kuran ve islam
 " Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: " Rabbim! der, beni geri gönder;" (Mü'minûn sûresi, âyet 99)

   " Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım." Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır." (Mü'minûn sûresi, âyet 100)

    Yani, sözlükte geçen " engel " manasına gelen " berzah ", ölüm ile başlayıp, yeniden dirilmeye kadar geçen süreyi ifade eden dini bir terimdir.  Hani, gelenekçilerin, kabirler üzerinde, oyalanması, ölmüş kişiye telkinler vermesi, işte, gelenin, gidenin ayak seslerini işitmesi gibi bir hezeyan içerisine düşmesi de garip, tutarsız, dayanaksız, delilsiz, hüccetsiz bir söylemdir.

    Onun içindir ki, bu saha, istismarcıların, dini kullananların, Kur'an'ı ücretle okuyan pazarlamacıların , en güzel para kazanma, devşirme, söğüşleme alanıdır. Tabii ki, bu alanın, hiç bir zaman ellerinden gitmesini arzu etmezler, gitmemesi içinde her an, her gün, cemaatlerin karşısına yeni bir hadisle, yeni bir uydurukça rivayetle çıkarak, insanımızın oraya akmasını temin ederler. 
     " Bildiğimiz ve iman ettiğimiz gibi, Yüce Allah insanlara ilk vahyini, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem vasıtasıyla ulaştırmış, ilahi vahyin son ve en mükemmel halkasını teşkil eden Kur'an'ı Kerim'i alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed aracılığı ile bizlere iletmiştir.
Rabbimizin son mesajı olan bu kitap, O'nunla biz kulları arasındaki kopmaz ilahi bir bağdır. Bu Kur'an'ın cazibe ve aydınlığı ile milyarlarca insan yollarını bulmuşlar, O'nun sayesinde ortak gaye etrafında birbirlerine ve Allah'ın bütün yaratıklarına saygı duymayı öğrenmişlerdir.
Bazı insanlar da yaratılış gayesini anlayamamış, yeryüzüne ve içindekiler, yaratıcısından dolayı sevgi duymayı öğrenememiş ve kendilerine verilen dünya nimetlerini hakkıyla değerlendirmeyi bilememiş ve bir ömrü heba etmiştir." ( Diy. Aylık Dergi,, H. Çeliker, Ağustos 2004, sayfa 36 )

    " İnmemiştir hele Kur'ân, bunu hakkıyla bilin,
       Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için." ( M. Âkif )


  • "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir." (Enfâl sûresi ayet 2) 
  • "Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir." (Enfâl sûresi, âyet 3)
  • "İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır." ( Enfâl sûresi, âyet 4 ) 

    Maalesef, üzülerek, teessürle ifade edelim ki, bu gün Kur'ân, yalnızlığı, terkedişmişliği, anlamından, gayesinden başka alanlara kaydırılmışlığı yaşayan bir kitaptır. İctimai hayatımızdan koparılmış, sokaklar Kur'an'sız, meydanlar Kur'an'sız, evlerde, mescidlerde kalıbı, kılıfı var ama, emirleri terki diyar edilmiş bir kitaptır. 

    İsterseniz, bizzat araştırınız, tetkik ediniz, Kur'an'ı Kerim, hangi insanın hayatında makes bulmuş, o insan, onun emirlerini yaşayarak Sırat-ı Müstekim yolunu bulmuştur? Kesinlikle ve kat'iyyen iddia ediyorum ki, Müslümanlar, yeterince Kur'ânî emirlerden müstefit değillerdir. Sadece, mescidlerde, evlerde, kabirlerde okunmakta, akabinde, ölülerin ruhlarına hediye edlmesinden ibaret kalmıştır. 

    " İslam tarihine bir göz atacak olursak, nice kişiler vardır ki, onlar Kur'an'ı dinlemiş ve onun ilahi mesajından etkilenmiş olmalarına rağmen onu anlayamamışlardır. Bu husus Hz. Peygamber döneminden vereceğimiz şu iki örnekle daha iyi anlaşılmış olacaktır.
    Mekke'de Hz. Peygamber İslam'ı tebliğe başladıktan sonra, Efendimiz (sas)'i kabul etmedikleri gibi, küfrün de başını çeken şahısların en önde gelenleri Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Ahnes b. Şerik idi. Kur'an'ı gündüzleri inkar etmelerine ve var güçleriyle İslâm'a ve o'nun yüce peygamberine karşı çıkmalarına rağmen, bu üç şahıs Hz. Peygamber, Kâbe'nin yakınında bulunan evinde gece namaza durup da, nazil olan ayetleri seslice okuduğunda, birbirlerinden habersiz olarak farklı yerlere sinmiş bir vaziyette, Kur'an ayetlerini büyük bir hayranlıkla sabaha kadar dinlemekten kendilerini alamıyorlardı.
    Yine Hz. Peygamber'e karşı amansızca muhalefet edenlerin ilk sıralarında sayılan Velid b. Muğire, Efendimiz (sas)'in ağzından Kur'an'ı dinledikten sonra etkilendiği ve onun insanların ve cinlerin sözüne benzemediğini itiraf ettiği halde, kibri ve inadı sebebiyle küfründen dönmemiştir. Yüce Allah, Ona olan azabını ve azabını öncelikle açıklamıştır." ( a.g . dergi, sayfa 38 )


    " Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi de: " Bu ( Kur'ân )dedi, olsa olsa ( sihirbazlardan öğrenilip ) nakledilen bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir." ( Müddessir sûresi, âyetler 21, 22, 23, 24, 25 )

    Yukarı satırlarda da ifade edildiği gibi, Velid b. Muğire'nin, Resulullah (sav)'in okuduğu Kur'an'ı dinleyince çok etkilendiğini öğrenen Kureyş müşrikleri, " Eyvah! dediler. Velid dininden dönmüş. Artık ona bakarak bütün Kureyş dininden dönecektir!"

    Bunun üzerine yeğeni Ebu Cehil , Velîd'e gidip kibirine yedirmeyeceği sözlerle onu ikna etti. Sonra, birlikte müşriklerin yanına geldiler. Velid onlara, Hz. Muhammed (sav)'e " mecnun", " kâhin", " şair" ve yalancı lakaplarıyla hitap etmenin tutarlı olmayacağını anlattı; nihayet uzun uzadıya düşünüp taşındıktan sonra, " Olsa olsa, o bir sihirbazdır. Görmüyor  musunuz: Kişiyi ailesinden, evladından, kölesinden ayırıyor" dedi.

    Müşrikler bu sözleri çok beğendiler ve Hz. Peygamber'e " sihirbaz " diye hitap etmeye başladılar. Tabii ki, bu söz, Resulullah (sav)'e çok çok dokunmuştur. Onun içindir ki, Kur'an'a dünkü saldırılar benzeri  hücumlar aynen devam etmektedir. Müslümanlar, Kur'anî bilgilerle donanımlı, yüklü, bilgili olmak zorundadırlar. Kur'an'ı, ölülerden ziyade, mezarlara götürüp , mezar taşlarına çarpa çarpa okumaktan öte, dünyası kararmış, maneviyattan bihaber, bomboş, tamtakır kişilere okuyarak, onun ölmüş ve ölmek üzere olan damarlarına Kur'an suyunu dökmek lazımdır.
    Dolayısıyla, " Asıl olan Kur'an'ı bizzat okumak, okuyamıyorsa güzel okuyandan dinlemek, onun sunduğu ilahi mesajı alarak gerektiği gibi hayatımızı düzenlemek ve onun nasıl anlaşılması gerekiyorsa o şekilde anlamaktır. Yine İslam tarihinde bunun sayısız örnekleri vardır. İşte onlardan biri: Mekke'de İslâm'ı tebliğin 3. yılında Hz. Peygamber, Kâbe'nin önünde " el-Hakka" sûresi'nden bazı ayetleri okuduğu bir sırada, henüz Müslüman olmayan ve Efendimiz (sas)'e sataşmak maksadıyla gelmiş olan Ömer b. Hattab (ra), Kur'an ayetlerini dinledikçe kendisinde bir rahatlama ve kalbinde yumuşama hissetmiş, bir müddet bu şekilde kaldıktan sonra sessizce orayı terk etmişti.
    Bununla birlikte kısa bir zaman sonra Ebu Cehil'in kışkırtmalarına uyarak; Hz. Peygamber'i öldürmek niyetiyle yola çıkmış, ancak yolda kız kardeşi ve eniştesinin de Müslüman olduğunu duyunca , ilk planda eniştesinin evine gitmeye karar vererek oraya yönelmişti. Eve vardığında içeriden gelen Kur'an sesinin, ruhunu derinden okşadığını kalben hissediyordu. Kapıdan içeri gösterdiği o acımasız ve sert tepkinin yerini bir müddet  sonra sükunet alıyor ve Ta-Ha sûresi'nin bulunduğu Kur'ân sahifeleri  okundukça rahatlıyordu.
    Hz. Peygamber'i  öldürmek için yola koyulan ve ardından büyük bir hınç ile kız kardeşinin evine giren Hz. Ömer, dinlediği Kur'ân âyetlerinin etkisiyle bambaşka bir hâle giriyor, kâfir olarak girdiği evden, Allah'ın lütfuyla mü'min olarak çıkıyordu. Doğruca Safa tepesinin eteğinde bulunan Erkam'ın evine gidiyor ve orada Hz. Peygamber'in önünde diz çökerek imana geliyordu." (a. g. dergi, sayfa 38 )

    Netice olarak;

     İşte, Kur'an budur. Kararmış kalpleri, paslanmış yürekleri, cilalamak, onu yepyeni bir mümin olarak hayata kazanmak için vardır. İbni Mse'ud (ra) da şunları söylemiştir: " Kur'an-ı Kerim, hükmüyle amel edilmek için nazil olmuş iken, onlar yalnız okumasını amel olarak kabul etmişlerdir. Bazi kimseler Fatiha'dan itibaren hiç yanılmamak şartıyla Kur'an'ı sonuna kadar okudukları halde, hükmü ile amel etmezler." (Gazali)

    Halbu ki, çağımız, bir inkar, mülhid, ateizm, nihilizm ve satanizm çağıdır. Ne kadar, inanca mugayir, imana ters düşen akımlar, sapık düşünceler var ise, bunların yoğunlaşması, çoğalması, günden güne artması çağımızda daha yaygın olmuş ve hala da hızla artmaya devam etmektedir.

    Örneğin, Hristiyanlık alemi bu gün, bir dinsizlik, imansızlık devresi geçirmektedir. Bakmayın siz, bir kısım emperyalist politikacıların cafcaflı sözlerine. Onların kendileri bile, bir inanca mensup olmayıp, sadece İncil, İsa, Mesih ve kutsalı sömürülerine payanda olarak kullanmaktadırlar.

    Hal böyle iken, alemi İslam'ın bir silkinmesi, bir kendine gelmesinin zamanı gelmiştir ve geçmektedir. Yüce Kur'an'ı tüm yaşayan insanlara sunması, " İşte, Kur'an budur!" demesi, insanlığı uyarması, tebliğ ve uyarıcılık görevini yapması bir zorunluluktur. Akıl ve nakili birlikte çalıştırıp, insanlığın hizmetine koşan kullarından eylesin. Selam ve dua ile..




Kur'an-ı Kerim, hükmüyle amel edilmek için nazil olmuş iken, onlar yalnız okumasını amel olarak kabul etmişlerdir. Bazi kimseler Fatiha'dan itibaren hiç yanılmamak şartıyla Kur'an'ı sonuna kadar okudukları halde, hükmü ile amel etmezler. (Gazali)

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *