DUA ETMEK
İbadetin özü olan duanın, yeri ve zamanı olmadığı için, her yerde ve her zaman duâ etme.. İşte, sokakta, otomobilde, otobüste, okulda, yolda, evde, camide, Ka'be'de vs. dua etme.. Devamlı dua etme ve bunu alışkanlık haline getirme... Fakat duada mühim olan, kulun kendisine düşen vazifeyi yaptıktan sonra Allah'tan istemesidir. Yani dua edip birşeyler isterken eli kolu bağlı durmama. Sebeblere müracaat etme. Zira Allah, tembele değil, canla başla çalışana, ısrarla isteyene verir. Hz.Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in; "Cennette kendisiyle komşu olmak isteyen kimseye: Çok secde etmekle bana yardımcı ol" demesinde bunu görebiliriz.
Ayrıca, dua ederken uyanık bir gönül ile duâ etme... Söylenen her kelimenin kalpte yerini bulması... Himmeti âlî tutup Ümmet-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için de duâ etme... -İnsan, kendi çocuğu suya düştüğü ve boğulmak üzere iken, nasıl heyecan ve hafakanlar içinde kalıyorsa- aynen öyle , dünyanın dört bir tarafında garip, çilekeş ve mazlum Ummet-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için de öyle dua etme... duaların kabulüne vesile olacaktır.
DUA İBADETTİR:
Nu'man b. Beşir'in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Dua ibadettir" buyurdular ve sonra da şu ayeti okudular:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
"Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanıza icabet edeyim. Kibirlerinden Bana ibadet etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir" (Mü'min, 40/60) (1).
Başka bir rivâyete göre; "Duâ ibâdetin özüdür"'(2)
Allah yanında duâdan daha değerli birşey yoktur. Çünkü "duâ, dinin direği, semâvât ve arzın nûru ve mü'minin silâhıdır" (3).
Duâ eden bir kimse helak olmaz (4).
Allah kendisine duâ edilmesi ve duâda ısrar edilmesinden hoşlanır, "Kendisine duâ etmeyene de gazâb eder' (5).
Allah Teâlâ'nın, Yûnus aleyhisselam hakkında Kur'an'da bahsettiği de buna benzemektedir. Yûnus (a.s.), anlatmış olduğu şeyleri kavmi dinlemediği için, kavmine kızarak onların arasından Rabb'inin izni olmadan çıktı ve yüklü bir gemiye bindi. Geminin yükü fazla olduğundan gemi taşıyamamış, yolculardan birini denize atmak gerekmişti. Atılacak kişinin tesbîti için gemidekiler kur'a çektiler. Kur'an'ın ifâdesiyle, "Kur'a çekti, (kur'a kendisine isabet ettiği için) yenilenlerden oldu" (Sâffât, 37/141).
"(Yûnus (a.s.) Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için kendi kendisini) kınayarak (denize atıldı) balık onu yuttu" (Sâffât, 37/142). Cenâb-ı Hak Yûnus (a.s.)'ı, bu izinsiz çıkışından dolayı şiddetli bir gazab ile levmetti (kınadı). Çünkü Yûnus (a.s.)'ın, kavminin ezâlarına karşı sabretmesi gerekiyordu.
Yûnus (a.s.), iç içe üç karanlık içinde Rabbine duâ etti; deniz, gecenin karanlığı ve balığın karnı. Yûnus (a.s.) duâsında;
لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
"Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksiklerden uzaksın, yücesin, ben zâlimlerden oldum" (Enbiyâ, 21/87) diyerek yalvardı.
Allah Teâlâ da;
"Biz de onun duâsını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte Biz, inananları böyle kurtarırız" (Enbiyâ, 21/88) diyerek cevap verdi.
"Biz de onun duâsını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte Biz, inananları böyle kurtarırız" (Enbiyâ, 21/88) diyerek cevap verdi.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, Yûnus (a.s.)'ı kurtarmasının sebebini onun rahatlık ve bolluk anında da Allah'ı çok zikretmesi olduğunu bildirdi:
"Eğer (rahatlık ve bolluk anında da) tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) diriltilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı" (Sâffât, 37/143-144).
Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadislerinde; "Kederli, hüzünlü bir kimse, kardeşim Yûnus gibi duâ ederse, Allah onun duasına cevap verir.
O duâ da لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ duâsıdır" (6).
Öyleyse, "sıkıntılı anında Allah'ın, duâsını kabul etmesi kimin hoşuna gidiyorsa, rahatlık ve bolluk anında Allah'a çok duâ etsin" (7).
"Bir müslüman, istediği şey günah olmamak ve sıla-ı rahmi kesmeyi istememek şartıyla duâ ederse, kendisi için üç haslet meydana gelir; ya Allah onu istediği şeyi hemen verir, veya (mükâfatını) âhirette vermek için saklar, veyahut yaptığı duâ kadarıyla, başına gelecek kötülükten onu muhafaza eder." Sahabe-i kirâm; "O zaman biz de çok duâ ederiz", dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurdular: "Siz isteyebildiğiniz kadar isteyin, çünkü Allah'ın rahmet hazinesi sizin istediklerinizden daha çoktur" (8).
Bir kimse duâ kapısını açar ve duânın tadını alırsa; onun için hayır, rahmet ve icâbet kapısı açılır. Hz.Ömer (r.a.) şöyle demektedir; "Ben duâmın kabul edilip edilmemesinin ızdırabını çekmiyorum, duâya devam edememenin ızdırabını çekiyorum. Çünkü, duâya devam edebilirsem, istediğim bana verilecektir." Bununla ilgili olarak şöyle bir söz söylenmektedir; "Ey insanoğlu! Efendinin kapısını bıkmadan, usanmadan çaldığın için, istediğin sana verilmiştir, hakkında mübârek olsun."
İnsanın, duâsının kabûlünde aceleci olmaması ve kabul olmadı diye duâ etmeyi bırakmaması gerekir. Nitekim, Buharî ve Müslim'in beraberce rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerifte: "Sizden biriniz duânızda acele edip; "Duâ ettim sonra yine duâ ettim, fakat duâma cevap verilmedi" demedikçe duâsı kabul edilir" (9), buyurulmuştur.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: "Birçok defa duâ ediyoruz kabul olmuyor. Halbuki, âyet umûmîdir, her duâya cevap var?" Buna şöyle cevap verilir:
Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her duâ için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem her istenileni vermek Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine tâbidir. Meselâ, hasta bir çocuk feryâd eder: "Ey doktor! Bana bak. Doktor: Buyrun diye cevap verir. Çocuk: Şu ilacı ver bana der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Allah Teâlâ; Hakîm-i mutlak, hâzır, nâzır olduğu için kulun duâsına cevap verir. Yalnızlık ve kimsesizliğini duasının cevabıyla ortadan kaldırır. Fakat, insanın hevâ ve heveslerinin istikâmetinde değil, belki hikmet-i Rabbâniyye'nin iktizâsıyla, ya istediğini veya daha iyisini verir, veya hiç vermez. Hem duâ bir ubûdiyettir. Ubûdiyyetin ise meyveleri âhirette verilir. Dünyevî maksadlar ise, o nevî duâ ve ibâdetin vakitleridir."
İbadetin en faziletlisi, duâdan sonra tehlikenin, zorluğun gitmesini beklemektir. Hadîs-i şerîfte: “Ya zel celali vel ikram” diyerek "Beklemeye devam edin" buyurulmaktadır (10).
Duâ, meyveli bir ağaç ve kişinin kendisinin sakladığı bir hazîne gibidir. Yani ağacın üzerindeki meyve de, yere düşen meyve de sahibinindir. Gizlediği yerde duran para da, oradan aldığı ve cebindeki para da hazine sahibinindir. Aynen öyle de; duâ edenin istediği şey, kendisine verilse de kendisi için büyük bir mutluluk, istediği şey bu dünyada verilmeyip âhirette verilse de, duâ eden için büyük bir saadettir.
DUA KADERİ GERİ ÇEVİRİR Mİ?
Hadis-i şerife göre duâ; insanın başına gelen belâyı gelmeden önce de, geldikten sonra da defeder (11). Ayrıca diğer bir hadîste Hz.Peygamber (s.a.v.): "Kaderi ancak duâ geriye çevirebilir, ömrü de ancak iyilikler arttırabilir. Kul, işlemiş olduğu günahlarla kendisini rızıktan mahrum eder" (12) buyurmuşlardır.
Peygamberimiz (s.a.v.) Şâfiîlerin okuduğu kunut duâsında: "Ya Rabbi! Bizi koru ve hakkımızda hükmettiğin şeyin şerrini bizden gider" diye duâ etmişlerdir. Eğer duâ, kaza ve kaderin geri çevrilmesinde bir sebep olmasaydı, Peygamberimiz böyle duâ etmez ve ümmetine de öğretmezdi.
Mürsel olarak rivâyet edilen bir diğer hadîs-i şerifte Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle buyururlar: "Mallarınızı zekâtla muhafaza ediniz, hastalıklarınızı sadakayla tedâvî ediniz, üzerinize gelen belâ dalgalarını duâ ve tazarrû ile defediniz" (13).
İbn Abbas'ın rivâyet ettiği bir hadîste de, Peygamber Efendimiz İbn Abbas'a şöyle nasihatta bulunurlar: "Rahat ve bolluk anında Allah'ı bil ki, şiddet ve sıkıntı anında da Allah seni bilsin. Bir şey istediğinde, Allah'tan iste. Yardım talep ettiğinde de Allah'tan yardım talep et" (14).
Kişi bolluk ve mutluluk zamanında Allah'a duâ etmeye devam ederse, daha sonra başına şiddetli belâ ve musîbetler geldiğinde yine Rabbine duâ ettiği zaman melekler; "Ya Rabbi! Bu ses, tanıdık bir kuldan ve tanıdık bir ses. Allahım, onun duâsını kabul et" derler. Bundan dolayı seleften bazıları şöyle duâ etmişlerdir:
"Ya Rabbi! Ben duâ etmekle emrolundum ve bana, duâma cevap verileceği vadedildi. Senin emrettiğin gibi Sana duâ ediyor ve Senden istiyorum. Vadettiğin gibi duâma icâbet et."
Duâ etmenin en makbul şekli, ihsan mertebesidir ki, o da kişinin; Allah'ı görüyor gibi O'na duâ etmesi ve duâsını Allah'ın işittiğine inanmasıdır.
DUANIN ADABI
DUANIN ADABI
Duâ'nın birçok adabı vardır ki, duâ edenin bu âdâba riâyet etmesi gerekir. Çünkü edepten mahrum olan, lutf-u ilâhîden de mahrum olur.
1. Duâ edileceği vakit istiğfar ile manevî temizlenmeli.
2. Duâ'ya başta, Allah'a hamd ü senâ ve peygamber Efendimize salât ü selâm ile başlamalı.
Bundan sonra istekleri için duâ etmeli ve sonunda yine makbûl bir duâ olan salavât-ı şerîfeyi şefaatçi gibi zikretmeli. Çünkü, iki makbûl duânın ortasındaki bir duâ makbul olur.
Hz.Peygamber (s.a.v.), Allah'a hamdetmeden ve kendisine salat ü selâm söylemeden duâ eden bir kişiyi işitince: "Şu kişi acele etti" dedi ve onu çağırarak: "Sizden biriniz duâ ettiğinde; Rabbine hamd ü senâ ve Peygamberine salât ü selâm ile başlasın. Ondan sonra da, hâceti için duâ etsin" (15) buyurdular. Çünkü vesileler, istenilen şeylerden önce getirilir. Allah Teâlâ: "Allah'a (yaklaşmaya) vesîle (yol) arayın" (Mâide, 5/35) buyurmaktadır.
Duâda, Allah'a hamd ü sena etmek ve Rasûlü'ne salât ü selâmı önce zikretmek en iyi vesiledir. Ancak bu vesilelerle duâ, Allah'a yükselir.
3. Yiyip içtiği şeylerin helâl olmasına dikkat etmek: Peygamberimiz (s.a.v.), uzun bir yolculuk esnasında, saçları dağılmış, toz toprak içinde kalmış ve ellerini semâya kaldırıp: "Ya Rabbi! Ya Rabbi!" diye duâ eden bir adamdan bahsederek: "Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş bir kimsenin duâsı nasıl kabul olunur ki!" (16) buyurdular. Hadîsteki kişi ve benzeri kimseler, kendi elleriyle duâlarının makbul olma yolunu kapatmışlardır.
Rivâyete göre, Sa'd b. Ebî Vakkâs Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Ya Rasûlallah! Allah'a duâ et de duâsı kabul edilenlerden olayım" deyince, Peygamberimiz (s.a.v.): "Ey Sa'd! Helâl ye ki, duâsı kabul edilenlerden olasın" (17) buyurmuşlardır.
Rivâyete göre, Sa'd b. Ebî Vakkâs Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Ya Rasûlallah! Allah'a duâ et de duâsı kabul edilenlerden olayım" deyince, Peygamberimiz (s.a.v.): "Ey Sa'd! Helâl ye ki, duâsı kabul edilenlerden olasın" (17) buyurmuşlardır.
4. Duâ'da elleri kaldırmak. Çünkü elleri kaldırmada, kulluğu izhâr etme ve her hâlinde Allah'a ihtiyacı olduğunu ifâde etme vardır. Hadîste şöyle buyurulmaktadır: "Rabbiniz Hayy ve çok ikrâm edicidir, kulu ellerini kaldırıp Kendisine duâ ettiğinde onları boş çevirmekten hayâ eder" (18).
5. Kur'an'da ve hadîslerde geçen me'sûr duâlarla duâ etmek.
6. İhlâs, huşû ve huzûr-u kalp ile duâ etmek.
7. Namazın sonlarında, bilhassa sabah namazından sonra duâ etmek.
9. Cuma günü, husûsan sâat-i icâbede duâ etmek. Hem şuhûr-u selâsede (üç aylarda), husûsan meşhûr gecelerde, hem Ramazanda, husûsan kadir gecesinde yapılan duâların kabûl olması rahmet-i ilâhiyyeden kuvvetle ümîd edilir.
10. Duâsının kabûl edileceğine kesin bir şekilde inanarak duâ etmek.
11. Secdede duâ etmek. Evet, secdede hârika bir sır vardır. Hadîs-i şerifte: "Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır. Secdede çok duâ edin. Çünkü, duânın kabûl edilme ihtimâli daha çoktur" (19). Secdede (Kur'an'da ve meşhûr hadîslerde olmak şartıyla) dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlar ve dünya ve âhiretin salâhı için duâ edilebilir.
DUANIN FAYDALARI
Duâ eden kimsenin hâli, evlâd u iyâli islah olur, malı da bereketlenir. Kendisi de sâlih amel işlemeye muvaffak olur. Her türlü hâli ve her türlü ihtiyâcı için Allah'a duâ edip yalvaran kimseye, duâda büyük bir haz ve nasîp vardır. Çünkü ona, annesi, babası ve diğer insanlar sâlih amelde bulunması için duâ ederler. Fakat, duâdan nasibi olmayan, münâcât lezzetini tadmayan ve Rabbine duâ ve ibâdet etmekten kaçınan, tekebbür eden kişiler hayırdan, Allah'a yaklaşmaktan ve O'nun sevgisini kazanmaktan mahrum sayılırlar. Böyle kişiler, kendilerine ve duâlarına cevap verilecek rahmet kapılarını kapatmış olurlar. Çünkü, duâ etme lezzetinin kalpten çıkarılması, bir şahsın -kendisi farkında olmadığı halde- cezâlandırıldığı en şiddetli bir cezâdır.
Allah Teâlâ bir âyette şöyle buyurur:
"Kullarım, sana Benden sorarsa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana duâ edince, duâ edenin duâsına icâbet ederim. O halde onlar da Benim da'vetime (itaatle) icâbet ve Bana îman (da devam) etsinler. Tâki (o sayede) doğru yola ulaşmış olalar" (Bakara, 2/186).
Bu âyetin nâzil olmasının sebebi şu hâdisedir: "Birtakım insanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek, Ya Rasûlallah! Rabbimiz bize yakın mı, uzak mı? Yakınsa fısıltı ile, uzaksa yüksek sesle duâ edelim" dediler, bunun üzerine Allah Teâlâ da bu âyeti indirdi (20).
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir seferde ashâbıyla birlikte giderlerken, yüksek yerlere gelince ashâb, yüksek sesle "Allahü Ekber" ve "Lâ ilâhe illallah" dediler. Bunun üzerine Hz.Peygamber: "Ey insanlar! Kendinize acıyın ve seslerinizi böyle yükseltmeyin. Çünkü siz, sağır ve gâib olan Birisine duâ etmiyorsunuz. Siz, sizinle beraber olan, herşeyi işiten ve size yakın olan Birisine duâ ediyorsunuz" (21) buyurur.
SONSÖZ
İbadetin özü olan duâanın, yeri ve zamanı olmadığı için, her yerde ve her zaman duâ etme.. Sokakta, otomobilde, trende, büroda, okulda, fabrikada, evde, camide, Ka'be'de vs. duâ etme.. Devamlı duâ etme ve bunu i'tiyat haline getirme... Fakat duâda mühim olan, kulun kendisine düşen vazifeyi yaptıktan sonra Allah'tan istemesidir. Yani duâ edip birşeyler isterken eli kolu bağlı durmama. Sebeblere müracaat etme. Zira Allah, tembele değil, canla başla çalışana, ısrarla isteyene verir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in; "Cennette kendisiyle komşu olmak isteyen kimseye: Çok secde etmekle bana yardımcı ol" (22) demesinde bunu görebiliriz.
Ayrıca, duâ ederken uyanık bir gönül ile duâ etme... Söylenen her kelimenin kalpte yerini bulması... Himmeti âlî tutup Ümmet-i Muhammed (s.a.v.) için de duâ etme... -İnsan, kendi çocuğu suya düştüğü ve boğulmak üzere iken, nasıl heyecan ve hafakanlar içinde kalıyorsa- aynen öyle de, dünyanın dört bir tarafında garip, çilekeş ve mazlum Ümmet-i Muhammed (s.a.v.) için de öyle duâ etme.. duâların kabulüne vesile olacaktır.
Kaynak: Yeni Umut Dergisi
Kaynakça
- (l)Tirmizî, Medîne 1978, Daâvât 2; İbnMâce, Beyrut 1975, Duâ 1; Müsned, Beyrut 1985, IV, 267, 271, 276.
- (2) Tirmizî Daâvât 1; Kenzu'l-Ummâl, Beyrut 1985, II, 62.
- (3) Kenzu'l Ummâl, a.yer. (4)Kenzu'l-Ummâl,II, 66.
- (5) Tirmizî, Daâvât 2; Kenzu'l-Ummâl, II, 63.
- (6) Tirmizî, Daâvât 82.
- (7) Tirmizî, Daâvât 9.
- (8) Tirmizî, a. yer; Kenzu'l-Ummâl, II, 70.
- (9) Buharı, İstanbul 1897, Daâvât 22; Müslim, 1955, Duâ 25.
- (10) Müstedrek, Beyrut tarihsiz, 1,499.
- (11) Kenzu'l-Ummâl, 11,63.
- (12) Müstedrek, 1,492-493; Kenzu'l-Ummâl, II, 62.
- (13) Merâsil-i Ebî Dâvûd, Beyrut 1988, s.128; et-Tergîb ve't-Terhîb, Beyrut 1968,1,520.
- (14) Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 59; Müstedrek, 111,541.
- (15) Ebû Dâvûd, İstanbul, Daâvât 66.
- (16) Müslim, Zekât 65.
- (17) İhyâu Ulûmi'd-Dîn, İstanbul 1974, (trc. A.Serdaroğlu) 11,235.
- (18) İbn Mâce, Duâ 13; Kenzu'l-Ummâl 11,63.
- (19) Müslim, Salât 207,215.
- (20) el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1985,11,308. (21)Buhârî, Cihad 131.
- (22) Müslim, Salât 226.
Elinize sağlık çok faydalı bilgiler paylaşıyorsunuz.
YanıtlaSilBenim de bloğumu ziyaret edip yorum yapabilir misiniz ?
Teşekkürler. http://huzurkaynagi.blogspot.com
Allah'ın selamı üzerinize olsun ..çok dualarınızı bekliyorum..hep aplıyorum...
YanıtlaSil