırım, bu sorunun cevabı şu olacaktır: Cehalet, bilgisizlik, bağnazlık, mezhep taassubu, Kur'an bilmemektir!.. Şu şiirime birlikte kulak verelim: Bu millet bir bütün, bütün kalacak!.. 

"Asker olduk, cephe cephe savaştık, 
Vatan için haykırarak, yarıştık, 
İyilikte, güzellikte barıştık, 
Bu millet bir bütün, bütün kalacak. 
x
 Mâbedler birliğin, sembolü oldu, 
Minarede ezân, kalplere doldu, 
Sıklaştıkça saflar, nefret son buldu,
 Bu millet bir bütün, bütün kalacak!" 
(Ş. Özdemir) 

Bu noktadan hareketle, şu hususu açık açık iddia etmek zorundayım. Bu millet, tarihin her anında bir ve beraber olmuş, Çanakkale'de koyun koyuna yatan, Yemen'de vatan hasreti çeken, Bingazi'de şehit düşen , aynı kaderi paylaşan, aynı acıyı, ıstırabı, zulmü, açlığı, fakirliği, çileyi beraber çeken bir millettir!.. Öyleyse, niçin bir ve beraber değiliz? Mezhepsel tartışmaları, ayrılıkları bir taraf ederek, bir noktada birleşemiyoruz? Sözü, sayın Bülent Bakiler beye bırakacak olursam, bakın neler söylemektedir!.. 

Alevi vatandaşlarımız, Türk vatanının insanlarıdır. Mezhepleri ne olursa olsun, cem evlerinde hangi istikamette bir hizmet verilirse verilsin Müslümandır ve Sünni kesimlerin de böyle bilmesi lazımdır. Aksi halde, bu kitleyi yadırgarsak, kınarsak, töhmet altında bulundurursak, " Kızılbaş" " Alevi" " Tahtacı" " Nusayri" " Fellah" vb. şekillerde mantıksızca suçlarsak, korkarim ki, bu büyük kitle Türkiye'ye, Türkiye devletine, hacılara, hocalara kırılacak ve küsgünlüğü devam edecektir. 

Öyleyse, elmas ruhlu Ebubekir olmalıyız!.. Hoş görü sahibi, seven, herkesi kucaklayan bir millet olmak durumundayız!.. Aksi halde, kömür ruhlu Ebu Cehil'in yapmış olduğunu işlemiş, haksızlık, hakka tecavüz, suiistimal, benlik, gurur, kibir duygularının içerisinde zaman geçmiş olur, boşa geçmiş zamandan da Müslümanlar mes'ul olacaktır.

Kendi milletimizin bir parçası olan Alevilik ve Sünnilik mes'elesini dış mihraklar, Almanya gibi ülkeler tartışırsa, değerlendirmiş olursa, ayıbın ayıbı , günahın günahı olacaktır!.. Bazan, Almanya basınını takip etmekteyim. Alevilik konusunu, Almanya siyasilerinin, yazarlarının, çizerlerinin, mütefekkirlerinin gündemde tutması, değerlendirmesi bizleri ürkütmektedir. Sanki, Lüther'in intikamını alırcasına, arka çıkmaları pek de hoş bir görüntü değildir. 

Çünkü, ben bu davranışta ard niyet sezinlemekte, böylesi düşünceleri iyiliğe yormamaktayım. Çünkü, Alevilik, Sünnilik, Kürt, Türk vb. sorunlar, bu milletin halledeceği işlerdir. Dışardan gazel okumaya hiç mi hiç gereksinim bulunmamaktadır. Ülkemiz büyük, milletimiz şanlı bir geçmişe sahip, yani, Çanakkale devri değil ki, bu milletin çocuklarını kobay gibi kullansınlar, bu milletin çocukları 253 bin şehid verirken, bir o kadarda yaralı gazi olurken, müttefikimiz Almanya'nın bu çarpışmalarda kaç askeri ölmüştür? Bunu bilmemiz lazımdır. Rabbimiz, Aziz milletimize, birlik, beraberlik, dirlik ve düzen lütfetsin. Selam ve dua ile. 
(Şerafettin Özdemir)

sami yusuf gift of love
Sami Yusuf'un, dünyanın ilk dinlerarası Marşı niteliğinde olan "The Gift of Love" adlı parçasını duyurdu.''The Gift of Love'' adlı eseri için Türkiye, Suudi Arabistan, Filistin, Ürdün, Kanada gibi farklı ülkelerde çekim yapıldı.

Dünya Dinlerarası Uyum Haftası etkinliğini temsil etmek için Sami Yusuf tarafından gerçekleştirilen bu projenin video klibini aşağıdan izleyebilirsiniz.



Bu videoyu, HD ve 4K dahil olmak üzere birden çok çözünürlükte izleyebilirsiniz.

 


kuran okuma anlama
" O (cehennem), insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için büyük bir uyarıcı musibetlerden biridir." (Müddessir sûresi, âyet 35, 36, 37)

Bu yazımla, vahyedildiğinden bu yana, Müslümanlar olarak, elimizden düşürmediğimiz, her an, her dem onunla bir ve beraber olduğumuz, yasinler, hatimler indirdiğimiz, onu hayatımızın tek kitabı kabul ettiğimiz aziz kitabımız Kur'an'ı okuyup, ama, anlamadığımızı, mesajlarına, içeriğine nüfuz etmediğimizden bahsedeceğim!,,

Evet, Kur'an'ı inişinden bu yana okuyoruz!.. Evlerimiz de, camilerimiz de, hayatımızın her anında ve her daim!..Ama, Resulullah (sav) ve sahabe-i kiram dönemindeki okuyuşlar, günümüz dünyasında bulunmamaktadır!.. Onların okuyuşları farklı, bizim okuyuşumuz farklıdır!..
Onlar, Kur'an'ı okuyup, hemen emirlerini hayatlarında uyguluyor, millet bünyesinde ayetlerin hükümleri makes buluyordu. Ya biz? 

"Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur." (Mâide sûresi, âyet 85)

Kur'an'ın, dünkü okunuşu farklı idi, günümüzde kafalarımızı sallayarak okuduğumuz Kur'an çok çok farklıdır!.. Dün, Kur'an okunuyordu, devlet olmak için, devletin yönetim tarzını belirlemek için, milleti ona uydurmak, uygulatmak için okunuyordu. 

Günümüz dünyasında ise, okunmasının amacı, mezardaki ölüleri kurtarmak, dirileri yaşayışları ile baş başa bırakıp, ortamdan, dünyadan, hayattan, evlerden, sinelerden, toplum içerisinden, sokaktan, meydandan, iş yerlerinden, caddelerden uzaklaştırmak içindir. Niçin ve neden?

" Emevi ve Abbasi hanedanları zamanında din adamları tarafından uydurulan dinin etkisi Müslüman ülkelerde hala baskın durumda. Kur'an'ın eksik, anlaşılamaz ve manevi bir rehber olamayacak kadar yetersiz olduğu fikri, dinsel kitapların ortaya çıkması için muazzam bir talep oluşturdu; ve sakallı sarıklı din adamları tarafından ciltlerce kitap ortaya çıkarıldı.
İnsanlara bu kitapların Kur'an'ı tamamlayacağı, açıklayacağı ve detaylandıracağı söylendi. Dolayısıyla bu din adamlarının ima ettiği aslında Allah'ın bilge ve kolay anlaşılır bir yazar olmadığı idi; mesajını açıkça ifade edemediği gibi; bir çok konuda, hatta bazı önemli manevi ilke ve uygulamaları içeren konularda bile rehberlik sağlamayı başaramadı.
Bu tamamlayıcı kitaplar olmadan, Kur'an bireylere dinde ancak sınırlı derecede yol gösterici olabilirdi. Hatta bazıları , işi sadece Kur'an okumanın kişiyi yanlış yola götüreceğini ilan etmeye kadar götürdü. Sayısız hadis ve mezhep hukuku şeriat kitabı " sahih" yani güvenilir veya " hak" yani gerçek olarak etiketlendi.
Böylece bu kitaplar pratikte Kur'an'ın yerine geçmiş oldular. Kur'an tek başına anlaşılabilecek bir kitap değildi; insanların Kur'an'ı anlayabilmek için profesyonel anlatıcılara, koleksiyonculara, editörlere ve söylenti ve spekülasyon ulemasına gereksinimi vardı.
Bir çok insan Kur'an'ı yorumlamak ve açıklamak için yazılmış ciltler dolusu kitap arasında kayboldu ve Kur'an'ın kendisini çalışmak için zaman bulamadı. O zamanı bulan ayrıcalıklı azınlığın ise Kur'an'ın anlamak için çok az şansları vardı, çünkü zihinleri insan yapımı dini talimatlarla zehirlenmiş, mantıkları " kutsal virüsler" olarak adlandırabileceğimiz çelişkili öğretiler tarafından yozlaştırılmıştı. " ( kimseonuokumuyor.com)
Zaten, Emevi ve Abbasi krallarının istediği de bu idi.. Kur'an; okunsun, hatimler indirilsin ama, emirleri, helalleri, haramları, buyrukları hayata yansımasın, kralların keyfini, rahatını, huzurunu bozmasın idi. Bir kere, çirkefe bulaşmış, saraylarında çengi, çüngüş, işret, şarabın her türlüsü içilen bir alemde, bir ortamda Kur'an olamazdı ve onun için oldurmadılar!..

Emevi ve Abbasi dönemlerinde böyle atılan temel, Selçuklu, Fatımı, Osmanlı ve diğer zaman dilimlerinde de aynen bu şekil yaşanmış, tatbik edilir olmuştur!.. Hatta, iş o kadar ileriye götürüldü ki, bir takım uyduruk hesaplar, kitaplar, düşünceler uğruna, " kardeş katli" " yeğen katli" bile fetvalarla desteklenir, cevaz verilir hale getirildi. 

Osmanlı dönemlerinde, yaşayan şehzadeler, akıllı, mantıklı, dürüst bir şekilde hayatı yaşayamamış, sürekli ha bu gün, ha yarın " öldürülürüm" endişesi ile ölümü beklemişlerdir!.. Kapalı bir odada, bir kafes içerisinde, " hadımlaştırılmış" insanların arasında, hayatlarını kör topal idare ve devam ettirmişlerdir. Ama, yine de, akıbetten kurtulamamışlar, yağlı urganlar, ipler boğazlarına geçirilmiştir.

" Din uleması, imamlar ve onların kör izleyicileri, Kur'an'ın bulunduğu fiziksel ortama ( üzerinde Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu deri veya kağıt parçalarına) azami derecede saygı göstermelerine rağmen Kur'an'ın mesajına olan inanç ve saygılarını kaybettiler.
Kur'an ayetleri duvarlarda yüksek yerlere asıldı, dokunulacakları ya da ele alınacakları zaman abartılı saygılar sunuldu, ama aynı ayetler yol gösterici olarak nadiren baş vuru kaynağı sayıldı. Muhammed'e yakıştırılan binlerce hadisin oluşturduğu çelişkili ve karmakarışık labirentler içinde onların da kafaları karıştı ve mezhep kitaplarının saçma ayrıntıları arasında kayboldular.
Kur'an'a ara sıra atıfta bulundukları zaman da, bu çoğu kez kötüye kullanma amacını taşıyordu. Kutsal savaşlar ilan edebilmek veya saldırganlığı haklı çıkarmak için ayetleri bağlamlarından koparıp slogan olarak kullanma gibi...İnsanları cahilliğin karanlığından çıkarıp özgürleştiren Kur'an, Muhammed'in vefatından kısa bir süre sonra, Ayetleri ölüler için okunan, zihinsel veya fiziksel hastalıkları olanlar tarafından muska olarak taşınan , korkulması ve önünde eğilinmesi gereken kağıttan bir puta dönüştürüldü. Kur'an, en çok okunan kitaplardan biri olarak kabul görmesine rağmen, milyonlarca Müslüman Kur'an'ı anlamının farkında olmadan okur.
Ana dilleri Arapça olanlara bile anlayışlarına güvenmemeleri öğretilir. Kur'an en çok okunan kitap olabilir, ama din adamlarının ortak çabalarıyla tarihteki en az anlaşılan ve en az uyulan popüler kitap haline getirilmiştir." ( a. g. site)

Aziz Kur'an; ne cin kovalama, ne muska kitabı, ne korkunç varlıktan muhafaza altında olunmak için vahyedilmiş bir kitap değildir. Zaten, böyle anlayanlar, bu şekil algılayanlar, bir kere Kur'an'ı, kamil ve tam anlaşılır şekilde okumuş değillerdir. 

Onların maksatları, el görsün, dostlar bizi pazarda örsün kabilinden veya, ölülere okunsun, okuyanlar beş on kuruş nemalansınlar, istifade etsinler, çoluk-çocuklarına ekmek parası kazanmış olsunlar diye okumaktadırlar. 

Günümüz dünyasında, Kur'an denilince, hemen akıllara, şeytan, cin, peri, büyü, sihir, muska, görünmeyen varlıkları kaçırma, güzel rüya görme, ayetleri yazdırıp, beden üzerinde bulundurma vb. şeyler akla gelmektedir. 

İslam adına, yazılmış bulunan ilmihal veya diğer dini kitaplar, Kur'an kaynaklı olmayıp, yazanların indi görüşleri, düşünceleri, algıları, kafalarındaki şişirme bilgilerden ibarettir. Söz konusu, bu bilgiler, Kur'an'ın aksine, İslam'ı zorlaştırmış, mes'eleleri içinden, içerisinden çıkılmaz hale getirmiştir. 

Söz konusu derlenmiş, yazılmış kitapların içeriğine nüfuz edildiği zaman görülecektir ki, ifadelerin, beyanların, görüşlerin, düşüncelerin, öne sürülen iddiaların hiç biri Kur'an'la ilintili olmayıp, sadece yazanın keyfince uydurulmuş, abartılmış faydasız, yararsız düşüncelerdir.

Yani, Kur'an, her taraftadır, ellerdedir, dillerdedir, duvarlardadır, mescitlerdedir ama, şekli olarak, kılıf içerisinde bulunarak bulunmaktadır. Emirleri, mesajları, buyrukları hayata yansımamış, insanlığı irşad eder durumda değildir.

Şerafettin Özdemir

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *