Bu günkü yazımla yine, ortalıkta bol miktarda dolaşmakta olan ilmihallerden bahsedeceğim.. Maşallah, sayı itibariyle binleri aşan ilmihaller arasında tam bir çelişki, birbirinin ifadelerini yalanlayan, çürüten bilgiler mevcuttur.

Ellerde dolaşan ilmihal kitaplarının, fıkhı konularda anlayış birliğine varması, birbirlerini doğrular nitelikte bilgi sunmaları gayr-i kabildir.

Çünkü, Yusuf Tavaslı hocadan tutun da, Hüseyin Hilmi Işık merhuma varıncaya kadar, Ömer Nasuhi Bilmen ve A. Fikri Yavuz hocaların ilmihallerinin yanı sıra daha isimlerini anımsayamadığım bir hayli ilmihal çokluğu, insanımızın zihnini karıştırmakta, Müslümanlar; hangisine, neye göre amel yapacaklarını bilememektedir.

Bilhassa, mevcut ilmihal kitaplarının çelişkilerini çok güzel bir şekilde irdeleyen muhterem hocamız Prof. Dr. M.H. Kırıbaşoğlu, bu mevzuda bir hayli mesai harcamış, örneğin, Ömer Nasuhi Bilmen hocamızın ilmihalini baz alarak, söz konusu kitaplardaki veya kitaptaki eksiklikleri, noksanları, Kur'an dışı bilgileri fevkalade bir şekilde izah etmiş bulunmaktadır.

Müslüman milletimiz; bu kitapları okudukça, belleklerine yerleştirdikçe, bu safsataları okuyan, dinleyen, vaaz kürsülerinden takip eden kardeşlerimiz; Kur'anî emirler karşısında, her duyduğu zaman afallamakta, hayal kırıklığına uğramakta, ya kabullenmekte veya yeni duymuş olduğu bilgileri reddetmektedir.

Söz konusu bu yanlış çarpık bilgileri Kırbaşoğlu hocamız görmüş, gözetlemiş ve insanlarımız müstefid olsun diye bilgilerine sunmuşlardır. Allah razı olsun. Öyleyse, buyurun bazı konuların çarpıklığını!..

"... İskat-ı salât denilen uygulamanın da dinde hiç bir temeli olmadığı halde, uzun uzun nasıl yapılacağı anlatılmıştır. Bir mescidin içi ve arsası mescid hükmünde olduğu, onun için mescidlerde yapılması mekruh olduğu iddiası, hem temelsiz, hem de mantıksızdır.
Aynı şekilde, en faziletli mescid sıralamasında Kabe, Mescid-i Nebevi ve Beytu'l-Makdis'den sonra, sırasıyla en eski mescidlerin, daha sonra da en büyük mescidlerin geldiğine dair ifade de dini temellerden yoksun.

Hele hele recm ve irtidaddan dolayı verilen ölüm cezasının kesin dini temelleri varmışçasına, taşlanarak öldürülenin cenaze namazının kılınıp kılınılmayacağının tartışılması ve mürtedin cenaze namazının kılınmayıp, cesedinin boş bir arazideki çukura gömüleceği iddiası öncekilerden farksızdır.

Bu gün de uygulanmakta olan şekliyle " ölülere telkin verme"nin de hiç bir sağlam dini dayanağı yoktur. Ölünün yakınlarının ilk hafta içinde fakirlere sadaka verip, sevabını ölüye bağışlamalarının Sünnet olduğu iddiası da asılsızdır.

Ölülere Yasin suresi okunmasının sevap olduğu iddiası da temelsizdir. Suda boğulan, ateşte yanan, enkaz altında kalan, veba, taun, ishal, sıtma ve zatülcenb hastalıklarından birisiyle veya akrep sokması ile ölen, nifas halinde veya gurbet elinde veya ilim yolunda veya Cuma gecesinde ölen kimselerle;

Sevabını Allah'tan bekleyen müezzinin ve doğru alış veriş yapan Müslüman bir tüccarın, ailesinin geçimini kazanmak için, hak üzere bir çalışma sonunda ölenin 'şehid' sayılacağı iddiası da son derece çürük rivayetlere ve zorlama te'villere dayalı iddiadan başka bir şey değildir." (islamiyetdergisi.blogspot)

Klasik, gelenekçi kesimler arasında, hala devir, iskat-ı salat merasimleri yerini korumaktadır. Yani, diğer adıyla "Kabultü veheptü, aldım kabul ettim" saçmalığı, ne Kur'an'da, ne de mütevatir hadislerde yer almamasına rağmen, hali hazır tatbik edilir olması bizleri derinden ve içten üzmektedir.

Bir diğer çarpıklıkta Recm ve mürtedin öldürülmesi ifadelerinin yer almasıdır. Oysa, bu tür Kur'an'a aykırı bilgileri, yüce kitabımıza taşıdığımz zaman, muallakta kalacak, haklarında bir delil, bir hüccet bulunmayacaktır..

Eğer, bunların Kur'anî emirler olduğunu ifade eden hoca kardeşlerimiz var ise, onlara "hodri meydan" demekten başka bir söz bulamıyoruz.

Çok şükür, "ölülere telkin verme" saçmalığı bitmek, yapılmamak üzeredir. Eski gelenekçi dostlarımız belki eski alışkanlıklarından ötürü, "ölüye kopya verme" merasimine devam etmektedirler!.. Ne kadar gülünç değil mi?.. Telkinci; cemaatin dağılmasını bekleyecek, ölü ile yüz yüze, göz göze gelecek ki, defni yapılan ölüye kopya vermiş olsun.

Şehidlik makamı da sulandırılmaktadır. Yahu, kardeşim, eğer ölü sahibini teselli edeceksen, doğruları söyle ki, ölü sahibi ibret alsın, kendine bir çeki düzen verip, Kur'anî emirlere göre hayatını dizayn etsin!..

Yoksa; Her ölene bir kılıf bularak "şehit" dersen, ağaçtan düşen şehit, attan düşen şehit, silahını önce çekemeden ölen kişi şehit, kalbi duran şehit vb. bunları çoğaltmak mümkündür.

Ama; şehit olmanın, din, vatan, bayrak, devlet, millet, ülke yolunda ölmenin öylesi bir namı, ünü, şanı bulunmaktadır ki, işte; bu idealler uğruna ölenler şehittir.

Keşke! Başkanlığımızın gücü olsaydı da, ortamı meşgul eden, uyduruk ilmihal kitapları toplanmış, piyasadan çekilmiş bulunsaydı.

Veya, Kur'an çevirileri de dahil, tüm mevcut ilmihal kitapları, Din İşleri Yüksek Kurulumuza sunularak, oradaki hoca efendilerin denetiminden, tetkikinden, tahkikinden geçmiş, onay almış olsaydı, sanırım, yukarıda zikredilen çarpık bilgiler ortamı kirletmeyecek, beyinleri, zihinleri bilgi kirliliği ile dolduramayacaktı.

Maşallah, ülkemizde binlerce, yüzlerce tv kanalı, radyo yayın yapmaktadır. Bilhassa, televizyonlar, para karşılığında " Sırlı dualar" "Zırhlı dualar" kitaplarını ha bire reklam etmekle programlarını şişirmektedirler.

Hele bir de, dua isteyen insanlarımıza, dua eden, hastalıktan kurtarmaya, rüyalarını düzelten kimseler bulunmaktadır ki, bunları gördükçe, utanmamak mümkün değildir.

Cübbeliler mi dersiniz, atının üzerinde "peygamber vekilliği" yapan nice hazretler mi(!) dersiniz, başına sarık takıp, taharet almasını bile bilmeyen zavallı güruhlar mı dersiniz, bunlar bilgi kirliliğine yol açmakta, cahil, cühelanın, okumamışların beyinlerinde fırtınalar estirmektedirler. Allah, akıl, fikir, izan, idrak nasip eylesin. Selam ve dua ile. (Şerafettin Ö.)

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *