"Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb sûresi, Ayet 29)"
Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin (ra), sevdamız, sevgimiz, saygımız, hürmetimiz, ihtiramımız her türlü mezhepsel bağnazlığından ötesinde olarak, ne " Sünnî" ne "Şia" ve ne de ülkemizde meskun bulunan "Alevi-Bektaşi" kesimlerinin düşündükleri, algıları gibi olmayıp, yorumlarımız, araştırmamız mümkün mertebe, mehma imkân Kur'ânî emirler doğrultusunda olmaktadır.
Çünkü, Hz. Ali (ra)'ın şehadetinden bu yana, alabildiğince mezhepler zuhur etmiş, kimileri namazlı, zekatlı, haclı, cihadlı olurken, kimileri de, bir takım sun'î meselelere dayanarak, Hz. Ali'yi çok sever görünmüşler, ama, hayatlarında Allah'a kıyam, rüku ve secde olmamıştır. Yani, Sünnî olduklarını ısrarla vurgulayan kesim, hem Hz. Ali'yi sevmişler, hürmet etmişler, Muaviye, Ebu Süfyan cenahına da kat'iyyen toz kondurmamışlardır. Hatta, daha da ileri giderek Muaviye'nin; Resul (sav)'in yanında katiplik yaptığını, yakınında bulunduğunu iddia eder olmuşlardır.
İran Şiası ve yeryüzündeki uzantılarının Hz. Ali'yi sevmeleri, Hz. Hüseyin ve Kerbela olayına yaklaşımları çok daha değişik, çok daha farklı bir durumdur. Örneğin, namaz kılarken secde mahalline " temiz taş" isimli "nazzif" isimli taşın secdede alnın geleceğe yere konularak namaz kılınması, bu temiz taşın da Kerbela toprağından olmasına riayet edilmesi dikkat çekmektedir.
1983 yılında, hac görevlisi olarak Irak'tan hacca giderken, hacılarımı Kerbela'da bulunan Hz. Hüseyin camiine ziyarete götürmüştüm. Daha Mescide girerken, temiz taş dağıtan taşçı adamın hareketi, bana, taş teklif etmesi, unutamayacağım bir mes'eledir.
Maalesef, her Arap Müslüman da görüldüğü gibi aynı şahsın, bana Kur'ân okuyup okumadığımı, bilip bilmediğimi sorması, beni ziyadesiyle beni öfkelendirmiştir. Aynı şahsa, hafız yani Arapça terimle şeyh olduğumu ifade etmiştim.
Diğer taraftan, ülkemiz içerisindeki Alevi vatandaşlar, daha değişik, daha farklı biçimde Hz. Ali ve Ehl-i Beyt taraftarıdırlar. Türkiye'deki, Sünni kesim ile, Alevi kesim şu ana kadar, yeterli, doyurucu, tatmin edici bir şekilde bir araya gelemediler, kucaklaşıp, dayanışma içerisine giremediler. Elbette, bu uzaklaşmalarda, yeterli birikim sahibi olmayan hocaların, hiç bir okul tahsili yapmamış dedelerin etkinliği, rolü çok çok büyüktür. Sünni kesimden ziyade, Alevi kesimler, " Sünnileşiriz" endişesiyle, camilere, hocalara, Diyanet'e yaklaşmamaktadırlar.
Halbu ki; Bir Alevi vatandaş Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin (ra)'ı ne kadar seviyorsa, Sünnî insanımızda, onlardan geri kalmamak şartıyla , zikredilen isimleri daha çok sevmekteler, beş vakit namazlarında onlar için yalvara yalvara, yakarışlar içerisinde dua etmektedirler.
Mes'eleye, mezhepsel açıdan yaklaşıldığı için, şu ana kadar asırlardan beri bir netice, başarılı bir sonuç alınamamıştır. Başkanlık Baş Müfettişi, sayın Dr. Abdülkadir Sezgin beyin vb. akademisyenlerin gayretleri ile bir takım ilintiler peydah edilmiş, ilişkiler de yumuşamalar görülmüş olmasına rağmen, bunun yeterli, kifayet eder olduğunu söylememiz mümkün değildir.
Mes'eleye, mezhepsel açıdan yaklaşıldığı için, şu ana kadar asırlardan beri bir netice, başarılı bir sonuç alınamamıştır. Başkanlık Baş Müfettişi, sayın Dr. Abdülkadir Sezgin beyin vb. akademisyenlerin gayretleri ile bir takım ilintiler peydah edilmiş, ilişkiler de yumuşamalar görülmüş olmasına rağmen, bunun yeterli, kifayet eder olduğunu söylememiz mümkün değildir.
Başkanlık, son yıllarda, Yurtdışına bile, Dedeler göndererek, Batı ülkelerinde çalışan gurbetçi insanlarımıza hizmet etmelerini temin etmeye çalışmaktadırlar. Lakin, Başkanlık, bu eylemi düşünmesinde haklı olmasının yanı sıra, bir takım zararları da, mahzurları da zuhur edecektir. Çünkü, Dedeler, belli bir okul bitirmiş, kariyer sahibi insanlar değildirler.
Yıllar önce idi.. Hollanda'da bir Alevi hanımın cenazesi için, üç beş tane Dede ile karşılaştım. Sohbetim oldu. Konuşmalarımız, sohbetlerimiz genelde hep Kur'ânî düşünceler üzerinde olduğu için, çok çok memnun kaldıklarını izhar ettiler. Elbette ki, mes'eleye, Ebu Hanife, Alevi, Şafii, vb. mezhepler doğrultusun da yaklaşsaydım, belki de, içinden çıkılmayacak tartışmalar olacak, belki de, birbirlerimizi incitmiş olacaktık!..
Onun içindir ki, ümid ederim, Başkanlığımız, bu kanayan yaraya neşter vurarak, problemi teşrih masasına yatırarak, tüm bu kesimleri Kur'ân etrafında birleştirme çalışmaları yapar, Alevi ve Sünni kesim gerginliği yerine " Müslümanlık" hoş görüsüne bırakır kanaatindeyim. Hz. Fâtıma'yı, Hz. Hüseyin (ra)'ı hep birlikte sevmeliyiz!.. Onlar, İslam'ı nasıl yaşamış iseler, Alevi ve Sünni insanlar da onlar gibi, İslam'ı yaşamaya çalışmalıdırlar. Bir takım uyduruk, hurafe, efsane, kıssa, mitolojik hususların arkasına sığınıp, indî, keyfî yorumların kurbanı olmamalıyız!..
Netice ve sonuç olarak;
Ülke olarak, ülke Müslümanları olarak, her şeyden çok birliğe, beraberliğe, kardeşliğe ihtiyacımız bulunmaktadır. Hangi kesim olursa olsun, nasıl düşünürse düşünsün, referansımız Kur'ân olduğu müddetçe, vatanımızda yapılmayacak işler bulunmamaktadır. Ama, fırkaların, ekollerin,kliklerin, mezheplerin arkasına sığınarak, birbirimize toleranstan uzak bir şekilde diş bilersek, hınç beslersek, vallahi, bu menfi eylemden dolayı, herkes, her kesim zarar görecek, rahat ve mutluluk yüzü görmeyeceklerdir.
Örneğin, ümmet ve bilhassa Ortadoğu devletçikleri, perişan, sefil ve rezil bir şekilde mezhepsel kavgaların zebunu olmuşlar, birbirlerinin boyunlarını vurmaktadırlar. Niçin ve neden?
Çünkü, her gün sabah bir grup peydah olmakta, mantar biter gibi bitmektedir. Kimi, Işidçi olurken, kimi Barzanici, Talabanici, Vehhabi, Şia, Kürt, Türkmen, Arap olmaları hasebiyle, birbirlerinin mescidlerini, minarelerini birbirlerinin başlarına yıkmaktadırlar. Allah aşkına! Böyle bir Müslümanlık hangi kitapta yazılıdır?
Çünkü, her gün sabah bir grup peydah olmakta, mantar biter gibi bitmektedir. Kimi, Işidçi olurken, kimi Barzanici, Talabanici, Vehhabi, Şia, Kürt, Türkmen, Arap olmaları hasebiyle, birbirlerinin mescidlerini, minarelerini birbirlerinin başlarına yıkmaktadırlar. Allah aşkına! Böyle bir Müslümanlık hangi kitapta yazılıdır?
Kendileri sıkıntı içerisinde yaşadıkları gibi, son vatan parçası olan Türkiye Cumhuriyeti'ni de, söz konusu olan rezilliklerin, pejmürdeliğin, kaosun içerisine ister istemez çekmektedirler!.. Öyleyse, gelin hep beraber Kur'ân'ı rehber yaparak, kendi kendimizi Kerbela hadisesi için zincirlere vurmayalım, ağıtlar yakmayalım, insanlara işkence içerisinde bulunmayalım!..
Rabbim, bizlere, güzel günler, asude şafaklar, fecr-i sadıklar lutfetsin!.. Lutfensin ki, kendimize gelerek, Kuran etrafında birleşelim!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Yorum Gönder