Son Yazılar

Sami Yusuf Konya Konseri
Sami Yusuf; "Her zaman Türkiye'de bir konser turu gerçekleştirmek için benim bir rüya olmuştur. Sonunda bu dileğim gerçek oldu. Biz şu tarihlerde Türkiye'de canlı performans vereceğiz, orada buluşmak dileğiyle"

Sami Yusuf, 10 Nisan ve 19 Nisan arasında Türkiye'de konserler vermeye geliyor.

Twitter'dan #2015LiveInTurkey hastagıyla Sami Yusuf resmi twitter hesabından ve Facebook sayfasından duruyulan konser turunda, Konya, Erzurum, Kocaeli, Gaziantep canlı performansları yer alıyor.

Konserlerin detaylı bilgilerine, yer ve zamanına aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz;

Konya - Konya Büyük Şehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi (10 Nisan)
Ankara (14 Nisan)
Erzurum - Havuzbaşı Meydanı (17 Nisan)
Kocaeli - Gebze Alaaddin Kurt Stadyumu (18 Nisan)
Gaziantep - Şahinbey Spor Salonu / Karataş (19 Nisan).

Sami Yusuf 2015 Türkiye Turu konserlerinin detaylı bilgilerine ve bilet alım işlemlerine ulaşmak için http://www.samiyusufofficial.com/main/tour adresini ziyaret edebilirsiniz.

Sami Yusuf Konseri - Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi


Sami Yusuf Konseri - Gaziantep Şahinbey Spor Salonu Konseri

 

Sami Yusuf Konseri - Ankara Alışveriş Festivali

 

Sami Yusuf Konseri - Erzurum Havuzbaşı Meydanı

 

Sami Yusuf
Sami Yusuf'un geçtiğimiz yıl çıkardığı "The Center" albümünün sevilen parçası "Lament" Türkçesiyle "Yakarış" adlı parçasına çekilen yeni klibi yayınlandı.

Lament adlı parçada Ağıt türü müzikte yaptığı eserleriyle tanınmış Endülüs Muhyiddin İbn Arabi'nin sözlerini kullanan Sami Yusuf, bu türde yeni bir düzenlemenin ve bakış açısının kullanıldığını belirtmişti.

Tamamen Sami Yusuf tarafından gerçekleştirilen, bu sanatsal ve geleneksel-odaklı parçayı dinlemek ve video klibi izlemek için aşağıdaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

Sami Yusuf - Lament (Yakarış) videosunu 2160p, 1080p çözünürlükte izlemeyebilirsiniz:

Sami Yusuf - The Gift of Love adlı yeni parçası çıktı ! dinlemek için tıklayın

Sami Yusuf İstanbul'da ! Haberin devamı için tıklayın

Hurafeler
"Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi." (Zuhruf sûresi, âyet 23)

Dün olduğu gibi, bu günde, Müslümanları içten içe koflaştıran, çürüten, gayesiz, işlevsiz hale getiren çirkin hurafelerin, İslam'ın bünyesine nasıl girdiğini, nerelerde barındığını, uygun ortam bulduğunu açıklamaya çalışacağım.

Bir kere, hurafe denilen saçma fikirler, düşünceler ve ameller, Müslüman kesimlerin okumamasından, cahillikten ve cehaletten nemalanmakta, barınma, çoğalma, yaşama alanları bulmaktadır.

Hurafelerin bünyemize giriş menfezleri, her yerde göze çarpmakta, camilerden tutunda, Kabe'ye hacca gitmiş hacı kardeşlerde bile tezahür etmektedir!

Örneğin; Türbelerin etraflarını ülkemizde tavaf edenler olduğu gibi, kutsal yerlerde de, Suriye'de, Irak'ta ve Hicaz bölgesinde de, türbe perestliğin canlılığını koruduğu, türbelerden, yatırlardan onlara tapınırcasına istimdat, himmet, yardım, şefaat, dilek, taleplerde bulunulduğu bilinen bir gerçektir.

Türbeyi Tavaf Ediyoruz (!)


Hiç unutamadığım bir olay; 1983 yılında Irak ülkesi üzerinden Hacca gitmiştim. Bağdat şehri, Azamiye mahallesinde dinlenme molası vererek, İmamı Azam'ı ziyaret etmiştik.. Mola bitti, namazlar kılındı, otobüsler hareket etmek üzeredir. Ama, gelin görün ki, iki hacımız eksiktir.

Anons yapıyorum, sesleniyorum, gelen-giden yoktur. Yeniden mescide koştum. İçeri girdiğim zaman, bir de ne göreyim, bizim iki hacı adayı, karı-koca, İmamı Azam türbesinin etrafında tavaf yapmaktadırlar. Öfkelensem, bağırsam, çağırsam ne işe yarayacaktır? 

Dedim ki: "Yahu hacı efendiler. Siz burada ne yapıyorsunuz, ibadetiniz daha bitmedi mi?" demem üzerine, hacı adayları karı-koca ne dese beğenirsiniz? "Hocam! Türbenin etrafında beş altı defa döndük, iki defa daha dönersek, türbeyi tavaf etmemiz bitecektir (!)" dediler.

Bu noktadan hareketle, şunu demek istiyorum: Dünkü zamanlar da, Irak ülkesi mahvı perişan olurken, ırzı, iyali, namusu, iffeti ayak altı olurken, ülke olarak komşumuz Suriye talan edilirken, taş taş üstünde bırakılmazken, son birkaç günden bu yana, Yemen ülkesinin, insanlarının başlarına yağdırılan bombalar, uçaklar, ölüm kusan mermiler niçin Yemen insanını serapa yerlere sermiştir? 

Benim bildiğim, zannım, yorumum, anlamam şudur: Mezhep bağnazlığı, Sünni-Şia kavgası, Aşiretçilik, nefsaniyetçilik, İslam'ı anlamama, bilmeme yüzündendir, diyorum. İsterseniz, " Gönül gel gidelim" başlıklı şiirimden bir kaç kıta alarak, yolumuza, mevzumuza devam edelim:

Para Atma
"Kerkük'te feryat var, içler acısı,
Karabağ kan ağlar, dinmez sancısı,
Çeçen, Azeri'nin, hoca, hacısı,
Gönül, gel gidelim, Taşkent'e doğru.

Türkiye'm, Hazar'la, kucak kucağa,
Özdemir, uyarır, gelmen tuzağa,
Sarılın, birleşin, gitmen uzağa,
Gönül gel gidelim, Vahdete doğru.." ( Ş. Özdemir)

Evet, vahdeti, birliği, bütünlüğü, kardeşliği kaybettik. Niçin kaybettik? Çünkü, hurafeler, dört bir yanımızı sardı, sarmaladı, gırtlağımızdan sıkarak, Müslümanları nefes alamaz hale getirdi de onun için. Şu alıntımı birlikte teati edelim:

" Şirkin bir ateizm olduğunu sanmak veya iddia etmek: Kur'an Mekke müşriklerinin Allah'ı kabul ettiklerini açıkça bildirmektedir. " Onlara gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş'i ve Ay'ı kim boyun eğdirdi?' diye sorsan, mutlaka şöyle diyeceklerdir: 'Allah'. Peki nasıl oluyor da döndürülüyorlar?" (Ankebut 61,63. Ayrıca bakınız Lukman 25, Zümer 38, Zuhruf 9, 87)
Kaldı ki Arap cahiliye şiirinde Allah bütün yüceliği ve aşkınlığı ile yer almıştır. Müşriklerin Allah'a karşı tavırları asla söz konusu değildir. Onların tevhit inancı ve peygamberleriyle problemleri Allah'ın yanına-yöresine ekledikleri aracı-şefaatçı alt-ilahlarının yok sayılmasından kaynaklanmaktadır.
Bu alt- ilahları yok saydığı içindir ki, Hz. Peygamberi atalar dinine ihanet etmekle suçladılar. Mekke müşrikleri kendilerini Allah'ı yakınları ve Beytullah'ın gerçek hizmetçileri sayıyor, bununla övünüyorlardı. Hz. Peygamber ve arkadaşlarını ise Beytullah'a musallat olmuş zındıklar olarak görüyorlardı.
Kısacası şirkin Allah'ı inkara ilişkin hiç bir sözü ve tavrı yoktur. Onun şikayeti, insanın Allah'a kulluğunda aracı, cennete gidişinde şefaatçı olarak görüp devreye soktuğu alt-ilahların kabul edilmemesidir. kişi, kavram, kurum, kudret ve nesne olarak değişik görünümleri ve sembolleri olan bu aracılar kabul edildiği anda şirkin peygamberler ve tanrısal kitaplarla hiç bir alıp vereceği kalmıyor. Ne var ki böyle bir kabul, peygamberlerin tanıttığı dinin inkarı oluyor.
Şirkin bir dinsizlik olduğunu sanmak veya iddia etmek: Bu da büyük bir yanılgıdır, yanlış bilgidir. Kur'an şirki bir din olarak anmakta ve tanıtmaktadır. Hem de zorlu ve köklü bir dindir şirk. (bk. Kafirun Suresi)
Müşrikler dinsiz insanlar değildir, Hak dinin veya nübüvvetin tanıttığı dinin dışında bir din benimseyen insanlardır. Onlar kendi dinleri içinde dindar insanlardır. Kur'an onların Beytullah içindeki namazlarından bahsetmektedir.
Ama bu namaz tevhit ölçülerinin dışına çıkarılmış bir namazdır. Dahası var: Müşrikler, Beytullah'ta ibadet etmenin kendi hakları olduğunu söyleyerek Hz. Muhammed'i oraya sokmamak istemişlerdi. Hz. Muhammed onlara göre, atalar dinine kötülük etmiş bir zındıktır; Kabe'ye girmemeli, orada ibadet etmemelidir. Orada ibadet, oraya hizmet ancak ataların dinine saygısı olanların hakkıdır." ( kurantevhitsunnet)
Demek ki, bu yanlış anlaşılma, Kur'ansızlık, atalarcılık, dedelercilik, kabircilik, yatırcılık, dün ne kadar toplumda etkisini, ağırlığını göstermiş ise, bu günde, yarında aynen gösterecektir..Onun içindir ki, bizler millet olarak, gelenekleri dinleştirmiş, atalarcılığı Kur'an'laştırmış, örfü, adetleri Kur'an'ın üzerine çıkarmış bir milletiz.

Örneğin, Ölü ruhlarına mevlid okumak neredeyse bir şart gibi görülür hale gelmiştir. Ölünün arkasından mevlid okumak gibi bir zorunluluk yoktur. Böyle bir olay dinimizdede yoktur. Fakat bu toplumumuzda bulunan bir gelenek olmuştur. Bundan daha ötesi değildir. Her namazların arkasından tesbih çevirmek, tesbih yuvarlamak neyin nesidir? Cuma günleri, Cuma namazından sonra, " Ey Rabbim!.. Sen, benim cuma namazımı kabul etmezsen, bende zühr-i ahir adıyla bir namaz daha kılacağım" demek Kur'an'ın neresinde mevcuttur?

Maşallah!.. İmamlarımız, yarış yaparcasına, kandil gecelerinde (!), yarış yaparcasına, cemaatlere " Tesbih Namazı" " Berat Namazı" " Kadir Namazı" " Regaaib Namazı" " Miraç Namazı" kıldırmaktadırlar, akabinde, 21 yasin, 40 yasin diyerek o geceleri sabaha kadar, ilimsiz, irfansız, Kur'an'sız bir şekilde geçirmektedirler.. Desem ki, tüm bunları Resulullah (sav) ve sahabe-i kiram icra etmiş midir? sözünü söylesem, vallahi, atalarcı cemaatler, küplere binecek, hiddetlenip, sağı-solu yıkacaklardır.

Ne demek? Tesbihe saldırmak, onun Budistlerden gelmiş olduğunu söylemek, hangi yazarın, aydının, Kur'an adamının işidir? Şimdi, soruyorum: Kur'an mı, mezhepler mi? Elbette ki, okumamış, mezhepleri, mezhep imamlarını Peygamberin üzerine çıkarmış alt kültüre mensup cemaatler, insanlar, " mezhepler, olmazsa dinde olmaz, Müslümanlık da olmaz" diyeceklerdir!..

Mezhepler; Kur'an'ın üzerine çıkarılırsa, çıkarılmış ise, öyledir. Bugün, Suudi Arabistan'ın, Yemen'i, Yemenli garibanı bombalaması haklıdır!.. Çünkü, Vehhabilik denilen canavar düşüncede, Şia'ya, Sünniliğe müsamaha yoktur, olmamaktadır.

İranlı, ehli Şia'da öyledir!.. Her cuma günü kendilerini bir şey zanneden Ayatullahlar, hutbeye çıktığı an, Hz. Ebu Bekir (ra)'a, Hz. Ömer (ra)'a vb. mümtaz insanlara dil uzatmaları şaşkınlığın, rezilliğin, kepazeliğin daniskasıdır.

Ya ülkemiz de? Alevilik, Sünnilik sürtüşmeleri, kavgaları, öldürmeleri, ölmeleri bilinen bir gerçektir!.. Dünkü zamanlar da, mideleri bulandıran K. Maraş olayları, Madımak cinayetleri, Başbağlar çirkinliği, Çorum vb. yerlerdeki utanmazlıklar, bu hususların canlı şahitleri olan olaylardır.

Tabii ki, Yemen ülkesinde bir kabahat, bir günah işleniyorsa, bu günahı, tüm Müslüman ülkelerin önlemesi, Yemen'linin kulağını çekmesi, hizaya getirmesi gerekirdi. Ama, ne acı ki, Hristiyanlar, bu hizaya getirme, terbiye etme işlerini çok çok güzel bir şekilde yapmaktadırlar(!)

İslam ülkeleri bombalanıyor, mağdur, aç, geri kalmış insanların tepelerine bombalar yağmur gibi yağdırılmaktadır. O halde, kim haklı, kim suçludur?.. Tabii ki, haklıyı bulmak mümkün olmasa da, tüm alemi İslam'daki , okumuşlar, ilim adamları, Kur'an insanları suçludur ve günahkardır. Söz konusu bu cinayetlerde, yarın huzuru İlahi de karşılarına çıkacaktır. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir

Nazar Boncuğu, Nazarlık
Tevbe edelim

" Tevbe bir inkılâb, hem de kurtuluş,
Boy boy günahlara, tevbe edelim.
İnsanın, Hakk'a kaçışıdır, kurtuluş,
Çirkeften sıyrılıp, tevbe edelim.
x
Yiğitçe bir dönüş, kinden, günahtan,
Nadim ve pişmanım, demek günahtan,
Kaçış, o kaçıştır, zandan, bühtandan,
Hakk'a kurbiyyete, tevbe edelim." ( Ş. Özdemir)

Ne yapsam, ne etsem, nasıl bir çalışma yapsam ki, kendi gücüm nisbetinde insanımızı şirkten, nifaktan, hurafeden, bid'atten, tüm günah bataklığından kurtulması için çalışma yapsam? Gün geçmiyor ki, insanımız her an, her dem bir hurafe uydurmasın, piyasaya sürmesin. Kimileri, Urfa balıklı göldeki balıkları bile Kıbrıs harekatına gönderirken, onların yani balıkların yaralandığından gazi olduğundan söz ederken, kimileri de, ölmüş balıklarını dini törenlerle , telkinlerle, cenaze namazları kıldırarak defnetmektedirler.

Aman Allah'ım!.. Nasıl bir dünyada, ne şekil bir Türkiye'de yaşamaktayız? Yüz bin din görevlisinin beş vakit hizmet etmiş olduğu bir toplum, camii kürsülerinde harıl harıl vaazların verildiği, insanların irşad ve irfan sahibi yapılmaya çalışıldığı bir vatan parçası!..
Ama, gelin görün ki, hanımları cuma namazlarından kovulan, dışarı atılan memleket. Cuma günleri hanım cemaatlere ayrılan camii mahfillerinin bile erkekler tarafından işgal edilmiş olduğu Müslüman bir ülke.

Muska ve nazarlıklar

" Ebu Beşir el- Ensari (ra) şöyle rivayet etti: "Rasulullah (s.a.s) ile bir yolculuğunda beraberdim. Gördüğü her devenin boynunda bulunan halka, boncuk veya bunun gibi ne bulunursa koparması için bir elçi gönderdi." ( Buhari-Müslim)
İbn- Mes'ud (ra) şöyle rivayet etti: Rasulullah (s.a.s)'ın şöyle dedğini duydum: " Ruk'a, Temaim ve Tevle şirklerdendir." (Ahmed, Ebu Davud)

Ruk'a: Muska ile veya tılsımlı söz ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktır. Çok kere bu söz ve şekillerin manası anlaşılamaz. Temaim: Nazardan korunmak için takılan boncuk ve nazarlıklardır.
Muska şeklinde kişinin üstünde bulundurmasına sahabeler izin vermiş bazıları vermemiştir. Abdullah b. Mes'ud (ra) izin vermeyen sahabeler arasındadır.
Bir insan zarardan korunmak veya fayda sağlamak amacıyla bir şey takarsa, Allah (cc) o kişinin isteğinin yerine getirilmesini taktığı şeye bırakır. Nazar boncuğu gibi şeyleri takıldığı yerden çıkarmak büyük sevaptır." 

Köylü çocuğu olduğum için, yukarıda anlatılan hususlara daha çok rast geliyor, hayretimi mucib kılıyordu. 12-13 yaş arası bir devrede iken bir gün; köyden üç-dört kilometre ötelerde bulunan bağımıza üzüm kesmeye, evimize getirmeye gönderilmiştim. 

Bağımıza girdiğim bir anda, karşımda, bir sopanın (sırığın) ucuna takılmış, bir ölmüş köpek kafası görmüş oldum. Çocukluğun vermiş olduğu heyecanla korkmadım desem yanlış olacak. Çekine çekine, ürke ürke o sopanın üzerinde bulunan köpek kafasının yanına gittim.

Hiç bir şey anlayamadım. Üzümleri keserek eve gelmiş oldum. Ama, kafamdaki istifham, görmüş olduğum köpek kafası idi!.. Heyecanla, birazda tedirgin rahmetli babama anlattım durumu. Merhum katıla katıla gülmeye başladı.. Dedi ki:

-" Oğlum!.. O köpek kafasını ben taktım!.. Çünkü, maşallah!.. Bağın üzümleri dolu doludur!.. Birilerinin gözü değmesin, nazar olmasın diye taktım. Eğer birisi, bağımıza girecek olsa, ilk anda göreceği şey, köpek kafası olacağından, gözünün şuasını, şiddetini, tehlikesini , o, köpek kafası tesirsiz hale getireceğinden, onun gözleri zararsız bir duruma gelecektir." dedi.
İnandım ve inandırıldım!.. Gel zaman, git zaman sonra, bir gün merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın meşhur tefsirini incelerken, aynı konuya tesadüf ettim, ve rahmetli babamı dualarla, fatihalarla andım. 

İşte, Anadolu insanı budur ve böyledir!.. Asırlardan beri, Kur'an okumamış, okutturulmamış, meal görmemiş, tefsir okumamış, kaynak kitaplardan mahrum yaşamış insandır!.. Evlerde, köy odalarında, Battal Gazi Destanı ile, Kan Kalesi, Kesik Baş ile, Muhammediye, Ahmediye ile, Mevlid kitabı ile kış günlerini geçirmiş insandır!..

Köylerde, imamlık hizmeti yapan mollalar, latin harflerini bilmeyen, okur-yazar olmayan, sadece, Osmanlıca Mızraklı ilmihal kitabı ile imamlık yapan insanlardı!.. Diğer taraftan, bu insanlar, bir dönem devletin takibine maruz kalmış, zulme, işkenceye maruz kalmış, zaman zaman hapishaneyi boylamış insanlardı. Dolayısıyla;

Her hani bir dileğin kabul olması maksadıyla türbe, ağaç gibi şeylere el sürmenin hükmü:

" Allah (cc) şöyle buyuruyor: " Gördün mü Lat ve Uzza'yı ve üçüncü put olan Menat'i? Her hangi bir güçleri var mı?" ( Necm: 19-20) 

Lat: Beyaz bir kaya parçası idi. Üzerinde bir takım nakışlar vardı. Taif de onun adına bir mabed yapılmıştı. Ve bu mabedin özel hizmetçileri bulunuyordu. Mabedin çevresinde muazzam bir boşluk vardı. Taifliler yani Sakif kabilesi ve onlara uyanlar. Kureyş'in dışındaki arap kabilelerine karşı bu putla öğünürlerdi. 

Buhari, İbn Abbas (ra)' nun Lat hakkında şöyle dediğini rivayet ediyor: Adamın biri beyaz bir kayanın yanında arpa ve buğdaydan yemek yapıp yağla beraber hacca gelen insanlara satardı. Bundan kim yerse şişmanlardı. Bu adam ölünce Sakif kabilesi bu adama hürmet olsun diye bu beyaz kayaya tapmaya başladılar. 

Rasulullah (s.a.s) Mekke'nin fethinden sonra Muğire b. Şu'be (ra)'yu Lat'ı yıkmak için gönderdi.
Uzza: Ağaçtan yapılmış bir puttu. Üzeri hurma dallarıyla örtülü, çevresi duvarlarla çevriliydi. Mekke ve Taif arasında bulunuyordu. Kureyşliler Uzza'ya da saygı gösterirlerdi. Uhud günü Ebu Süfyan: " Bizim Uzzamız var sizin ise yok." diye seslenmiş bunun üzerine Rasulullah (s.a.s): " Bizim mevlamız Allah'tır. Sizin ise mevlanız yok." deyin, diye buyurmuştur.

Ebu Tufeyl (ra) şöyle rivayet etti: Rasulullah (s.a.s.) Mekke'yi fethettikten sonra Halid b. Velid'i içinde Uzza olan bir ağaca gönderdi. Uzza üç ağaç üzerine konmuştu. Bunları kesti ve üzerine konulan şeyi yıktı. Sonra Rasulullah (s.as.) 'in yanına dönerek yaptıklarını anlattı.

Rasulullah (s.a.s.) dedi ki: " Dön, sen gerekenleri yapmadın." Bu putun kahinleri Halid b. Velid'in döndüğünü görünce dağa bakarak: " Ey Uzza! Ey Uzza!" dediler. Halid b. Velid Uzza'nın bulunduğu yere gelince çıplak, saçı dağınık bir kadın gördü. Kadın yerden toprak alıp başına saçıyordu. Halid b. Velid bu kadını kılıçla öldürdü. Sonra Rasulullah (s.a.s.)'e dönerek olayı anlattı. Rasulullah (s.a.s) ise: " Senin öldürmüş olduğun Uzza'dır" buyurdular." ( Nesai-İbn Merduyeh)

Menat: Mekke ile Medine arasında Kadit denilen yerde idi. Medine'de bulunan Huzaa , Evs ve Hazreç kabileleri cahiliyet devirlerinde ona saygı gösterir ve oradan geçerek haccetmek üzere Kâbe'ye giderlerdi. Mekke'nin fethinde Menat'ı yıkmak için Rasulullah (s.a.s) Ali (ra)'hı gönderdi.
Arap yarımadasında çeşitli kabilelerin saygı gösterdikleri daha başka bir çok putlar vardı. Fakat içlerinden en ünlüsü bu üçü idi. Lat, Uzza ve Menat'a tapan kişiler bunları herhangi bir taş veya herhangi bir ağaç olarak görüp tapınıyorlardı. Bu ağacın yanında salih bir kişinin veya bir velinin mezarının bulunduğuna inanıyorlardı.

Mesela; Uzza'nın bulunduğu yerde salih bir kadının gömülü olduğuna inanıyorlardı. Bundan dolayı bu putlara saygı gösterip hürmet ettiklerinde bereket olacağına, sıkıntı anında onlardan yardım istediklerinde sıkıntılarının giderileceğine veya ihtiyaç anında onları yardımlarına çağırdıklarında kendilerine yardım edileceğine inanıyorlardı.

Salih insanların mezarına bereket olsun diye el sürenler veya bir dileğinin olması için ölmüş salih kimselerden yardım isteyenler Lat'a tapanlar gibidir. Herhangi bir ağacı kutsal sayan, onu bereket sebebi olarak gören, dileğinin yerine gelmesi için o ağacın çevresinde bir takım hareketler yapan kimseler, Uzza ve Menat'a tapanlar gibidirler.

Herhangi bir ağacı kutsal sayan, onu bereket sebebi olarak gören, dileğinin yerine gelmesi için o ağacın çevresinde bir takım hareketler yapan kimseler, Uzza ve Menat'a tapanlar gibidir. Ebi Vakid el-Leysi (ra) şöyle rivayet etti:

" Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte Huneyn savaşına çıktık. Biz küfür ve şirk aleminden henüz yeni ayrılmıştık. Müşriklerin Zat-ü Envat adı verilen büyük bir ağacı vardı. Kılıçlarını savaşın onlara zafer getirmesi için bu ağaca asarlardı. Böyle bir ağacın yanından geçtik ve Rasulullah (s.a.s.)'e şöyle dedik;

" Ey Allah'ın Rasulü! Bize de Zat-ü Envat gibi bir ağaç tayin et de kılıçlarımızı ona asalım:
Rasulullah (s.a.s) : " Allah-u Ekber! Yine aynı yol, yemin ederim ki İsrailoğullarının Musa'ya: " Ey Musa! Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap" dedikleri gibi dediniz. Siz muhakkak sizden öncekilerin yaptıkları gibi yapacaksınız." ( Ahmed ve Tirmizi rivayet edip sahih dediler)" ( rkvekfr.blogspot. )

Ne acı ki, milletimiz bin yıldan buyana, ağaçlara çaput asmayı, mavi boncuk takmayı, kabirlerde mum yakmayı, onlardan yardım istemeyi ibadetleştirmiş, Kur'an'ın, İslam'ın tüm emirlerine karşı isyan ederek, kendi yanlarından, kendi düşünce ve kafalarından bir din icat etmişlerdir.

Muska yazmak, cin kovalamak amacıyla, mahalle aralarında, köşelerde, bucaklarda bir takım zavallı, cahil, hödük insanlar muska adına insanları kandırmakta, çıkar peşinde koşmaktadırlar!..
Bir kere, bu mevzuda ne kadar yasalar çıkarılırsa çıkarılsın, ne kadar yaptırımlar, müeyyideler uygulanırsa uygulansın, hırsızı, arsızı, muskacıyı önlemek mümkün değildir. Çünkü, vicdani duygular pörsümüş ise, insanları muska yazarak, cin kaçırarak korkutmak bir araç, bir vasıta haline dönüşmüş ise, bunu önlemek ancak bir öneri ile mümkündür. Kitleleri bilgilendirmek, insanları Kur'an'a yöneltmekle mümkündür.

Aksi halde, muska , cindar, cin kovalama, nazar, nazardan korunma vehimleri bitmemek üzere devam edecektir.
Şerafettin Özdemir

islam, camii, manzara
" Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan ( onlara uygulanandan ) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." ( Fâtır sûresi, âyet 43 )

Dün olduğu gibi, günümüz dünyasında da, maalesef, Müslümanların Peygamber algısı çarpık, Kur'an ve Sünnet dışı anlatımlarla doldurulmuş, zenginleştirilmiş durumdadır. Tabii ki, bu abartmalarda, Kur'an çizgisinden sapmalarda, Yahudi ve Hristiyan dünyasını da taklit vardır. Nasıl ki, Hristiyan alemi, Hz. İsa'yı göklere uçurmuşlarsa, hemen Allah'ın sağ tarafında bir mevki, bir makam vermişlerse, bu tür bir makam veriş, Allah'a yükseltme meşguliyeti, düşüncesi, Müslümanları da, bilhassa tarikat çevrelerini, gelenekçi kesimleri de harekete geçirmiş, bunların da, işleri, güçleri, düşünceleri, zihin dünyaları , Resulullah (sav)'i Kur'an dışı çizgilere çekmek, Allah'ın ona vermiş olduğu vasıfları tamamen ters yüz ederek, İsa peygamber ile yarış yapar, hatta, ondan öte mevkilere, makamlara gitmiş, yapmışlardır!.. Onun içindir ki:

"Toplumumuzda genel itibariyle yanlış bir Sünnet algısı buna bağlı olarak da yanlış bir Peygamber tasavvuru hüküm sürmektedir. Gelenekçi ve Yenilikçi şeklinde yapılan tanımlamalar, Peygambere sadece kendilerinin bağlı olduklarını ve Peygamberin sünnetini yaşattıklarını iddia edenler, biz ve bizim gibi uydurma rivayetlerle, Peygamberimizin Kur'an'a uygun ve örtüşen sözlerinden oluşan Hadisler noktasındaki hassasiyetimizi anlamayıp bizleri de Sünnet düşmanı olarak görmeleri ve bu şekilde lanse etmeleri gerçekten ironik bir durumdur.
Evet gelenekçilerin klasik bir yöntemi olarak karşısındakini sapık ilan etmek, dinsiz göstermek ve her türlü iftirayı ve çamuru atmak suretiyle yaptıkları bu karalamalar bizim için sorun teşkil etmiyor. Bizler vahiyle inşa yolunda gayret gösteriyor ve onların nitelemelerinden uzak olduğumuzu beyan ediyoruz.
Fakat işin acı yanı daha Sünnet kavramının Kur'an'daki karşılığı nedir? Sünnetullah ne demektir? Allah kendisinin dışında başka birinin sünneti olmasına nasıl bakar? gibi soruların cevaplarından bihaber olanların yaptıkları bu sığ eleştiriler gerçekten tutarsızdır. " 

" Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın." ( Ahzâb sûresi, âyet 62)
Ne yazık ki, Resulullah (sav)'in, evrensel peygamberliğini bir tarafa bırakmış, onun tüm insanlığın peygamberi oluş vasfını, bir millete, bir bölgeye, indirgeyerek, onun adına bir hayli uyduruk, saçma, Kur'an dışı basit, yüzeysel davranışları sünnet diye toplumlara lanse etmeye çalışmışlardır.

Kadisiye kahramanları, basit , sıradan giysilerle, parmaklarındaki gümüş yüzüklerle çalım satmıyor, günümüzde olduğu gibi, kılmış oldukları üç-beş rekat nafile namazı, orada, burada reklam etmiyorlardı!.. Tutmuş oldukları, bir kaç günlük nafile oruçlarını, camii avlularında, mescit köşelerinde kimselere duyurmuyor, ülke ülke, kıt'a kıt'a fetihde bulunuyorlardı.

İğdiş edilmiş/hadımlaştırılmış Peygamber algısı, Müslümanları bir yere taşıması, götürmesi mümkün değildir!.. Çünkü, aziz peygamberin hedefi, gayesi ve ileriye yönelik düşüncesi, tüm insanlığı kapsayacak, kurtaracak şekilde bir peygamberlik yapmak, beşeri, Kur'anî emirler doğrultusunda irşad ederek kurtarmaktı.

Hakikaten, evvel emirde, yaşamış olduğu bölgede müşrikliği, putçuluğu bitirmiş, aynı düşüncenin tüm dünyayı sarmalamasını da arzu ediyordu. Öyle ki, San'a'dan yolculuğa çıkan bir yolcu Hadramevt'te mola versin, her an, her yerde kendini emniyette hissetsin, Allah'a karşı kulluk görevlerini yerine getirsindi.

Ama, ne hazindir ki, günümüz dünyasında, yanlış Peygamber algısı sebebiyle, İslam ülkeleri birbirini kırmakta, birbirlerini öldürmekte, birbirlerinin üzerlerine şarapnel bombaları yağdırmakta, daha olmadı yüzlerce uçaklarla Yemen milleti bombalanmakta, Irak yerle bir edilmekte, Suriye'de taş taş üstünde konmamaktadır!..

Aziz peygamberimizin mesajlarını, gerçek yaşamını, Kur'anî halini çok iyi analiz ve tahlil etmeliyiz!.. İbadetleri, müttakiliği, ihlası, samimiyeti, infak düşüncesi, beşeri ilişkileri, insanlar arasında kavim, kabile, sınıf ayırımı yapmaması, evlilik düşüncesi, kadınlara karşı sevgi ve saygısı, eşitlik, adalet, hukuk ölçüleri ve anlayışı bizler için baş tacı olmalıdır!

Resulullah (sav)'in çocuklara karşı şefkati, sevgisi, onları bağrına basması, kadınları, dinleyip, onların sorunlarına çare olması, mescitde , Cuma hutbesinde bile hanımların sorularına anında cevap vermesi, daha olmadı hanımları vasıtasıyla hanımların özel hallerine İslam'ı bakış acısını, Kur'an'ın emirlerini tek tek bildirmesi, duyurması önemli mes'elelerdir!.. Şu ayeti kerimeyi birlikte okuyalım:
" ( Deki): Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!" ( En'am sûresi, âyet 114)

Onun içindir ki, günümüz Müslümanlarının yapacakları tek şey bulunmaktadır. Hz. Peygamberimiz (sav)'i yakinen tanımak, onun evrensel mesajlarının ne olduğunu bilmek, tüm hayatını bilmek ve nefsimize, ailemize, toplumumuza da yansıtmak en büyük görevimiz olmalıdır.  Rabbimiz, Aziz milletimize İslamî, Kur'anî güzellikler bahşeylesin. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir

cami çiçek sultanahmet
"Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır." (Araf sûresi, âyet 179)

Daha önceki yazılarımda da izah etmeye çalıştığım gibi, tarihte vuku bulmuş, acı, vahşet içeren Kerbela olayı ile aziz milletimizin hiç bir bağı, bağlantısı bulunmamaktadır. Tabii ki, bu vahşet dolu taploda haklı taraf belli, günaha batan, cürüm işleyen taraf ortadadır. Millet olarak, kavim olarak Kureyş insanlarıdır. Sülale olarak Beni Haşim kabilesinden, Resulullah (sav)'in torunu Hz. Hüseyin (ra) ve Beni Ümeyye kabilesinden Yezid arasında geçen bir faciadır!.. 

Mes'eleyi tarihe götürdüğümüz zaman, haklı, haksız muvacehesinden baktığımız an, insanlığın % 95'i Hz. Hüseyin (ra)'ın kıyamını haklı bulacak, yiğitliğini, İslami yürüyüşünü alkışlayacaktır. Ya Muaviye ve Yezid cephesi ? Örneğin; Anadolu topraklarında, mumla arasanız bir Muaviye, bir Yezid ismine rast gelmiş olmayacaksınız. Demek ki, Müslüman Türk insanı, tüm sahabe-i kiram gibi, Ebu Hanife, Süfyanı Sevri vb. müçtehidler gibi Hz. Ali sevdalışı, Hz. Hüseyin bendesidir. O halde, Türkiye topraklarında niçin Alevilik-Sünnilik sürtüşmesi, cedelleşmesi, vurması, kırması, düellosu bulunmaktadır? Sanırım, bu sorunun cevabı şu olacaktır: Cehalet, bilgisizlik, bağnazlık, mezhep taassubu, Kur'an bilmemektir!.. Şu şiirime birlikte kulak verelim: Bu millet bir bütün, bütün kalacak!.. 

"Asker olduk, cephe cephe savaştık, 
Vatan için haykırarak, yarıştık, 
İyilikte, güzellikte barıştık, 
Bu millet bir bütün, bütün kalacak. 
x
 Mâbedler birliğin, sembolü oldu, 
Minarede ezân, kalplere doldu, 
Sıklaştıkça saflar, nefret son buldu,
 Bu millet bir bütün, bütün kalacak!" 
(Ş. Özdemir) 

Bu noktadan hareketle, şu hususu açık açık iddia etmek zorundayım. Bu millet, tarihin her anında bir ve beraber olmuş, Çanakkale'de koyun koyuna yatan, Yemen'de vatan hasreti çeken, Bingazi'de şehit düşen , aynı kaderi paylaşan, aynı acıyı, ıstırabı, zulmü, açlığı, fakirliği, çileyi beraber çeken bir millettir!.. Öyleyse, niçin bir ve beraber değiliz? Mezhepsel tartışmaları, ayrılıkları bir taraf ederek, bir noktada birleşemiyoruz? Sözü, sayın Bülent Bakiler beye bırakacak olursam, bakın neler söylemektedir!.. 

Alevi vatandaşlarımız, Türk vatanının insanlarıdır. Mezhepleri ne olursa olsun, cem evlerinde hangi istikamette bir hizmet verilirse verilsin Müslümandır ve Sünni kesimlerin de böyle bilmesi lazımdır. Aksi halde, bu kitleyi yadırgarsak, kınarsak, töhmet altında bulundurursak, " Kızılbaş" " Alevi" " Tahtacı" " Nusayri" " Fellah" vb. şekillerde mantıksızca suçlarsak, korkarim ki, bu büyük kitle Türkiye'ye, Türkiye devletine, hacılara, hocalara kırılacak ve küsgünlüğü devam edecektir. 

Öyleyse, elmas ruhlu Ebubekir olmalıyız!.. Hoş görü sahibi, seven, herkesi kucaklayan bir millet olmak durumundayız!.. Aksi halde, kömür ruhlu Ebu Cehil'in yapmış olduğunu işlemiş, haksızlık, hakka tecavüz, suiistimal, benlik, gurur, kibir duygularının içerisinde zaman geçmiş olur, boşa geçmiş zamandan da Müslümanlar mes'ul olacaktır.

Kendi milletimizin bir parçası olan Alevilik ve Sünnilik mes'elesini dış mihraklar, Almanya gibi ülkeler tartışırsa, değerlendirmiş olursa, ayıbın ayıbı , günahın günahı olacaktır!.. Bazan, Almanya basınını takip etmekteyim. Alevilik konusunu, Almanya siyasilerinin, yazarlarının, çizerlerinin, mütefekkirlerinin gündemde tutması, değerlendirmesi bizleri ürkütmektedir. Sanki, Lüther'in intikamını alırcasına, arka çıkmaları pek de hoş bir görüntü değildir. 

Çünkü, ben bu davranışta ard niyet sezinlemekte, böylesi düşünceleri iyiliğe yormamaktayım. Çünkü, Alevilik, Sünnilik, Kürt, Türk vb. sorunlar, bu milletin halledeceği işlerdir. Dışardan gazel okumaya hiç mi hiç gereksinim bulunmamaktadır. Ülkemiz büyük, milletimiz şanlı bir geçmişe sahip, yani, Çanakkale devri değil ki, bu milletin çocuklarını kobay gibi kullansınlar, bu milletin çocukları 253 bin şehid verirken, bir o kadarda yaralı gazi olurken, müttefikimiz Almanya'nın bu çarpışmalarda kaç askeri ölmüştür? Bunu bilmemiz lazımdır. Rabbimiz, Aziz milletimize, birlik, beraberlik, dirlik ve düzen lütfetsin. Selam ve dua ile. 
(Şerafettin Özdemir)

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *