Öfkeyi yenmek mevzuu, gerçekten ilginç hem de milletimizi en çok alakadar eden bir konudur. Çünkü, her tarafımız öfke, sinir, stres ve hırçınlık saçmaktadır. Sohbetler unutulmuş, muhabbetin yerini gönül kırma, kalp incitme almış, sohbetin, huzurun yerini güncel tartışmalar, lüzumsuz mülahazalar, değerlendirmeler almış yürümüştür.. Nereye uğrasak, hani köşeye çömelsek, camii avlusunda bir banka otursak bile orada-burada toplanmış insanların kendi aralarında kıyasıya tartıştıkları, birbirlerini incitircesine, kırarcasına kırdıkları, birbirlerine yüklendikleri görülmektedir.
Oysa, kainatın efendisi , evrensel peygamber Resulullah (sav)'e sahabeden biri gelerek "Bana tavsiyede bulun" deyince, Rasul (sav): " Kızma" buyurdu. Adam tekrar tekrar öğüt istedikçe, tekrar "Kızma" cevabını vermiştir.
Abdullah bin Amr, Rasûl (sas)'e, "Allah'ın gazabından beni ne kurtarır?" diye sorunca: " Kızma " buyurdu.
"Rasûl (sas), ashabını çoğunlukla gazaplarına hakim olmaya teşvik ederdi. Bunun misali: Rasûl (sas)'in ashabına sordu: "Siz pehlivan diye kime diyorsunuz? Kimsenin yenemediği kişiye deriz" dediler. Rasûl (sas): "Hayır, pehlivan, kızgınlık anında kendine hakim olandır." buyurdu.
Bu hadiste Rasûl (sas) Müslümanlara gücün yeni bir anlamını öğretiyor; bu anlam, arapların cahiliyye döneminde bildikleri manadan farklı, ahlakî, güzel bir manadır. üç, bedendeki fizikî kuvvet ve başkasını tutup yıkma değil; nefis mücadelesi, gazap tepkisini kontrol etme, gücü yettiği halde gücünü başkasına kullanmamalıdır.
Rasûl (sas) ashabını, kızgınlıklarını kontrol etmeye teşvik eder, başarana ahirette büyük sevap verileceğini söylerdi: "Kim, gücü yettiği halde öfkesini yenerse, Yüce Allah kıyamet günü istediği kadar huri vermek için onu iyi ahlaklı kişilerin yanına çağırır."
Rasûl (sas) ashabına, hizmetli ve kölelerini dövmemelerini , sıkıntı vermemelerini tavsiye ederdi. Ebu Musa Bedrî anlatır: Hizmetlimi kamçıyla dövüyordum, arkamdan bir ses duydum. "Bil ki Ebu Mesud" diyordu. Kızgınlığımdan, sesin kime ait olduğunu anlayamadım. Yaklaşınca baktım ki Allah Rasûlü (sas). "Bil iki Ebu Mesud, Bil ki Ebu Mes'ud!" Kamçıyı elimden bıraktım.
"Bil ki Ebu Mesud, senin bu çocuğa gücünün yetmesinden çok Allah'ın sana gücü yeter." buyurdu. "Bundan sonra hiçbir köleyi dövmeyeceğim." dedim." (Hadis ve psikoloji, M. Osman Necati, sayfa 92- 93)
Gerçekten, bazan kendi kendime sormadan edemiyorum: Ne oldu bize? Bu milletin sözü dinlenir, sohbetine değer verilir insanlarına, ekabirine, gün görmüşüne, okumuşuna, ehli sohbetine, ne oldu?
Elli yıl önce, köylerde, mahalle aralarında bir niza, bir huzursuzluk, bir döğüş, bir kavga olduğu zaman köy ve mahallenin büyükleri devreye girer, söz konusu anlaşmazlığı, nizai, huzursuzluğu daha adli mercilere, polise, jandarmaya düşmeden bitirirlerdi.
Kabilecilik, nesepcilik, sen-ben kavgaları bu sebeple çok az görülürdü. Haccını yapmış büyüklerimiz, eli öpülesice insanlardı. Sözleri dinlenir, nasihatları bir kanun mesabesinde ve hükmünde idi.. Herkes büyüğünü büyük bilir, küçüğünü küçük bilirdi. Cenaze merasimleri, düğünler, dernekler, toplantılar birlik ve beraberlik içerisinde yapılırdı.
Ya şimdiler de? Ortalık toz duman olmuş, çirkin çekişmeler, kısır vuruşmalar, kalp kırmalar, incinmeler, incitmeler had safhadadır. Bilhassa, politik mülahazalarla insanların birbirlerine acımasızca saldırması aziz milletimizi, insanlarımızı ürkütmektedir.
Hasılı, öfkemizi yenemiyor, sinir ve streslerimize bir hiç uğruna hakim olamıyoruz.. Niçin ve neden? Halbu ki, batı ülkelerinde insanlar, kitleler , milyonlar yaşamakta ve huzur, rahatlık mevzu bahistir. Resmi dairelerde, hastanelerde, sokak da, caddede ve evlerde çekişme, tartışma bulunmamaktadır.
Sanki, batı insanlarının sinirleri tümden alınmış, sinirsiz, öfkesiz, stressiz bir şekilde rahat rahat bir ortamda yaşamaktadırlar. Zaman zaman, hastaneye girip çıktığım, ara sıra bir hafta falan yattığım için, personelin doktordan tutunda hemşiresinden, hasta bakıcısına varıncaya kadar güler yüzlü, sevecen, mesleklerinde alakadar, ilgili, insanlara hizmet etmek için sanki yaratılmış olduklarını gözlemlemekteyim.
Hastane çıkışlarında, anket yapmak için formüller dağıtılmaktadır!... İyi veya kötü.. Olumlu veya olumsuz sözcüklerle biten anketler.. Keşke!.. Batının insan yetiştirmesi, personel eğitmesi, güler yüzlülüğü dünyanın her tarafında yaşanmış olsaydı, hele bizim ülkemiz bu güzel hallere daha layık bir ülkedir!..Onun içindir ki;
"Rasûl (sas) ashabına, kızgınlıklarını nasıl yeneceklerini öğretirdi. Bunu başarmaları için, onlara faydalı bazı ilmî metodları gösterirdi. Bu, Rasûl (sas)'in sahip olduğu büyük hikmete, insanın yapısıyla ilgili derin bilgisine delalet eder. Bilindiği gibi reaksiyon bedende, daha önce işaret ettiğimiz fizyolojik değişikliklere ek olarak, kaslarda gerilme ve sinir sisteminde genel bir gerginliğe neden olur.
Bu yüzden insan, kızgınlık anında, çoğunlukla başkasına, gerek eli gerekse diliyle saldırır. Öfkeyi yenmenin yollarından biri, bedendeki gerilim durumundan kurtulmak için , vücudu gevşeyecek duruma getirmektir. Gevşeme durumu devam edince, kızgınlığı motive eden sebepler ortadan kalkar. Rasûl (sas) ashabına, öfkelendiklerinde, ayaktaysalar oturmalarını, kızgınlıkları geçmediyse, sırtüstü uzanmalarını öğütlediğinde bu gerçeğe işaret etmişti. Rasûl (sas): "Sizden biri gazaplandığında, ayaktaysa otursun; öfkesi geçmezse sırtüstü yatsın." buyurmuştur.
Kızgınlık anında oturmak veya sırtüstü uzanmak vücudun gevşemesine sebep olur, kızmaya neden olan gerilime karşı koymaya yardım eder. Bu da sonuçta, öfke tepkisinin hafiflemesine, sonra da tamamen kurtulmasına götürür. Ayrıca oturma ve sırtüstü uzanma, insanın düşmana ilgisini azaltır, öfkeyi motive eden duruma, hiddetle kalkmadan ve kendini ileri atmadan, sakin ve güzel bir şekilde karşı koymaya yardımcı olur. " (a. g. e. sayfa 94)
Netice olarak;
Hırs, ihtiras, öfke, şiddet, hiddet, stres ve her türlü gerilim dolu haller, toplum hayatımızda iyi neticeler vermemekte, düşmanlık, kırgınlık, gönül kırma, kalp yıkma gibi hallere maruz bırakmaktadır. Tabii ki, bu durumda, toplum hayatımızda yılgınlıklara, çekişmelere, ayrışmalara sebebiyet vermektedir. Çok çok insan tanırım gerek yurt dışında ve gerekse yurt içinde camilerimiz de bile, birbirlerine küsgün , kırgın olan insanlar , camii içlerini bile parsellemişler, birbirlerinin bulunduğu saflara yaklaşmamakta, aynı bölümlerde namaz kılmamaktadırlar.
Yani, nedir bu kılınan namaz, saflar, hocanın anlatttıkları? Hani, camiler, insanları, Müslümanları toplayıcı mekanlardı, mescidler secde edilen mekanlardı? Acaba diyorum, kıyamda iken, rükûda iken, secde mahallinde iken, gözümüzün bir ucuyla da, sevmediğimiz, küs olduğumuz, tiksinti duyduğumuz insanı mı takip ediyoruz? Dolayısıyla, sahabenin hayatında küsgünlük yoktu, kırgınlık bulunmuyordu. Kur'an Müslümanlığı vardı. Yaşama, tatbikat, ameli salihat vardı. Rabbim!.. Bizlere de aynı his ve heyecanı lütfetsin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir/ Hollanda
Sevgi saygı..♥♥♥
YanıtlaSil