Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Etnoloji Anabilim Dalı'nda yüksek lisans tezi olarak Pınar Karaatlı tarafından hazırlanan "Modernleşen Bir Gelenek: Cerrahilik İstanbul’da Etkinlik Gösteren Bir Halveti-Cerrahi Çevresinin Etnolojik İncelemesi" adlı tezi, Cerrahilik ve Cerrahi Tarikatının tarihsel süreci, doğuşu ve ne olduğu hakkında detaylı bilgi vermektedir.
Haçlı seferleri sürerken ve Kudüs Krallığı henüz yaşarken İslam coğrafyasının ana hatlarını oluşturan Ortadoğu, doğudan da büyük bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Bu, Cengiz Han’ın, Moğol devletinin saldırısıydı ve Moğollar, İpek Yolu’nun iki ucunu yavaş yavaş kontrolü altına almaya başlamış, kısa zamanda bütün Orta ve Ön Asya’yı tek yönetim altında birleştirebilmişlerdi. Moğol akınları sayesinde sistematik olarak yürümekte olan Orta Asya’dan Ön Asya’ya doğru gerçekleşen bu göç hareketi büyük Moğol egemenliği döneminde de tümüyle denetimsiz bir akın halini aldı ve Anadolu’da böylece Orta Asya’nın farklı kültürel bölgelerinde gelişmiş olan bu yeni kültür karmaşasının etkisi altına girmiş oldu. Bu yeni kültür karmaşası ile birlikte Orta Asya’nın inanç akımları, İslam kültürüyle İran ve Anadolu coğrafyası üzerinde ortak bir sentez yaratma çabası yakalayabildi. Daha önce aktardığımız gibi Eski Hint-İran dinleriyle ve Yunan felsefesinin dolaylı etkisiyle İslamın içinde batınilik, özelinde tasavvufun da etkisiyle ekonomik değişim ve zorluklarla çalkalanmakta olan Anadolu ve İran topraklarında mükemmel bir zemin bulmuştu.
Orta Asya’nın, zanaat ve ticarete dayalı kentlerinin halkı Anadolu’ya yerleşince, bir yandan Haçlılar bir yandan Bizans tarafından kıstırılmakta olan ve İlhanlılar’ın da acımasız boyunduruğu altında ezilen Anadolu’da yüzlerce kasabada zengin bir el sanatları uygarlığı yaratılabilmiş, yüzlerce medresede temeli kent kültürüne dayalı zengin bir kültür de gelişmeye başlamıştır. Ancak siyasal zayıflık ve ekonomik olanaksızlıklar inanç bakımından keskin çatışmalara da yol açmaktadır. İslam’ın ulema tarafından saptanmış kitabi yorumu, Uzak Doğu kültürlerinden de esinlenmiş olan bu kitleye yeterli gelmemişti. Bu sebeple bölgenin zengin geçmiş kültüründen de esinlenen onlarca İslam üst kimlikli denebilecek inanç akımı (tarikat) doğmuştu ki bu akımlar da İslamın yorumlanışı yönünde değişik metodlar sunmaktaydılar.
Tarihi kayıtlar ve Cerrahi (Halveti) tarikatının çeşitli kollarınca oluşturulmuş silsile bağlantıları, bizi tarikatın kurucu kişisi olarak hep aynı isme götürmektedir. Bu isim de Ömer el Halveti’dir (ö.800/1397-98). Hazar denizinin güneybatısında bulunan Geylan bölgesindeki Lahican’da doğduğu ve babasının adının da Ekmelüddin olduğu tarihi kayıtlarca doğrulanmıştır (TDV İslam Ansiklopedisi C.XV:393-394). Ömer el Halveti, İbrahim Zahid-i Geylani’nin halifesi olarak Harizm’de irşad faaliyetinde bulunan amcası Ahi Muhammed Halveti’ye intisap etmiş, onun ölümünden sonra da irşad makamına geçmiştir. Ömer el Halveti daha sonra Karakoyunlu hakimiyetinde bulunan Tebriz’e geçerek irşad faaliyetini burada sürdürmüştür.
Tebriz’de bulunan Sadreddin Hiyavi’ye intisap etmiş ve ondan feyz almıştır. Kısa zaman içinde Şeyh Sadreddin Hiyavi’den hilafet almış, önce Semahi’ye oradan da ölümüne kadar kalacağı Bakü’ye yerleşmiştir (İbid). Yahya Şirvani’nin Halveti tarıkatında ikinci pir olarak kabul edilmesinin en önemli belirtilerinden bir tanesi de yazmış olduğu “Vird-üs Settar” dır. İstisnasız hâla daha bütün Halveti şubelerince okunan bu eser tüm Halveti tarikatınca benimsenmiş usullerin temel özetini temsil etmektedir. Yahya Şirvani’nin Bakü’de uzun yıllar irşad faaliyeti sonucu tarikat, Azerbeycan’da sistemleşip, gelişmiştir.
Halveti-Cerrahi Tarikatı
Haçlı seferleri sürerken ve Kudüs Krallığı henüz yaşarken İslam coğrafyasının ana hatlarını oluşturan Ortadoğu, doğudan da büyük bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Bu, Cengiz Han’ın, Moğol devletinin saldırısıydı ve Moğollar, İpek Yolu’nun iki ucunu yavaş yavaş kontrolü altına almaya başlamış, kısa zamanda bütün Orta ve Ön Asya’yı tek yönetim altında birleştirebilmişlerdi. Moğol akınları sayesinde sistematik olarak yürümekte olan Orta Asya’dan Ön Asya’ya doğru gerçekleşen bu göç hareketi büyük Moğol egemenliği döneminde de tümüyle denetimsiz bir akın halini aldı ve Anadolu’da böylece Orta Asya’nın farklı kültürel bölgelerinde gelişmiş olan bu yeni kültür karmaşasının etkisi altına girmiş oldu. Bu yeni kültür karmaşası ile birlikte Orta Asya’nın inanç akımları, İslam kültürüyle İran ve Anadolu coğrafyası üzerinde ortak bir sentez yaratma çabası yakalayabildi. Daha önce aktardığımız gibi Eski Hint-İran dinleriyle ve Yunan felsefesinin dolaylı etkisiyle İslamın içinde batınilik, özelinde tasavvufun da etkisiyle ekonomik değişim ve zorluklarla çalkalanmakta olan Anadolu ve İran topraklarında mükemmel bir zemin bulmuştu.
Orta Asya’nın, zanaat ve ticarete dayalı kentlerinin halkı Anadolu’ya yerleşince, bir yandan Haçlılar bir yandan Bizans tarafından kıstırılmakta olan ve İlhanlılar’ın da acımasız boyunduruğu altında ezilen Anadolu’da yüzlerce kasabada zengin bir el sanatları uygarlığı yaratılabilmiş, yüzlerce medresede temeli kent kültürüne dayalı zengin bir kültür de gelişmeye başlamıştır. Ancak siyasal zayıflık ve ekonomik olanaksızlıklar inanç bakımından keskin çatışmalara da yol açmaktadır. İslam’ın ulema tarafından saptanmış kitabi yorumu, Uzak Doğu kültürlerinden de esinlenmiş olan bu kitleye yeterli gelmemişti. Bu sebeple bölgenin zengin geçmiş kültüründen de esinlenen onlarca İslam üst kimlikli denebilecek inanç akımı (tarikat) doğmuştu ki bu akımlar da İslamın yorumlanışı yönünde değişik metodlar sunmaktaydılar.
Genel olarak bu yeni inanç etkinlikleri “Yüksek İslam’a kıyasla bir ölçüde iptidai ve eski dini tasavvurlardan devşirilen aşağı bir “Halk Dini”ni de temsil ediyorlardı”. Çünkü daha önce de aktardığımız şekliyle “Sünni” yorum, mevcut rasyonalitesi ve akademik prestijiyle Anadolu’nun yeni sakinlerinin inanç duygularına çok az şey sunabiliyordu. Pratik açıdan ulemaya karşılık münzevi bir derviş, bu göç temelli halk kitlelerine, onlar tarafından oldukça iyi bilinen inanç motiflerini rahatça sergileyebilmekteydi. Böylelikle de Orta Asya ve Anadolu kültürleriyle bezenmiş ve inanca getirmiş oldukları alternatif yorumlarıyla bu inanç etkinlikleri, sosyolojik açıdan ifade edilirse teşkilatlanmış bir “İslam alt dini”ni, yine İslam’ın kemikleşmiş resmi kurumsallığına karşı tesis etmeyi başarmışlardı. Tarihsel özne olarak incelemeye aldığımız Halveti Tarikatı da, yukarıda aktardığımız şekliyle inancın bu yöndeki bir kültürel atmosferinde hayat bulmuş ve gelişebilmişti.
Cerrahi Tarikatı - Cerrahilik Nedir, Nasıl Doğmuştur
Tarihi kayıtlar ve Cerrahi (Halveti) tarikatının çeşitli kollarınca oluşturulmuş silsile bağlantıları, bizi tarikatın kurucu kişisi olarak hep aynı isme götürmektedir. Bu isim de Ömer el Halveti’dir (ö.800/1397-98). Hazar denizinin güneybatısında bulunan Geylan bölgesindeki Lahican’da doğduğu ve babasının adının da Ekmelüddin olduğu tarihi kayıtlarca doğrulanmıştır (TDV İslam Ansiklopedisi C.XV:393-394). Ömer el Halveti, İbrahim Zahid-i Geylani’nin halifesi olarak Harizm’de irşad faaliyetinde bulunan amcası Ahi Muhammed Halveti’ye intisap etmiş, onun ölümünden sonra da irşad makamına geçmiştir. Ömer el Halveti daha sonra Karakoyunlu hakimiyetinde bulunan Tebriz’e geçerek irşad faaliyetini burada sürdürmüştür.
Silsile bağlantısı Ahi Muhammed vasıtasıyla İbrahim Zahid-i Geylani’ye nispet edilmiş, fakat kurumlaşmış bir tarikat halini almayan Zahidiyye silsilesiyle birleştirilmeye çalışılmış ancak bağımsız bir tarikat piri (kurucusu) olarak kayıtlara geçirilmiştir. (İbid) Halvetiyye tarikatinin kurucusu Şeyh Ebu ‘Abdi’llah Siracuddin Ömer b. es-seyh Ekmelü’ddin el Gilani el-Lahci el-Halveti, rivayete göre halvet çıkarmaya aşırı düşkünlüğü nedeniyle kurduğu tarikata bu isim verilmiştir. Hayatının uzun bir dönemini içi boş bir çınar ağacının kovuğunda halvetle17 meşgul olarak geçirmiştir. İnziva döneminde etrafında bir hayran kitlesi olup olmadığı bilinmemekle beraber münzevi yaşamının halk üzerinde oldukça etkisi olduğu söylenebilir. Zaten ilerleyen dönemlerde de görüleceği gibi Halvetilerin toplum hayatına girmek istemeyen tavırları Ömer el Halveti’nin tarihsel kişiliğinin bu mitsel öğeleri ile daha da iyi anlaşılabilmektedir.
Ömer el Halveti’nin 1349 yılında Herat’ta ölümünün ardından tarikatın silsilesi Ahi Mirem (ö.812/1425), Hacı İzzeddin (ö.828/1425), Saddretin-i Hiyavi (ö.860/1455) şeklinde devam ederek tarikatın ikinci piri, bir bakıma tarikatın gerçek kurucusu olan Pir-i Sani (ikinci Pir) Seyyid Yahya-yı Şirvani’ye ulaşmıştır. Yahya Şirvani, Şirvan’ın merkezi olan Şemahi’de dünyaya gelmiştir ve kayıtlara göre soyu İmam Musa Kazım’a dayanır. Küçük yaşlarda başladığı tahsiline önceleri doğduğu yerde devam eder, aradan geçen zaman zarfında Tebriz’e yerleşir. İslami bilgilere dayanan yüksek tahsilini Tebriz’de tamamlayarak Tebriz’deki büyük medresede müderrislik yapmıştır. Yahya Şirvani, karizmatik kişiliğinin getirilerini Tebriz’de bütün olanakları ile sergilerken, dönemin Sufi üstadları ile olan ilişkilerini de sıkı tutmuştur.
Halk tarafından büyük saygı ve hayranlıkla dersleri izlenen Şirvani, büyük bir olasılıkla dönemin siyasi ve dini otoriteleri ile girdiği tartışmalardan etkilenmiş olacak ki 17 Kelime anlamı, “Bir kimse ile yalnız kalmak” “tenhaya çekilmek, yalnızlık” olan, halvetin tasavvuftaki karşılığı “Hiçbir kimsenin ve dünya malının bulunmadığı bir yerde, ruhun Allah’la konuşması” dır. Nefs terbiyesinde ve Allah’a ulaşma yolunda bir vasıta olarak görülen halvet, bazı sufilerce belirli prensiplere bağlanarak “halvet çıkarma” adıyla tarikatların usülleri arasında yerini almıştır.
(Bir Cerrahi Zikri)
Buradan Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlar’a, Suriye, Mısır- Kuzey Afrika’ya ve Güney Asya’ya kadar yayılmıştır. Halvetiye’nin Anadolu’ya Sadreddin Hiyavi’nin halifelerinden olan Amasyalı Pir İlyas tarafından getirildiği de yine tarihi kayıtlar tarafından da doğrulanmıştır. Yahya Şirvani’nin en önemli halifelerinden Dede Ömer Ruşeni, Ruşeni’nin ağabeyi Alaeddin Ali el Halveti, Pir Şükrüllah Ensari, Habib Karamani, Muhammed Bahaeddin Erzincani ve Ziyaeddin Yusuf Şirvani tarafından Anadolu topraklarında Halvetiye iyice yayılmıştır. Cemaleddin İshak Karamani vasıtasıyla da Halvetiye, İmparatorluk İstanbul’unda rahatça yayılma imkanı bulabilmiştir. (İbid) Ayrıca Halvetiye tarikatı Ruşeniyye (kurucusu Dede Ömer Ruşeni, ö.892/1487), Cemaliyye (kurucusu Cemal-i Halveti, ö.899/1494), Ahmediyye (kurucusu Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin, ö.910/1504) ve Şemsiyye (kurucusu Şemseddin Sivasi, ö.1006/1597) şeklinde dört ana kola ayrılmış, bu kollardan çeşitli şubeler meydana gelmiştir.
Kaynak: http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/3334/
Kaynak: http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/3334/
Huu illa Hu
YanıtlaSil