kuran-ı kerim, kuran
"Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir. " (Enfâl sûresi, âyet 29)

Yeryüzünde, en çok basımı yapılan kitap Kur'an'ı Kerim'dir. Bunu nereden anlıyoruz? Müslümanların evlerine nazar ettiğimiz zaman görürüz ki, her evde, aşağı-yukarı üç beş tane Kur'an'ı Kerim bulunmaktadır.

Camilerimizde öyledir. Örneğin, Kabe'ye gittiğiniz zaman görülecektir ki, raflar, pencere önleri, direklerin yüksek dipleri yığın yığın yüce Kur'an'la dop doludur. 

Ancak müslüman olarak Kur'an'ı Kerim'in bol olması ile ne kadar sevinç duysak da, en az okunan yine Kur'an'ın olması sebebiyle de, üzülüyor, kahrı perişan oluyoruz. Diğer bir anlatımla şu hususu hatırlatmakta bir beis yoktur.

Müslümanlar ha bire bol bol hatim indirmelerine rağmen, hatta, bin bir hatimlerle iştigal olunmasına binaen, yine büyük bir eksikliğin göz önünde olduğu bilinmektedir. Niçin okumuş olduğumuz hatimleri aza indiripde, okumuş olduğumuz hatimleri anlamaya çalışmıyoruz?

" Elmalılı Hamdi Yazır Kadir Suresi tefsirinde:

Kadir gecesi Kur'an'ın nazil olduğu ve sabahında da Bedir zaferinin yaşandığı gecedir buyurmaktadır.
"Yevmul Furkan" Furkan günü, hakkı batıldan, Müslümanı kâfirden ayıran gündür. Çünkü ilk defa kâfirlerle Müslümanlar karşı karşıya gelmiş safları belli olmuş, Allah için can alınmış, can verilmiştir.

Furkan safları, duruşları, anlayışları, yorumları, sevgileri ve buğuzları belli eder. Furkan, sahibi sevdiğinde Allah için sever, buğz ettiğinde Allah için buğz eder. Bu gün saflar ve niyetler belli değildir.

At izi ile it izinin birbirine karıştığı bir zamandır. Bu gün başını açan, hizmet için sakalını kesen, tebliğ için faiz yiyen, ülke menfaatleri için deyip, Kur'an'dan kılıf bulup, yapılanların Kur'an'a hizmet için olduğunu söylemektedir. Bunlar büyük yalan ve iftiradır. Allah (cc) elbette hesap gününü beklemektedir. Bunların asıl niyetleri ilah gibi taptıkları Batı'yı taklit ve Müslümanlara ihanettir.

Kur'an elinde iken Müslüman rönesans, reform, hümanizm, insan hakları, hayvan hakları, batı, müzik, futbol, mc donald's, coca cola bunların hepsini sevebilir. Ama Furkan kalbinizde Furkan tüm hücrelerine kadar işlenmiş iken, hakkı ve batılı birbirinden ayırmaya başladığınızda bunların hiçbirini sevemezsiniz.

Salt bir Kur'an anlayışı değildir bu. Bereket umulan bir fanus gibi evimizi yangın ve hırsıza karşı koruduğuna inanıldığı için duvarlarınıza asılan bir kitaptan söz etmiyoruz. Hayata hükmeden, eşimizi, işimizi, giyim tarzımızdan saç tıraşımızı eğlence anlayışından gece nasıl uyunura kadar hayatın hiç bir alanını boş bırakmayan bir kitaptan söz ediyoruz.

Sadece ölümüz, sünnetimiz, düğünümüz, mübarek gün ve gecelerimiz de müracaat edilen bir kitaptan söz etmiyoruz. Hayat kitabımızdan Anayasa'mızdan bahsediyoruz. Ne zaman ki Kur'ân Anayasamız olur işte o zaman Furkan'a dönüşür. Furkan'a dönüşmeyen Kur'an dönüştürmez ve bizim için hiç bir faydası olmaz.

Burada şu soru geliyor akla: Bu ülkede yaşayan ve ben Müslümanım diyenlerin evlerinin kaçta kaçında T.C. Anayasası kitapçığı var acaba? Cevap kimsenin evinde... Peki, Allah'ın Anayasası olduğuna inandığımız Kur'an herkesin evinde varken hatta üçer beşer mevcutken ve biz O kitaba göre yaşamak zorunda olduğumuzu da biliyorken, nasıl olurda Allah'ın hükümleri bu topraklarda  işlemez?
Anayasa Allah'ın kitabına göre düzenlenmez. En ilginç olanı Müslümanlar neden bundan rahatsız olmazlar? Görüyoruz ki evde asılan, elde taşınan kucakta tilavet okunan kitabın fayda vermediği aşikârdır.

Kur'an korumazsan korumaz. Kollamazsan kollamaz. Kollamamıza, korumamıza ihtiyacı yoktur. Ama içindeki emir nehiylere göre yaşamak zorunda olan bizlerin hayatını değiştirecek olan ayetlerindeki inceliklerdir. 
 
Bunun için sakınma gündeme gelmeli, bizim için hakkı Batıl'dan ayıran bir melekeye dönüşmesini beklemeliyiz. Bu ise Furkan'la gerçekleşir. Bu da o kitaptaki ayetleri günün navigasyonu görüp, Kur'an sokaklarında Kur'an'ın emrettiği şekilde yürümekle olur." ( bedir gençlik sitesi)

Yani, aziz kitabımızı Kur'ân; hayatımızı bütünüyle çepe çevre sarmalamalı, kuşatmalı, her alanı kaplamalıdır. Hatta, deyim yerindeyse, Müslümanın her nefesini bile kontrol altında tutarak, ona haramı haram, helali helal olarak bildirmelidir.

Müslümanların evlenmesinden tutunda, sünnet törenlerine, düğün merasimlerine, ölüm merasimlerine varıncaya kadar, hasta ziyaretleri, ölü definleri, kabir başındaki hal ve ahvalimize varıncaya kadar , Kur'ân'la oturup, Kur'ân'la kalkmalıyız.

Şûra sisteminden tutunda, meclisteki tutumuza varıncaya kadar, insani ilişkilerimiz, devletler arası tutumlarımız, yabancılarla yani, Müslüman olmayanlarla ilişkilerimize değin örnek alacağımız, baş vuracağımız kaynak Kur'ân olmalıdır.

Günümüz dünyasındaki, Kur'ân algı ve anlayışımız bu çizmiş olduğumuz profile uymamaktadır. Çünkü, bin yıldan bu yana, Kur'an'la oturup kalktık ama, onun içerisine nüfuz edemedik. Nüfuz edemediğimiz içinde, nesiller, sürekli ondan korkar olmuştur.
Hatta, bağışlayın!.. Kur'ân'ı, bir cin kovalama, peri kaçırma, şeytanı kovma kitabı olarak anlamış, bu niyetlede, çoğu evlerde çocukların beşikleri, kundakları içerisinde bile bez kılıflı, muşambalı Kur'ân saklanmaktadır!.. Niçin saklanmaktadır?

Anne-babalar, görünmeyen varlıkların, cinlerin, perilerin ve diğer şer güçlerinin çocuğa bir zararlarının dokunmaması içindir diyeceklerdir. Oysa, Kur'an vahyi tüm bu anlatılanlar için değildir. Kur'ân vahyi, insanlığın tüm hayatlarını kurtarmak, düzene sokmak, plan ve proğram üzere yaşamalarını temin etmek için vardır.

Keşke!.. Şöyle bilinseydi ve inanılsaydı!.. Kur'ân; yükseklere takıldığı zaman, anlayarak okunmadığı vakit birey ve toplumları şeytan çarpar diye inanılmış olunsaydı!.. Çünkü, şeytanın yaratılış amacı, Kur'ân'ın anlaşılmasını ve yaşanmasını önlemektir.


Kur'an'ın satırlardan sadırlara yansıma zamanını yaşamaktayız. Tabii ki, yine hatimler indireceğiz, yasinler okuyacağız, hatta, bin bir hatimleri bile okuyacağız, ama anlayarak okuyacağız ve sonra da emirlerini harfiyyen yaşayacağız.

Onu okumakla, zenginlerimiz, infaksız, zekatsız, teberrusuz, yardımlaşmasız mal stokları yapamayacaktır. Çünkü, Asr-ı Saadette böyleydi.. Hem Abdurrahman bin avf ve Hz. Osman gibi zenginler bulunuyordu, hem de, Ebu Zerr'i Gifari gibi, fedakar, dünyaya tekme sallamış mütevazi, takva adamları da bulunmaktaydı.

O dönemde, zekat kaçırma, Beytül mali dolandırmak, suiistimal etmek bulunmuyordu. Herkes payına düşene razı oluyor, " benim rızkım bu kadar" diye biliyordu.

Tüm bu anlatımlardan şu hususları çıkarmalıyız: Zamanımız, insanlarımız, bedbin ve huzursuzdur.. Okullarımız da çocuklarımız rahat ve mutlu değil, yarınlardan korkuyoruz!.. " Acaba, yarın ne olacağım?" diye bir hayli istifham dolu endişelerle baş başayız.

Bu haklı ve yerinde endişelerden kurtulmamız için, tek çare ehl-i Kur'ân olmamız, her halimizi, tüm yaşantımızı ona havale etmemiz gerekmektedir. Kur'ân'ın, hayata intibak etmesi içinde, Kur'ân adamlarına büyük büyük vazifeler düşmektedir. Onlar, Kur'an'a zemin hazırlayacaklar, yaşama yansıması için, çaba, sayü gayret göstereceklerdir.

Rabbimiz!.. Bu anları, bu mutluluğu bizlere yaşatsın!.. Selâm ve dua ile..
Şerafettin Özdemir

Kur'an'ın satırlardan sadırlara yansıma zamanını yaşamaktayız. Tabii ki, yine hatimler indireceğiz, yasinler okuyacağız, hatta, bin bir hatimleri bile okuyacağız, ama anlayarak okuyacağız ve sonra da emirlerini harfiyyen yaşayacağız.

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *