Sabahları derse başlamadan önce bir Ayetü’lkürsi ve İnşirah suresi okumak âdeta günü selamlamak adına alışkanlık hâline gelmiş- ti. İnşirah suresini okuduktan sonra mealini de kısaca söylüyordum. Kursiyerlerin birbirlerine kısaca hâl hatır sorduktan sonra, “Hocam haydi bir İnşirah” demeleri derse hazırız anlamına geliyordu ve benim çok hoşuma gidiyordu.
Yine bir sabah İnşirah suresini okumuş, Allah’a hamd etmiş, Peygamber Efendimiz’e salat ve selamlarımızı göndermiştik… Otuz yıllık memuriyetin ardından en yakınlarını kaybeden ama öğrenmeye dair hırsını hiç kaybetmemiş olan yetmiş dört yaşındaki Kur’an talibi teyzemiz: ‘Hocam bir soru sorabilir miyim?’ dedi. - Bu sure Peygamberimize peygamberliğin ilk yıllarında vahyolunmuş. O yıllarda Peygamberimize, peygamberlik görevi verilerek sorumluluk yüklenmiş hem de çok sıkıntılar çekmiş. Allah (c.c.) niçin sırtından belini büken yükünü kaldırdık, gönlüne ferahlık verdik diyor ben bir türlü anlayamıyorum.
Bana peygamberimizin yükü daha da artmış gibi geliyor. Soru gerçekten çok güzeldi, öğrencilerin sorularına cevap vermek amaçlı oluşan karşılıklı sohbet çok faydalı oluyordu. Sınıfa, “Ne dersiniz, bu soruya cevap vermek isteyen var mı?” diyerek dikkatlerini çekmeye çalıştım. Bütün sınıf ellerindeki meali tekrar okudular sonra onlar da "neden" demeye başladılar. Onlara Hz. Musa’nın duasını hatırlattım.
Birlikte bu duayı okuduk: “Rabbim göğsümü genişlet ve işimi kolaylaştır.” Hz. Musa’nın bu duayı niçin yapmış olabileceğini düşündük. Hz. Musa’nın istediği ama Peygamberimize verilen İnşirah’ın ve kaldırılan yükün ne olabileceğini konuştuk. Sonra, “Siz göğsünüzü ne zaman genişlemiş ve ferahlamış hissedersiniz?” diye sordum. En yaşlı teyzemiz yine söz aldı: - Hocam ben iyi işler yaptığımda, insanlar arasında doğru davrandığımda göğsüm nefes alıyor, rahatlıyorum, o zaman namazlarımı bile daha huzurlu kılıyor, mutlu oluyorum, kendimi hafiflemiş hissediyorum, dedi. Diğer kursiyerler de buna yakın örneklerle konuya katıldılar.
Ben de konuya şu şekilde açıklık getirmeye çalıştım. İnsanın duyguları, düşünceleri ve davranış- ları uyum içerisinde olduğunda iç başarısını sağlamış olur. İç başarısını sağlayabilen insan kendini hafif hisseder, huzurlu ve mutludur. Karşılaştığı olumsuz ve sıkıntılı olaylar onu yormaz, çünkü eylemlerinde iç dünyası ile çelişki yaşamaz. Yaşadığı sıkıntılı olaylara en doğru çözümleri üretir, bazen sı- kıntılarından bile haz alır.
Yunus’un, ‘Derdim bana derman imiş’ dediği gibi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) peygamber olmadan önce hissettiklerini ve düşündüklerini bir türlü eyleme geçiremiyordu, sıkıntı içerisindeydi, kavminin yanlış yola gittiğini fark etmişti ama doğru yolun ne olduğunu bilmiyordu, o yüzden Hira dağına çıkıp günlerce tefekkür ediyordu. Yüce Allah gönderdiği vahiyle Peygamber Efendimiz’in duygu ve düşüncelerini eyleme dönüştürmesine izin verdi, ona doğru yolun ne olduğunu öğretti.
İşte bu yüzden, “Biz sana vahyi göndermekle belini büken yükünü kaldırdık.” buyruldu. Peygamberimiz bu yüzden zorluklardan yılmadı, zor zamanlarında bile şikâyet etmedi. Çünkü vahiy özünde, fıtratında var olanı açığa çıkarmasına yardımcı oldu.
Günümüzde insanlığın yaşadığı bunalımın sebebi de, özünden uzak ya da özüne aykırı davranışlarda bulunmasındandır. Bizler de, vahyin rehberliğinde yol aldıkça fıtratımıza, özümüze yabancılaşmamış oluruz. En ağır yük kendimizle yaşadığımız çelişkilerdir… Yetmiş dört yaşındaki sevimli teyzemiz: “Hocam şimdi anladım; bizler de Kur’an’la yaşarsak içimizle barışmış oluruz, hafifleriz.” dedi. Sonra Kur’an’ı göğsüne aldı, “Benim canım Kur’an’ım! Keşke seni daha erken bulsaydım da göğsüm hep inşirah dolsaydı.” diyerek ağlamaya başladı. Bir diğer kursiyer, “Bundan sonra İnşirah suresini düşünmeden hiçbir iş yapmayacağım.” diyerek katıldı. Bu verimli sohbetin ardından yine bir İnşirah diyerek derse başladık.
Mükerrem Üçkan Hz. Hacer Kur’an Kursu / Bandırma
Yorum Gönder