Hayat hızla akmaya devam ediyor. Herkesin
günlük telaşeleri, gelecekle ilgili
planları, beklentileri var. Sürekli bir
koşturmaca hâlindeyiz. Zaman acımasız, zamanın
nasıl geçtiğini anlamak ise imkânsız. Geçen
her saniye, her dakika bizi biraz daha yaşlandırıyor. Her an ona bir adım daha yaklaşıyoruz fakat
unutuyoruz. Belki de nefes aldığımız her defa
aklımıza getirmemiz gerekir onu. Saatler sonra
uykudan uyandığımızda düşünmeliyiz belki bir
an. Ya hiç beklemediğimiz anda kesilirse nefesimiz?
Uyumak üzere kapattığımız gözlerimizi bir
daha hiç açamazsak? Hayatımızdaki en kıymetli
varlığı; annemizi, babamızı, eşimizi, gözümüzden
sakındığımız evladımızı ya da en iyi dostumuzu
hiç beklemediğimiz bir anda kaybedersek?
Ne kendimize ne de sevdiğimiz insanlara onu
yakıştıramıyoruz bir türlü.
Onun adı anıldığında
çoğumuzun tüyleri diken diken oluyor, bakışlarımız
donuklaşıyor, rengimiz soluyor. Ölümün
her an kapımızı çalacağını aklımızdan bile geçirmiyoruz.
Ashaptan bazıları bir gün Rasulüllah’ın mescidinde
oturmuş gülüşüyorlardı. O esnada Hz.
Peygamber içeri girdi. Gülüşmelerini görünce
şöyle nasihatte bulunma ihtiyacı hissetti: “Aslında
sizler ölümü çok sık hatırlamış olsaydınız
şu gördüğüm vaziyette olmazdınız. Öyleyse lezzetleri
yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın.”
(Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 26; Zühd, 4.)
Allah Rasulü’nün hatırlattığı üzere ölüm ağız
tadını kaçıran bir gerçektir. Hatta insanın dünyadaki
serüvenine dikkatle baktığımızda bu hayatta
tek hakikat varsa o da ölümdür. Dünyaya
gelen her canlı muhakkak ölümü tadacaktır. (Âli
İmran, 3/185; Enbiya, 21/35.) İnsan nerede olursa
olsun, ne kadar kaçarsa kaçsın, ne kadar çare
ararsa arasın nafile… Ölüm herkese ulaşacaktır.
(Nisa, 4/78; Cum’a, 62/8; Kıyame, 75/26-30.)
Bununla
birlikte maddiyatın hükmü altına girdiğimiz
günümüzde geleceğe dair bitmek bilmeyen
emellerimiz uğrunda çabalarken ölümü aklımızın ucundan dahi geçirmiyor, yaratılış amacımızı
unutuyoruz. Hatta öylesine bir gaflet içindeyiz
ki her gün haber bültenlerinde karşılaştığımız
ölüm olaylarını bile sıradan karşılıyor, aldırış etmiyoruz.
Açlık, hastalık, kaza ve savaşlar nedeniyle
nice insanlar hayatını kaybediyor. Çocukyetişkin,
kadın-erkek, hasta-sağlıklı, güçlü-zayıf
demeden ölüm herkesi buluyor. Zamanı asla bilinmeyen, kim olursa olsun herkes için kaçınılmaz
bir gerçek olan ölümden ürküyoruz ve onu
unutmak istiyoruz. Kimimiz korkudan, kimimiz
dünyanın aldatıcı nimetlerine kapılıp gittiğinden,
kimimiz de onu bir yok oluş saydığından…
Yüce Allah hayatı da ölümü de dünyada kimin
daha güzel ameller işleyeceğini sınamak için
takdir etmiş (Mülk, 67/2.) ve kullarını ölüm gelinceye
dek kendine ibadetle sorumlu tutmuştur. (Hicr, 15/99.)
Dolayısıyla insanın dünyaya
geliş amacını unutmaması, hayatını istikamet
üzere devam ettirerek ahiretini kazanabilmesi
için ölümü hatırından çıkarmaması gerekir. Hz.
Peygamber dünyada bir garip ya da bir yolcu
gibi olunmasını tavsiye etmiş, (Buhari, Rikâk,
3.) ölüm ansızın gelmeden iyi işler yapmak için
acele edilmesini istemiştir. (Tirmizi, Zühd, 3.)
Âhireti hatırlatması hasebiyle kabirlerin ziyaret
edilmesine izin vermiştir. (Tirmizi, Cenaiz, 60.)
Müminlerin en akıllısının ölümü en çok hatırlayanlar
ve ölümden sonrası için en güzel şekilde
hazırlananlar olduğunu belirtmiş, (İbn Mace,
Zühd, 31.) gaflete dalan, gülüp oynayan, kabirleri
ve toprak altında çürümeyi unutan, azıp haddi
aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan
kimsenin ise ne kadar bedbaht bir kul oldu-
ğuna dikkat çekmiştir. (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame,
17.)
Osmanlılar zamanında ecdadımız da peygamberimizin
ölümü hatırda tutmakla ilgili hadislerini
göz önünde bulundurmuş olmalılar ki, mezarlıklar
için şehrin en güzel yerlerini, herkesin
gelip geçtiği, kolayca görebileceği alanları tercih
etmişlerdir. Böylece ölümün korkulacak bir şey
olmayıp aksine hayatla iç içe ve hayatı anlamlandıran
yönünü ön plana çıkarmak istemişlerdir.
Zira ölüm bir yok oluş değil, bizi bizden daha
çok seven ve gözeten Rabbimize kavuşmanın ilk
adımıdır. İmtihan dünyasının sonu olmakla birlikte
ahiretteki sonsuz hayatımızın başlangıcıdır.
Bize nereden gelip nereye gittiğimizi hatırlatan
en güzel nasihatçidir.
Dünyaya gelen her insan kendisine takdir edilen
ömrü yaşayacak ve sonunda mutlaka ölecektir.
Bu süre zarfında önemli olan, istikametimizi
şaşırmadan Allah’a layık bir kul olabilmektir.
Bunu başarabildiğimiz takdirde ölümden korkmamızı
ve ölüm düşüncesini ötelememizi gerektirecek
hiçbir sebep kalmaz. Artık ölümün anlamını
kavramışız demektir. Biliriz ki Rabbimiz
bizden hoşnut biz de Rabbimizden hoşnut bir
şekilde O’na döneceğiz. Fakat dünyanın aldatıcılığına kapılıp geçici zevkler peşinde bir ömür
tüketirsek ölümle yüzleşmekten korkar, hatta
onu hatırlamak bile istemeyiz.
Bu durumda ise
ölümün anlamını yitirmiş ve Rabbimizin huzuruna
hazırlıksız bir şekilde çıkacağız demektir.
Dünyada ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olmamak
için ölümü her zaman hatırımızda tutmalı,
ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlanmalı
ve Yüce Allah’tan hayatın da ölümün
de hayırlısını niyaz etmeliyiz.
Yorum Gönder