2010

" Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir. " (Hadid, 9)

" Onlar için, üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da (ateşten) tabakalar vardır. İşte Allah (CC.) kullarını bununla korkutur. Ey kullarım! Öyle ise benden sakının. " (Zümer,16)

" Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir. " ( Bakara, 207)

 Evet, Allah'ı tanıyan acizlikden, Allah korkusundan lezzet alır. Evet, korkuda lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, “En leziz ve en tatlı halin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokatından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, ancak rahmetin sadece bir parıltısıdır.

 Elinize birşekilde geçmiş olan haram parayı ne yapmanız gerktiği ve ne gibi işler için harcayabişleceğinizi öğrenmek için "Bugün" gazetesinden alıntı yaptığım aşağıdaki yazıyı okuyarak bilgi sahibi olabilirsiniz. Selametle kalın.

Soru

“ Elimize geçmiş haram yollardan kazanılmış bir miktar para var. Bu parayı hayır istikametinde kullanmak istiyorum. Ne tavsiye edersiniz? ”

Cevap

 Dinimiz, yüce Allah’a nasıl ibadet edileceğini belirlediği gibi, insanın fiziki varlığının devamı için gerekli olan dünya nimetlerinden yararlanmanın ölçülerini de koymuştur. Vahiy ve sünnete dolayısıyla dine uygun olan kazanç helal, temiz sayılırken bu ölçülere uymayan kazanç da haram, mekruh veya çirkin (habşs) kazanç adını almıştır.


  Duaların kabulü ve Allah’a kulluğun genelleşmesi helal kazançla yakından ilgilidir. Gözyaşlarıyla dua eden ancak kazancı haram olan bir kul için, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in buyurduğu; “ yediği haram, giydiği haram, duası nasıl kabul olunur? ” hadisi, bu gerçeği bütün açıklığıyla ifade eder.

  Dinimiz, Müslümanların meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan temin etmelerini emreder.

  Haram kazanç, kendisini elinde bulunduranın malı olmadığı ve haram olduğu için sadaka, zekât verilmez. “Allah (celle celaluhu) güzeldir, paktır, ancak temiz olan şeyleri kabul eder” hadisi gereğince bu paralardan hayır niyetiyle herhangi bir hayırda bulunulması caiz değildir.

  Caiz olmamanın da ötesinde hayır niyetiyle haram paradan harcayanların günah kazanacakları dahi söylenmiştir. Dolayısıyla haram parayla yapılan bağışlarla camiler, vakıflar ve dernek türünden şahs-ı maneviyi temsil eden kurumlar kirletilmemelidir.

Peki Kamu Yararına Harcanabilir mi?

  Haram kazanç elden çıkarılmak isteniyorsa öncelikle sahipleri biliniyorsa sahiplerine iade edilmelidir. Eğer haram kazanç, devlet hazinesine veya kamuya ait ise bunların yeniden devlete verilmesi veya kamu menfaatlerine harcanması gerekir.

  Haram kazancın sahipleri veya kaynağı bilinmiyorsa bu takdirde bu para habîs yani kazanılma şekli itibariyle pis olduğu için halkın umumi ihtiyaçları için tuvalet, hamam yapımı gibi yerlerde kullanılabilir. Cami, vakıf gibi hayır kurumlarının elektrik, su gibi faturaları ödenebilir.

  Bu yollar bulunamadığında, zarurete binaen ve hayır niyeti taşımaksızın ihtiyaç sahibi fakir insanlara verilebilir. Zira bu para, kazanan yönü itibariyle “pis” hükmünde olsa da verilen insanlar itibariyle bu mahiyetinden çıkmış olur.

    

  Ebu Kuhafe ve Selma Ümmü Hayr'ın oğullarıydı. Kureyşin ileri gelenlerinden olan ailesi ve içinde bulunduğu genişlik, onu hiçbir zaman kabilesinin kötü ve hayasız alışkanlık ve çirkinliklerine saptırmamış, fıtratından dolayı her zaman doğru sözlü ve yumuşak huylu olmuştu. Gençliğinde ve yetişkinliğinde şehirlere kervanlar götürüp ticaretle uğraşmıştı. Yaşı ilerledikçe kureyş içinde söz sahibi olmuş ve kabilesinin ileri gelenleri tarafından görüşüne danışılan biri haline gelmişti. Peygamber Efendimizi (s.a.v) küçüklüğünden beri tanırdı. Sık sık onunla sohbet eder ve birbirlerinin dertlerine ortak olurlardı.

 Hz. Ebu Bekir birgün Yemene yaptığı bir ticaret seyatinden dönmüştü. Kureyş'in tanınan kişilerinden Ebu Cehil ve birkaç kişi Ebu Bekir Mekkeye gelir gelmez yanına vardılar. Ebu Bekir meraklanmıştı; 



 Sami Yusuf yeni albüm tanıtımı için geldiği 3 günlük Türkiye turnesinde Radyo Klas'da "Hop Dedik Ayhan Show" konuğu olacak. Radyo Klas'ı internet üzerinden dinlemek için buraya tıklayın Radyo Klas Wherever You Are albüm tanıtımı için Cuma akşamı Fox Tv'nin konuğu olacak Sami Yusuf, imza günü vasıtasıyla önümüzdeki günlerde hayranları ile buluşacak.


 Diyanet İşleri Başkanlığı, camiilerin sadece yaz tatilinde değil yıl boyunca Kur'an kursu vermesi için çalışmalara başladı. Camilerin uygun bir kısmı Kur'an-ı Kerim kursu için düzenlenecek. Yaşı kaç olursa olsun talep eden herkese camilerde Kur'an-ı Kerim öğretilecek.

 Diyanet İşleri Başkanlığı il müftülüklerine bir yazı göndererek camilerin aynı anda Kur'an Kursu olarak hizmet vermesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasını istedi. Kur'an kursu bulunmayan ya da yetersiz kalan mahallelerdeki caminin içindeki bir bölüm Kur'an Kursu olarak düzenlenecek. Yaşı kaç olursa olsun talep eden herkese bu camilerdeki kurslarda imam hatip tarafından Kur'an-ı Kerim öğretilecek.

 Cami ve Kur'an Kursları Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Recep Kıyak, camilerin sadece bir ibadethane değil aynı zamanda bir eğitim merkezi olduğunu söyledi. Camilerin eğitim konusunda halka açılmasının çok önemli olduğunu belirten Kıyak şöyle konuştu: "Kur'an kursları yetersiz kalıyor. Bu bakımdan camilerde Kur'an öğretilmesi çok önemli bir gelişme. Bu amaçla camilerin sadece cuma ve bayram namazlarında dolan balkon kısımları kullanılabilir. Bu amaç için balkonlar yani camilerin ikinci katı kurs olarak düzenlenebilir."

 Osmanlı'da camilerin hayatla iç içe olduğunu, ancak daha sonra camilerin sadece vakit, cuma ve bayram namazları dışında, eğitim için pek kullanılmadığını, bu projenin camileri yeniden halka açabileceğini kaydeden Kıyak şöyle konuştu: "Osmanlı'da istişareler camilerde yapılırdı. Camiler Kur'an, dini bilgiler öğrenme merkeziydi. Hatta camilerde emziren kadınlar için bile yer ayrılmıştı." dedi.

 Sakarya İl Müftüsü Sinan Cihan, Kur'an Kursu bulunmayan mahallelerdeki camilerin içindeki bir bölümün Kur'an Kursu olarak düzenleme çalışmalarına başladıklarını vurguladı. Cihan, sadece Kur'an Kursu'na gidenlerin değil, vatandaşların da Kur'an-ı Kerim öğrenmek istediklerini ve kursların bu ihtiyacı karşılayamadıklarını belirterek, "Neredeyse bugün her mahallede bir cami var. Ancak Kur'an Kursları sınırlı. Biz de her mahallede bulunan camilerin içinin bölümünü Kur'an Kursu hizmeti verecek şekilde düzenleyeceğiz. Böylelikle isteyen herkes yaşı kaç olursa olsun Kur'an-ı Kerim okumayı öğreteceğiz. Zaten 2010 yılı Kur'an Yılı ilan edilmişti." diye konuştu.


Aşere-i Mübeşşire - Hayattayken Cennetle Müjdelenen 10 Sahabe Yazı Dizisi

Efendimiz Hz. Muhemmed (sav) tarafından hayattayken cennetle müjdelenen 10 sahabenin hayatları, özellikleri ve iman hakikatlerini işleyeceğimiz yazı dizisine İslam Ahengi farkıyla toplu bir şekilde ulaşabileceksiniz. Önümüzdeki haftadan itibaren her hafta 1 sahabeyi ele alacağız. Sitenin sağ tarafındaki "Konu Başlıkları" Bölümünden "Cennetle Müjdelenen 10 Sahabe" adlı alt başlıktan bu yazılara ulaşabilirsiniz. Bu kutlu habere sağlıklarında mashar olmuş sahabelerin isimleri ve incelerken izleyeceğimiz sıra ise inşallah şöyle olacak;


Kıyametin’in iki ayrı grupta alametleri vardır.Bu alametler gizli alametler ve açık alametlerdir.

Gizli Alametler

 İnsandan izzet, hürmet, muhabbet, şefkat, edeb,haya,cömertlik, ahde vefa, doğruluk, safa, dostluk,takva, şeriatin yürürlükten kalkması gibi. Şehirlerde mescidlerin çoğalması cemaatin azalması,binaların yükselmesi, elbiselerin incelmesi, kadınların ve çocukların hakimiyeti ele alması,kadınların erkeklere erkeklerin kadınlara benzemesi, homoseksüelliğin artması, eşyanın bereketinin azalması, şeriata uygun alışverişin kesilmesi, iyilerin hakir kötülerin hürmet görmesi,fısk ve fücurun artması ve kabirlerin süslenmesi bunlara kıyametin şartları dahi derler.


 Ezan okunduktan sonra büyüklerimiz tarafından söylenen ve isteyenlerin okuması gereken dua;

"Allahumme rabbe hâzihî’d-dav’veti’t-tâmmeh ve’s-salâti’l kâimeh, âti Muhammeden’il vesîlete ve’l-fadîlete ve’d-derecete’l-vâsiate ve’b'ashu mekamen Mahmûden ellezi veadteh."

Türkçe Anlamı
 
“ Ey bu mukaddes davetin sahibi ve kılınacak namazın maliki Rabbim, Efendimiz Muhammed Aleyhisselam’a vesile, erdem ve geniş derece makamlarını ver. O’nu kendisine vaadettiğin en sonuncu makam olan Makam-ı Mahmud’un zirvesine çıkar.İşinde sebat eden, nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan, doğru konuşanlardan eyle! Sıhhat, afiyet ve güzel ahlak ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle! ”
                                                                                                        ( Buhari / Ezan )

malik: sahip
fazilet: insan yaradılışındaki bütün iyi huylar, erdem.
sebat: sözünden veya kararlarından dönmeme
mukaddes: kutsal
vesile: Elverişli durum,fırsat



Rütbe var; yazılır, mezar taşına;

Zaman sellerinde, aşınır gider.

Rütbe var; yazılır cennet arşına;

Sonsuzdan sonsuza, taşınır gider.. 
----------------------------------------------





Şu dünya denilen, mal mülk harmanı,

Bir kıvılcım ile, kül olur gider.

Gönül ateşinin, külü dumanı,

Yedi kat cennete, yol olur gider. 



----------------------------------------------






Günah sofrasından doğrulmayanın,

Gönül sofrasında, gözü olur mu?

Allah aşkı ile yoğrulmayanın,

O’na naz etmeye, yüzü olur mu? 

-----------------------------------------------

Hem, İslam dinine “çağdışı” dersin,

Hem de cenâzende, imam istersin.

Dünyada hidâyet vermezse Mevlâ;

Teneşirde, imam sana ne versin ?.. 

------------------------------------------------

Yara sancıları, ilaçsız dinmez,

Tövbesiz günahlar, bil ki, silinmez.

Ölümü, her zaman, her yerde bekle.

Ölüm, seni nerde bekler bilinmez.




(Cengiz Numanoğlu)


 Güzeller güzeli efendimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in aşağıda geçen bir konuşma rivayetinde dünya hayatının bizim için ne kadar boş ve geçici olduğunu çok güzel bir örnekle anlatışını okuyacaksınız buyrun;

 Abdullah İbni Mesut’tan rivayet edildiğine göre , Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir hasır üzerine yatmıştı. Kalkınca , yan tarafında hasırın iz bıraktığı görüldü. Kendisine: “Ya Rasulallah “sana bir yumuşak yatak alsak” dedik. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Benim dünya ile ne alakam var. Ben dünyada ancak bir ağaç altında gölgelenmiş , sonra ağacı bırakarak kalkıp gitmiş olan bir yolcu gibiyim” buyurdu.


 Şu evrendeki muhteşem nizamı, nimetleri ve alemlerin yaradılışını tek bir kelamıyla  "Ol ! "diyerek noksansız bir şekilde tamamlayan yüce Allah'ın, yarattığı 4 büyük melekten biri olan Azrail a.s'nin aynı anda bir çok işi yapma yeteneğini vermesine şaşırmak, Allah'ın herşeye gücü yeten ve herşeyi hakkıyla bilen esmalarını inkar etmek demektir. Bu inkara düşmemek için bu dünyada bilmediğimiz bazı şeyleri Rabbimizin huzunda öğreneceğimizi umarak Ona ibadet etmektir.

Görmeden ve hiçbir şekilde bilemeyeceğimiz bilgilere iman etmek de bizim bu dünyadaki sınavlarımızdan belkide en ağır olanıdır. Çünkü iman ile küfür arasındaki bu ince çizgiyi kavramış olanlar, yüce Allah'ın kutsal kitabımız kur'anında belirttiği gibi kurtuluşa erenlerdir.

 İnançsız kişiler içinden bazıları, sizin amiriniz gibi başkalarının inançlı ve huzurlu olmalarından rahatsızlık duyar, onları da kendilerine benzetmek, bunu yapamazlarsa bile rahatsız ve huzursuz etmek isterler. Önce bunların amacını keşfetmek gerekir; kötü niyetli  birisi ise onunla tartışmanın, ona cevap vermenin, ikna etmeye çalışmanın pek faydası olmaz, aksine tarafların olumsuz duygularını kamçılar, hatta bazı kötü eylemlere yol açabilir. İnançsız olanın bu tür konuşmalarına aldırmamak, cevap vermemek, duymamış gibi davranmak daha uygundur.

Eğer iyi niyetli  bir inançsız sözkonusu ise onunla konuşulabilir. Bu takdirde de konuşan tarafların gerekli bilgi yönünden eşit düzeyde olmaları aranır; aksi halde tartışma sağlıklı olmaz ve sonuç vermez. Azrail ile ilgili soru, bu meleği insanlara benzetme hatasından kaynaklanıyor. Amiriniz Azrail'i de kendisi gibi zannediyor, bir memur ile meşgul olurken başkalarıyla meşgul olamadığından Azrail'in de bir anda birden fazla insanın canını nasıl aldığını soruyor.

Biz, din kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilerle Azrail'in bir büyük melek olduğunu, eceli gelenlerin ölümlerini gerçekleştirdiğini biliyoruz; ama onun mahiyetini, ne, nasıl ve nice olduğunu bilmiyoruz. Biz insanlar bir anda birden fazla işi yapamayabiliriz, ama Allah ve O'nun melekleri bir anda birden fazla işi, birbirine karıştırmadan, sırasını şaşırmadan yapabilirler ve yapıyorlar. Bunu nasıl yaptıkları bizi ilgilendirmiyor. Fakat dünya hayatından bunu basit bir örneğe dayandırabilecek olursak; Azrail a.s göre dünya bir sofradır. Nasılki insanoğlu çok çeşitli yemekleri aynı anda alıp yiyebiliyor ise, işte Azrail a.s. böyle herhangi bir yerdeki ayrı ayrı kişilerin canını da aynı anda Allah c.c izni ile alabiliyor.
 


 Sadelik ve samimiyet, Peygamber efendimizin yüksek karakterinin başlıca iki vasfını oluştururdu. Peygamberimiz sade yaşar, sade giyinir ve sade yemekler yerdi. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, yer üstünde oturmaktan çekinmezdi.

 Her şeyde sadeliği tercih ederdi. Kendisine güzel bir yemek verilse ona iştirak eder fakat, umumi olarak, bir türlü yemekten fazla yemezdi. İslam dininde dünyayı bırakmak yoktur. Müslümanlık rahipliği yasaklayan bir dindir.

 Bir müslüman, halal olan bütün dünya zeveklerinden faydalanır. Fakat Peygamberimiz, zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarının zevklere dalmalarını da yasaklardı. Mertçe görünebilmeleri için, erkeklerin ipekli elbise giymelerini istemezdi. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi kılından örme elbiseydi. Son nefesini de böyle elbise içinde vermiştik. Dünya elbisesine ehemmiyet vermezdi.

- “Dünya eşyasının bana ne lüzumu var? Benim, dünya ile alâkam, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun alâkası gibidir.” derdi.

 Hicretin dokuzuncu yılı elde edilen ganimetler sayesinde, Medine’de ashabın durumu düzelmiş, umumi refah artmıştı. Fakat, Peygamberimizin evi, eski halini muhafaza ediyordu. Bütün evinin mefruşatı: Bir yatak, bir hasır, bir toprak su ibriği gibi basit eşyadan ibaretti. Yatağı: Bir örtü, deriden bir şilte veya iki katlı bir kumaş parçasıydı. Rasûl-i Ekrem, birçok gecelerini yemeksiz geçirirdi. Günlerce bacası tütmez, aylarca evinde ışık yanmadığı olurdu. Bütün ailesi, yalnız hurma ve su ile geçinirdi:

 Hazreti Âişe diyor ki: “Peygamberimizin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak, bir miktar yulaftan başka bir şey yoktu.”

 Rasûl-i Ekrem: “Bu dünyada, bir misafire bu kadar eşya kâfidir.” derdi.

 Halbuki, devletin hazinesi, Rasûl-i Ekremin emrindeydi. Fazla olarak kendisine ashabın zenginleri, her şeyi seve seve sağlarlardı. İslam tarihçileri derler ki: Cenabı Hak, bütün dünyadaki hazinelerin anahtarlarını ona vermiş, fakat, O reddetmişti.

 Hazreti Ömer, Rasûl-i Ekremin odasını, bir ziyaretinde şöyle anlatıyordu: “Rasûl-i Ekremin sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşede bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm. Bu görünüş karşısında ağladım. Rasûl-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuz üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allahın Peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Rasûl-i Ekrem: “Ey Hattâboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, âhiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu.


 Canlılar içinde ilk olarak Hz. Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratıldı. Hak teâlâ (Her şeyi senin için yarattım, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurdu. Tevrat, İncil ve Zebur’da övülüp müjdelenmiştir.
Âmine validemiz ona hamile olunca, bütün putlar yüzüstü devrildi. Bütün şeytanlar ve sihir yapan büyücüler âciz kalıp, işlerini yapamaz oldular. Doğunca da bütün putlar yıkıldı. Doğduğu gece, Kisra’nın sarayı yıkıldı. Mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşi söndü. Save gölünün suyu kurudu.

Safiye Hatun anlatır: Doğduğu gece 6 alamet gördüm:

1- Doğar doğmaz secde etti.
2- Başını kaldırıp “La ilahe illallah inni Resulullah” dedi.
3- Her taraf aydınlandı.
4- Yıkayacaktım, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.
5- Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm.
6- Sırtında nübüvvet mührü vardı. İki küreği ortasında “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı idi.

Çocuk iken, başı hizasında bir bulut gölge yapardı.

Ona salevat okumak âyet-i kerime ile bildirildi. Kelime-i şehadette, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, birçok dualarda ve Cennette Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanına koymuştur.
 
Allahü teâlâ, Onu kendisine habib (sevgili) yaptı, herkesten daha çok sevdi.

Kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her ilmi, her üstünlüğü verdi. Her yerde her zaman mübarek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi.

Allahü teâlâ, bütün peygamberlere (Ya Âdem, ya Musa, ya İsa) diyerek ismi ile hitap ederken, Ona (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diye özel hitap ediyor.

Namazda otururken, (Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi) okuyarak, Ona selam vermek emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere böyle söylemek caiz olmadı.

Her peygamber kendi milletine, o ise her millete gönderilmiştir.

Her peygamber, iftiralara kendisi cevap verdi, fakat ona yapılan iftiralara Allahü teâlâ cevap verdi.

İsmi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak haram idi.

Hz. Cebrail 24 bin kere geldi. Başka Peygamberlere çok az geldi.

Mübarek hanımları müminlerin anneleri idi ve onlarla evlenmek başkalarına haram edildi.

Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü.

Mübarek teri, gül gibi güzel kokardı.

Uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi.

Üstüne sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı.

Çamaşırları, ne kadar çok giyse de hiç kirlenmezdi.

Taş üstüne basınca, izi kalır, kum üstünde iz bırakmazdı.

Sözü çok vecizdi. Az kelime ile çok şey anlatırdı.

Eshabının hepsi, peygamberler hariç, bütün insanlardan üstündür.

Onun ümmeti de bütün ümmetlerin en üstünüdür.

Onun mübarek ismini taşıyan mümin Cennete girer.

Onu ve ehl-i beytini sevmek farzdır.

Hz. Azrail, içeri girmek için izin istedi. Başka hiç kimseden izin istemedi.

Peygamber efendimiz güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mübarek dişleri görünürdü.

Resulullah efendimiz çok uzun boylu olmayıp, kısa dahi değil idi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübarek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu.

Resulullah efendimiz misvakını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübarek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübarek gözlerine sürme çekerdi.

Peygamber efendimiz kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gayet güzel, nurlu ve sevimli idi.

Güzel huyların hepsi Resulullah efendimizde toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değil idi.

Resulullah efendimizi ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hallerinden, asla kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeye takat getiremezdi. Halbuki, kendisi, hayasından, mübarek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.

Peygamber efendimiz, insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsanları vardı ki, Rum imparatorları, İran şahları, o kadar ihsan yapamadılar. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamayı severdi.

Resulullah efendimiz, zekat malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yemez ve şiir söylemezdi.

Bir kimse, Peygamber efendimizi rüyada görse, muhakkak Onu görmüştür. Çünkü, şeytan Onun şekline giremez.


 Hz. Ali’nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (r.a.) rivayet ediyor: “Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimizi anlatırken Onu şöyle tavsif ederdi (vasıflandırırdı) ; 

“Peygamber Efendimiz, ne aşırı derecede uzun, ne de kısa idi; O bulunduğu topluluğun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı idi. Mübarek yüzlerinin rengi kırmızıya çalar şekilde beyaz; gözleri siyah; kirpikleri sık ve uzun; omuz başları iri yapılı idi… O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak tabiatlısı ve en arkadaş canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, O’nun heybeti karşısında çok şiddetli heyecanlanırlar; üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O’nu herşeyden çok severlerdi. O’nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse; Ben, gerek ondan önce, gerek ondan sonra, onun gibi birisini görmedim, demek suretiyle, O’nu tanıtma hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah’ın salat (dua, Peygamberimize (sav) yapılan dua, istiğfar, rahmet, namaz) ve selamı O’nun üzerine olsun.”

Peygamber Efendimiz (sav)'in Saçı

Peygamber Efendimiz (sav)'in saçının uzunluğu ile ilgili farklı tanımlamalar vardır. Tarifler arasında böyle bir farklılık olması ise doğaldır, çünkü bu bilgileri aktaranlar Peygamber Efendimiz (sav)'i farklı zamanlarda gördükleri için, saçının uzunluğu da farklı olmuş olabilir. Ancak bu tariflerden anlaşılan Peygamberimiz (sav) saçını en kısa kulağı hizasında kestirmiş, en fazla ise omuzlarına kadar uzatmıştır.

Enes b. Malik (ra) anlatıyor:


"Hazreti Peygamber (sav)'in saçları, kulaklarının orta hizasına kadar uzamıştı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 49)

Hazreti Aişe (ra) validemiz anlatıyor:

"Resulullah'ın mübarek saçları, kulakları ile omuzları arasındaydı. Allah'ın selat ve selamı üzerine olsun." (a.g.e. s-50)

Peygamberimiz (sav)'in Saç ve Sakal Bakımı

Peygamber Efendimiz (sav) temizliğe çok önem verdiği için, saç ve sakal bakımına da önem vermişlerdir. Bazı kaynaklarda onun yanında daima tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalar bulundurduğu bildirilmektedir. Peygamberimiz (sav) ashabına da aynı tavsiyelerde bulunmuş ve "Kim saç bırakmışsa, onun bakımına dikkat etsin" şeklinde buyurmuşlardır. Peygamberimiz (sav)'in saç ve sakalı ile ilgili diğer aktarılanlar şu şekildedir:

Hz. Adda İbn Halid'den (ra): "Mübarek sakalı gayet güzeldi." (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 519/16)

Peygamberimiz (sav), dış görünümüne ve temizliğine verdiği önemle, müminlere güzel bir örnek olmuştur. Bir rivayette Peygamber Efendimiz (sav)'in bu konudaki güzel tavrı şöyle belirtilir:

"Bir gün Peygamber (sav) sahabelerinin yanına çıkacağı zaman küpteki suya bakarak sarığını ve sakalını düzeltti ve şöyle dedi: 'Allah kardeşlerinin yanlarına çıkarken kulunun kardeşleri için süslenmesini sever.' " (İbn Adiyye el-Kamil; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.679)

Peygamber Efendimiz (sav)'in Giyim Tarzı

Peygamberimiz (sav)'in giyimi hakkında da sahabeler pek çok detay aktarmışlardır. Bunun yanı sıra Peygamber Efendimiz (sav)'in müminlere nasıl giyinmeleri gerektiğiyle ilgili olarak tavsiyeleri de onun bu konuya verdiği önemi ortaya koymaktadır. Örneğin Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 7. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 208)

Peygamber Efendimiz (sav)'in torunu Hz. Hasan (ra), onun giyim konusu hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:

"Peygamber Efendimiz (sav) bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi." (Buhari, et-Tarih'ul-Kebir, I, 382, nu:1222)

Bu konudaki Peygamberimiz (sav)'in bir başka hadisi de şu şekildedir:

"Ey müminler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyininiz ve Allah yolunda sarf ediniz. Ancak, israfa veya kibir ve gurura kaçmayınız." (Buhari, el-Cami'us-Sahih, VII, 33; İbn Mace, Sünen, II, 1192, nu:3605)

Peygamber Efendimiz (sav) ashabından biri dış görünümüne önem vermediğinde veya bakımsız olduğunda onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir rivayeti Ebu'l Havas (ra), babasından şöyle nakletmektedir:

Üzerinde iyi görünmeyen bir elbise olduğu halde Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelmiştim. Bana: "Senin malın yok mu?" diye sordu. "Evet var" cevabıma: "Hangi çeşit maldan?" sorusunu yöneltti. "Her çeşit maldan Allah bana vermiştir" demem üzerine: "Öyle ise Allah Teala Hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir" buyurdular." (Nesai, Zinet 83, (8, 196), Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 119)

Peygamberimiz (sav)'in giyim tarzı ile ilgili sahabelerin aktardığı bilgilerden bazıları ise şunlardır:

İbnu Abbas (ra) anlatıyor: Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm." (Ebu Davud., Libas 8, (4037); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.69)

Ümmü Seleme (ra) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz (sav)'in en çok sevdikleri elbise çeşidi, gömlek (kamis) idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 85)

Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (sav), giydikleri elbiseler içerisinde, Hibere-i Yemani'yi çok severlerdi" (Hibere, Yemen'de dokunan pamuktan yapılan, kırmızı çubuklu yeşil bir kumaştır. Eskilerin "alaca" dedikleri desenli kumaşlar için kullanılan bir tabirdir. Bu da kumaşın düz değil desenli olduğunu ve birkaç renkten oluştuğunu gösterir.) (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, 3.cilt, s. 283)

El-Bera b. Azib (ra) anlatıyor:

"Kırmızı desenli elbisenin, Peygamber Efendimiz (sav) kadar bir başkasına yakıştığını görmedim. Bu kıyafetle Resulullah (sav)'ı gördüğümde, mübarek saçları, omuzlarına değecek kadar sarkmıştı." ( Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 94)

Semüre b. Cündüb (ra) rivayet ediyor:

"Hazreti Peygamber (sav): "Beyaz elbise giyiniz. Zira o, son derece temiz ve hoştur" buyurmuşlardır" .

Peygamber Efendimiz (sav)'in Dış Kıyafetleri

Eşa's b. Süleyn (ra) anlatıyor:

"Bana halam anlattı. Ona da amcası anlatmış. Halamın amcası demişti ki: Bir gün Medine sokaklarında izarımı (peştemal, futa, göğüsten aşağı örtülen elbiseler) sürüyerek yürüyordum. Bu sırada arkamdan bir ses işittim: "İzarını yukarı kaldır. Zira izarın yerde sürünmemesi, onun daha temiz kalmasını ve uzun müddet dayanmasını sağlar" diyordu. Arkama dönüp baktığımda bu sözleri söyleyenin Resulullah Efendimiz (sav) olduğunu gördüm." (a.g.e, s. 154)

Seleme b. El-Ekva'dan (ra):

"Hz. Osman, uzunluğu bacaklarının yarısına kadar ulaşan bir izar giyer ve "Arkadaşımın (sahibi), yani Resulullah (sav)'ın izarları da aynen böyleydi" derdi. (a.g.e, s. 155)

Peygamber Efendimiz (sav)'in Yüzüğü ve Mührü

Resulullah Efendimiz (sav) yabancı devlet reislerine mektup yazmak isteyince, bir mühür yüzük yapılmasını buyurdu.

"Peygamber Efendimiz (sav)'in Mühr-i Şeriflerinin kaşına, üç satır halinde, "Muhammed Resulullah" ibaresi kazınmıştı. Birinci satırda "Muhammed", ikinci satırda "Resul", üçüncü satırda da "Allah" kelimeleri yer alıyordu." (a.g.e, s. 114-117)

Peygamber Efendimiz (sav)'in Yürüyüş Şekli

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

"Ben Resulullah Efendimiz (sav)'den daha güzel birisini görmedim; sanki güneş, onun mübarek yüzünde devrediyor gibiydi. Peygamber Efendimiz (sav)'den daha hızlı yürüyen birisini de görmedim; yürürken adeta yeryüzü ayakları altında dürülürdü. Bizler, arkalarından giderken, geri kalmamak için büyük çaba harcardık." ( a.g.e, s. 157)

Hz. Yezid İbni Mirsad (ra) ise şöyle demiştir:"Yürüdüğü zaman vakarlı fakat hızlı giderdi. Yanındakiler ona yetişemezdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 541/1)

Hz. Ebu Atabe (ra)'den:

"Yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü." (A.g.e, 541/2)

"… Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla birlikte sukunet ve vekar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümünü arzederdi. Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücudları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selam verirdi." (Tirmizı'nin Şemail isimli kitabının tercümesinden; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 66-67)

Peygamber Efendimiz (sav)'in Oturuş Tarzı

Kayle binti Mahreme (ra) anlatıyor:

"Resulullah (sav)'i sonsuz bir mahviyet (alçak gönüllülük, tevazu) ve tevazu içinde otururken görünce, heybetinden vücudum titremeye başladı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 160)

Peygamber Efendimiz (sav)'in Güzel Kokusu

Peygamber Efendimiz (sav) temizliğe çok önem verirdi. Kendisi sürekli mis gibi, tertemiz, hoş ve güzel kokar, Müslümanlara da temizliği tavsiye ederdi. Sahabelerden rivayet edilen bilgilerde Peygamberimiz (sav)'in bu güzel özelliği hakkında detaylar aktarılmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:

Enes b. Malik (ra) şöyle ifade etmektedir:

"Resulullah Efendimiz (sav) Medine sokaklarının birinden geçtiğinde O'nun misk gibi kokusu hemen sezildiğinden, halk o yoldan Hazreti Peygamber (sav)'in geçtiğini söylerdi. Bizler, Peygamber Efendimiz (sav)'in gelişini, kokusunun güzelliğinden anlardık." (Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s.280)

İbn-i Ebi Adi, Humeyd, Enes (ra)'den:

“Resulullah (sav)'in elinden daha yumuşak ne bir yün kumaşı, ne de bir ipeğe (hayatımda) dokunmadım. Resulullah (sav)'in kokusundan daha güzel (kokan) bir kokuyu da koklamadım.”

"Cismi nazif (temiz), kokusu latif (hoş) idi. Koku sürünsün sürünmesin, teni en güzel kokulardan ala kokardı. Bir kimse onunla musafaha (el sıkışmak, tokalaşmak, muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar etmek) etse, bütün gün onun rayiha-i tayyibesini (temiz kokusunu) duyardı ve mübarek eliyle bir çocuğun başını meshetse, rahiya-i tayyibesiyle (temiz kokusuyla) o çocuk, sair (diğer) çocuklar arasında malum (bilinirdi) olur idi." (Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s.364-365)
(a.g.e, s. 98) (Buhari, 1/503; Müslim, 2/257; İbn-i Kesir, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Mucizeleri, Çelik Yayınevi, s. 46)


 Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbir sûrette, hiçbir yemeği ayıplamamıştır. Canı isterse onu yemiş, istemezse yememiştir. Ama çeşitli rivayetlerden, O İki Cihan Güneşi’nin, o mübarek yüzlünün bazı şeyleri daha fazla sevdiğini de öğrenmekteyiz:

UN HELVASI
 
Cibril (aleyhisselam)’ın Peygamber Efendimiz’e gece namazında, beline kuvvet vermesi için, un helvası yemesini tavsiye ettiği rivayet edilir. Âişe (radıyallahu anh)’ın şöyle dediği nakledilir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbir taama (yemeğe) un helvası kadar sevinmezdi. Onu sever, kendisine ikram edilince de yüzünde ferahlık görülürdü.”


KABAK
 
Yine Hazret-i Âişe’den rivayet edildiğine göre, Peygamberimizin sevdiği bir yiyecek de kabak idi. “Çünkü o, zikrullah esnasında kalbe rikkat verir.” buyururlardı. Vasilet bin Eska’dan aktarıldığına göre Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Kabak aşı yiyin. Kabak aklı artırır ve beyine kuvvet verir.”

ET
 
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Et, dünya ve ahirette yiyeceklerin efendisidir.” buyurmuşlardır.
Peygamberimiz’in en çok koyunun kürek ve ön kollarının etini sevdiği rivayet edilir. Bir hadîs-i şerifte: “– En iyi et, koyunun sırt etidir.” buyurmuşlardır.
Hayvanların sağ taraf etleri, sol taraf etlerinden daha üstün ve hafiftir. Et, işkembeden uzaklaştıkça değeri artar. Yine bir hadislerinde: “Sizden biriniz çorba yapmak için et satın aldığında suyunu çok koysun. Zira yiyen kişi çorbanın içinde et bulamazsa, suyundan içer. Çünkü et suyu, iki etten birisidir.” demişlerdir.

SİRKE
 
Cabir (radıyallahu anh) demiştir ki, bir defasında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ehline evde bir katık bulunup bulunmadığını sorduklarında: “– Evde sadece sirke var.” denildi. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- onu isteyip: “– Sirke ne güzel katıktır.” diye yemeye başladılar.
Cabir -radıyallahu anh-; “Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den bu sözü işiteli beri sirkeyi severim.” demiştir.

HURMA
 
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kendisine tatlı veya koku ikram edildiğinde geri çevirmezlerdi. Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- hurmayı çok sever, tek adetle yer ve çekirdeğini baş ve orta parmaklarıyla tutar ve çıkarırdı. Yine yaş hurmayla acuru birlikte yedikleri olurdu: “– Kim her sabah yaş hurmadan aç karnına yedi tane yerse, o gün ona zehir yahut sihir zarar vermez.” buyurmuşlardır.
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- hurmanın yaşına da, kurusuna da bereketli olması için dua etmiştir. Hurmanın yaşını kurusuyla yemek de sünnettir.

BAL
 
Peygamber Efendimiz buyuruyor: “– Üç şeyde şifa vardır: Bal şerbeti içmekte, kan aldırmakta ve dağlama yaptırmakta, fakat ben dağlamayı sevmem. Bal, bütün hastalıklara şifadır. Çünkü yetmiş peygamber onun şifası ve bereketine dua etmişlerdir.”
Yine Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyuruyor: “Her ayın üç günü sabah bal yiyen kimseye büyük bir hastalık gelmez, felçten uzak kalır.”
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- anlatıyor: Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur: “Bir kimse her ayda üç gün şafak vakti aç karnına bal yese o ay içinde hastalıklarla ilgili belalardan ve afetlerden emin olur.”

ÜZÜM
 
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- üzümün yaşına da, kurusuna da bereketli olması için dua etmiştir. Üzüm, en sevdiği meyvelerden biridir. Üzümü, salkımının altından başlanarak yenmesinin sünnet olduğu rivayet edilir. Ziyad b. Ebi Hind anlatıyor: Peygamber Efendimize kuru üzüm gönderdi, bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Kuru üzüm ne güzel yiyecektir. O sinirleri sağlamlaştırır, hastalıkları giderir, kızgınlığı sakinleştirir, ağız kokusunu güzelleştirir, balgamı keser, benzi hoş eyler.”

KARPUZ
 
Karpuz da Efendimiz’in en sevdiği meyvelerdendir. Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- Peygamberimizin karpuzla yaş hurmayı birlikte yiyip şöyle buyurduğunu nakleder: “Hurmanın hararetini karpuzun soğukluğuyla, karpuzun soğukluğunu da hurmanın hararetiyle kırıp gideriyoruz.”
Karpuzun yemekten önce yenmesi tavsiye edilmektedir.

SÜT
 
Peygamber Efendimiz sütü severdi. Şöyle buyururdu: “Yüce Allah bir kişiye süt ikram ederse, o kimse sütü içeceği zaman; Allah’ım bize bu sütü bereketli kıl, bize daha çok süt ihsan et diye dua etsin. Çünkü yiyecek ve içeceklerin yerini tutan, açlığı ve susuzluğu gideren sütten başka bir gıda bilmiyorum.” demiştir.
Yine şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Sizlere inek sütünü ve sütünden meydana gelen yağını tavsiye ederim, etinden sakınınız, zira sütü devadır, ancak eti bazen dert olabilir.”
Peygamber Efendimiz, koyun sütü de içerlerdi; fakat koyun sütü ağır olduğu için bir miktar su karıştırırlardı.

SÜTLÜ BULAMAÇ
 
Arpa ve buğday ununa yağ ve süt karıştırılarak pişirilen bir nevî muhallebidir. Peygamberimiz: “Gerçekten sütlü bulamaç, hastanın midesini kuvvetlendirip rahatlatır, bazı üzüntülerini de giderir.” buyurmuştur.
Sütlü bulamaçla ilgili Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- şöyle demiştir: “Bir defasında göğsümde bir sertlik ve başımda bir ağrıdan dolayı Rasûlullah’a şikayette bulundum. O da: “– Ey Âişe, sana sütlü bulamacı tavsiye ederim, zira sütlü bulamaç bu şikayetlerini giderir.’” buyurdu.
Hatta ehl-i beytten biri hastalanınca, ocaktan bulamaç tenceresi hiç inmezmiş, ta ki o hasta iyileşene veya ölene kadar.

SU
 
Peygamberimizin içeceklerden en çok sevdiği ise, soğuk ve tatlı olanı idi. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- özellikle yolculuklar sırasında ashabına su dağıttırırdı. Bir yolculuğu sırasında Efendimiz bir yerde durmuş ve yanındakilerden su istemiş, elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiş ve yanındaki sahabelerine de: “– Siz de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün.” buyurmuştur.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- su içtikten sonra şöyle dua etmiştir: “Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah’a hamd olsun.”
Peygamber Efendimiz bir başka hadîs-i şerifinde ise, su için şöyle buyurmuştur: “Allah suyu temizleyici olarak yarattı. Tadını, rengini veya kokusunu değiştiren maddeler dışında hiçbir nesne onu pislemez.”
O peygamberler sultanının sevdikleri, hoşlandıkları, bizim de sevdiklerimiz ve hoşlandıklarımızdır elbette. Allah’ın bu nimetlerini, hem Rabbimizin bir ihsanı olarak, hem de Peygamber Efendimiz’in sevdiği yiyecekler niyetiyle yersek inşallah her bir yudumu, her bir lokması ibadet ve şifa olur.


 Yukarıdaki Mescid-i Nebevi resminde pek anlaşılmasada Kubbet-ul Hadra'nın (Yeşil Kubbe) hemen yanıbaşında bulunan bir minarede biraz eğiklik bulunmaktadır. Fakat bu minare bilinçli olarak eğik yapılmıştır. Eğik yapılmasının nedeni ise herhangi bir doğal afet anında minarenin Hz. Muhammed’in (sav) mezarının üzerine devrilmesine engel olmaktır. Bu nedenle kule mezarın ters istikameti yönünde eğimlidir.

 Mail aracılığı ile internette dolaşan ve namaz bahanelerini insanın yüzüne vurarcasına, resimlerle güzel bire şekilde anlatan aşağıdaki yazıyı lütfen sizde okuyun ve herkese okutturmaya çalışın. Gerçekten okuyunca sizde yazılanlara gönülden hak vereceksiniz.

Evet mi , Hayır mı ?
Namaz kılıyor musun?

Evet ise sorun yok Cenab-ı Allah kabul buyursun İnşallah…
                                               
Hayır ise lütfen okuyun ve biraz düşünün…

Neden namaz kılmıyorsun?

Namaz kılmamak için bir sebebin mi var yoksa?

Namaz kılacak vaktin yok değil mi? Ya da Namazdan daha önemli bir işin ya da
Allah’a kulluğu unuttuğumuzdan.
Sence hangisi ?
Ama onların da yoktu !


Savaş hiç durulmuyordu aksine gittikçe kızgınlaşıyordu, bu arada ikindi vakti çıkmak üzereydi, ama kılacak zamanda yoktu müslümanların karşısında en az on katı düşman vardı, kenara çekilipte namaza duramazdın, ya da namazı kılmıyacaksın değil mi bence en kolayı bu !


Ya onlar ne yaptı Peygamberimiz 300 kişilik ordusunu ikiye ayırdı yarısı geriye çekildi, diğer yarısı daha ileri atıldı ve daha bir kuvvetle savaştı, ve geriye çekilenler Peygamberimizin imamlığında namazlarını kıldılar; bitince de diğerleri ile yer değiştirip onlar savaşmaya başladı diğerleri geri çekilip namazı eda ettiler.

Sence onların zamanı var mıydı ?
Ya da bunların zamanı var mı ?


Yok değil mi ?
 

Yeriniz mi yok…..?

Sence onların yeri var mı?



Bu da tutmadı başka yok mu bahanen ?

Ya da yolculuk yapıyorsundur değil mi, kılacak yer yok ki olsa kılardın…!!!Peki onların var mı?

 


Ya da insanlar ne der diye aklına mı geldi ?

Peki ya buna ne derlerdi…..!??

 
Utanılacak bir şey değilmi…..!

Çok aşırı yogunsun değil mi evde toptan kılarsın hepsini nede olsa kazaya bırakırız öyle kolaylık var…!!!


Bir vakit namazı terkedene 80 sene azâb olunacaktır, şeklinde hüküm yer almıştır buna dayanabilecekmisin ???

Peki ya hiç kılmayan !



Allah (cc) buyuruyor ki:
‘Kitablarını sağlarından alanlar cennettedirler. Mücrimler hakkında sorarlar: ‘Sizi cehennem çukuruna ne sürükledi?’ Mücrimler diyecekler ki: ‘Biz (dünyada) namaz kılanlardan değildik. Yoksullara yedirmiyorduk. Batıla dalanlarla birlikte dalıyorduk. Kıyamet gününü de yalanlardık. Ta ki ölüm bize gelene kadar (bu hal üzerindeydik) ‘

(Müddessir Suresi: 40-47)


Cabir ibn Abdullah (ra)’den rivayet edilmiştir. Nebi (sav) buyurmuştur ki:
‘İman’la küfür arasındaki şey namazı terk etmektir.’
(Tirmizi: 2618, Kitabu’s-Salat: 887 ve İbni Ebi Şeybe İman: 44 sahih olarak rivayet etmişlerdir.)


Bir düşün bakalım bu kadar vakti ne için harcıyorsun, dünyalık için değil mi?


İyi para kazanayım, rahat yaşayayım, param pulum olsun hepsi bunun için değil mi?Bir daha düşün sen önce, kim götürmüş bir bez parcasından başka bir şey, orada rahat etmek için kim biriktirebilmiş veya götürebilmiş kazandıklarını?

Hesabını veremediğinde en istemediğin azab şekli sana yapılmayacak mı…?
Bakamıyormusun yoksa…?

 Bunlar kadar genç misin sen, ama bak onlar kılıyor neden?


Namaza yetişmek için koşan bir çocuğa Hz.Ömer(RA) ‘Sen daha çocuksun bu kadar telaş etmene gerek yok sen daha çocuksun namaz sana farz değildemişti de çocuk cevap vermişti:

‘Amca, amca! Bu işin büğüyü küçüğü olur mu? Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü.
Üstelik benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok.
En iyisi her yaşta buna hazır olmalı.



Hem bu yaşta namaza alışmazsam, büyüyünce zor gelebilir.

Sen hâla gencim de…?

Öyle dememiş mi Peygamberimiz ‘namazda şifa var’ kalk bi kıl bakalım namazını hastalığın kalıyor mu o zaman???Bak oda hasta üstelik kaç yaşına gelmiş…!!!

                                         

Ama ayakta duramıyorsun değil mi?

Oturarak kıl, oturamıyorsunda (yatalaksın)

O zaman da gözlerinle kıl bak bu kadar kolaylık var, eminim başka bahanelerinde vardır değil mi?

Yaa boş ver hem sen niye namaz kılacaksın önemli olan kalp değil mi? Senin kalbin temiz kılsan ne olacak ki?

O ‘Güzeller Güzeli’ Hz. Muhammed(SAV)’in kalbi kapkara mıydı, pislik içinde miydi de, ayaklarının altı şişinceye kadar namaz kılardı?Eee gördün mü kalbin Efendimizin kalbinden de mi temiz acaba???

hatta uyanamam diye uyumazdın o gece, peki seni çağıran senin rabbin…!?
Yaa boşver değil mi????

Ya böyle bir ilan görsen ne yapardın acaba ? 

 


Ama gitmezdin değil mi değmez onun için felan uykunu bozmana, sen mi gitmeyeceksin bari yalan söyleme ilk sen olmak için geceyi orda geçirirdin…!!!

Dur şimdi zaten yoruldun bütün gün birde bu arada namaz olur mu ?

Ya akşam namazı ???
Ooo sende yaaa daha eve gidilecek, yemek yenilecek, zaten akşam vakti de kısa yetişemiyorsun degil mi?
Yatsı namazını hiç sorma değil mi ?
O saatte namaz mı kılınır yemek yedik güzelce tıka basa doldum kanepeye uzanıp dizi, film izleme vakti dimi aaa…!



Bunlara bulabiliyorsun değil mi vakit aman sende çok oldun dur bi dizi izleyecegiz 1 saat şurda ?


1 :ÖLÜ İSEN
2: DELi İSEN
3: BEBEK İSEN
4: HAYVAN İSEN
5: İNKARCI (KAFiR) İSEN
Ama yok, nasıl olur sen Ölü veya Deli değilsin, üstelik kocaman Adam‘sın ve İnsan‘sın, Allah korusun Kafir‘de değilsin, demek ki NAMAZ’dan kurtulamazsın...
Hem bak doğada her şey ‘O’ na SECDE ediyor sen daha ne duruyorsun ?


Mihraba vuran ışık namaz kılan insan siluetini andırıyor !!!


Ya bu kayaya ne demeli kimbilir ne sırlar saklı…!!!


Ağaçlar bile secde ediyor, ibret almalı…!!!




Biliyorum sen onlar gibi namaz kılamazsın, onlar gibi olsan zaten bahane uydurmaz,


namaz kılmak için kendine yollar arardın bu zamanda… Nasıl mı namaz kılacaksın ?

Artık çoğu böyle kılmıyormu dikkatli bakın…???

Aah işte !!!

Böyle değil………………..
Öyle bir namaz kılacaksin ki Mevlana’ca:



Namaza tekbirle girmek,‘İlahi, biz senin huzurunda kurban olduk’ demektir. Tekbir getirerek kurban kesildi gibi, tekbirle namaza başlamak da, ‘Allah’ım canımız sana feda olsun’ anlamındadır.
Namazda kıyama durmak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul, biraz sonraki hakkıyla yerine getiremediği kulundan ve işlediği günahlardan dolayı,

utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükuya eğilir.
Başı rükuda iken ‘Hak’kın suallerine cevap ver’ diye ilahi ferman gelir. Kul, rükudan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüzüstü secdeye kapanır.

Tekrar ona, ‘Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver’ diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırsa da, tekrar yüz üstü kapanır.

Var mısın böyle namaz kılmaya ?
 

Veysel Karani gibi geceleri gündüzleri namazla geçirmeye var mısın?
Öyle güzel bir namaz kılarmış ki mübarek, bir geceyi sadece kıyamda, diğer bir geceyi sadece rükuda, diğer bir geceyi de sadece secdede geçirirmiş…

Hz. Ali(RA) gibi, savaşta yediği okun acısından cıkaramıyorlar, ancak Hz. Ali(RA) namaza durunca çıkarıyorlar hem de kılı bile kıpırdamıyor, soranlara da ‘Biz namaz kılarken can kuşumuzu salıveririz’ demiş mübarek insan, var mısın böyle namaz kılmaya ?Hz.Rabia gibi, gözlerinde yaş kalmayıncaya kadar namaz da ağlamaya var mısın?

siz ondan güçlüsünüz, siz ona hükmedersiniz hadi kırın onun gücünü…Biliyorum yapacaksın sen bunu hadi o zaman bak Bilal-i Habeşi(RA) ezanı okumaya başladı
Öyle bir namaz kılacaksin ki ezanı okuyan Bilal-i Habeşi olacak, namaz kıldığın yer Mescid-i Haram(KABE) olacak ve İmamın Hz. Muhammed Mustafa olacak ve Hz. Ebubekir, Hz. Ömer,
Hz. Osman, Hz. Ali ve Sahabe-i Kiram ile birlikte namaza duracaksın… Öyle bir namaz kılacaksın ki, sırat köprüsünün üzerinde olacaksın aşağısı cehennem ve karşısında YÜCELER YÜCESİ ALLAHÜ TEALA ve Meleklerle saf tutarak…
Haydi şimdi namaz zamanı, haydi şimdi kurtuluş zamanı…
Önünde bunlar var… her isteğinin gerçekleşeceği sonsuz yaşam yurdu CENNET var….

KURTAR KENDİNİ…

Lütfen herkese yollayın iyiliği emreden topluluk olalım ve biz de her namaza başlayan kardeşimizle birlikte ecir kazanalım…
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.
(Al-i İmran Suresi, 104)
Hadi ey kalbim durma artık tövbe et ve Yaradanına en güzel hamdini sun, temizle kalbini pislikten, dünyalıktan ve kula yakışır bir şekilde MEVLA’ya yaklaş…
Ve O GÜZELLER GÜZELİ Peygamberimiz, namazı en güzel kılan O kimse onun gibi kılamazdı, var mısın onun ümmeti olarak namaz kılmaya?
 
Yemeğini yemeden öğleyi geçirmiyorsun belkide zevkini çıkara çıkara
1 saatte yersin yemeği değil mi, yemek daha önemli değil mi ?

Ya ikindi ne olacak ?
Değil, değil mi?


Bu da olmadı var mı başka bahanen kalmadı mı yoksa uyduracak bir şeyler?

Bahanelerini dinleme(me)k isterim veya dur bunlarıda ben tahmin edeğim…
Sabah namazına uyanamıyorsun, sabahın köründe kim kalkacak ki uykunu mahvedeceksin değil mi?
Ya aşık olduğun kız yada erkek
Seninle sabah 5′de buluşalım deseydi sen ne yapardın saatini kurar erkenden yatardın,
Kafanla kıl o zaman, yoksa tamamen felç mi geçirdin (şimdi yırttın galiba) zannetme ki yırttın!!!
Aaa olmadı hastasın değil mi onun için kılamıyorsun, özür dilerim…
Ama iyileşmen için namaz kılman gerektiğini biliyor musun?

Oraya gittiğinde ilk sorulacak soru ne biliyor musun?
Yaa o zaman ne cevap vereceksin, vaktim yok diyemezsin, yer bulamadım diyemezsin, işim vardı diyemezsin değil mi?
Belki şunu dersin: ‘Bu kadar çabuk beklemiyordum ölümü yoksa kılacaktım ileride namazımı kaza namazıda kılacaktım’… ama senin yaşın genç daha yaşlanınca kılarsın değil mi hem o zaman bol bol vaktinde olacak, ya yaşlanamazsan…?
 

Ya sen namaz kılmadan, senin namazını kılarlarsa…!!???

Ya bu dar ve soğuk kabirde ne diyeceksin ben çok yogundum namaz kılamadım sana kul olamadım mı diyeceksin……………………..???



Ya azab bu kadar çetin olursa ya Namazın yoksa..?
Ya Bedir Savaşına ne demeli:
Ne olabilir ki namazdan önemli olan sebep?

 Şimdi bunları okuyan kardeşim. Haydi ! şuan nerede olursan ol eğer yakınlarıdna abdest alacak bir yer varsa hemen oturduğun yerden kalk ve gidip abdest al. Ardından 2 rekat namaz kılıp yüce Allah'tan bugüne kadar kılmadığın namazlar için af dileyip tevbe et. Ardından bir sonraki vakit namazını bekle. Ve o vakit namazıyla beraber bundan sonraki namazalarını eksiksiz kıl. Hayatının geri kalanında namazını tam anlamıyla eda eden, 5 vakit namazını kılan salih kullardan ol. Allah, eğer bu yazıyı okumayı sana nasip etmişse bilki unutulmamışsın ve yüce Rabbim, kendisine ulaşman için bu şekilde türlü türlü yollar gösteriyor sana. Bilki kendi pisliğinde boğulan onca kişi varken ve hiçbirinin aklında "Allah" kelimesi bile yokken, sana burada namaza davet eden bir yazıyı okumak nasip oluyor ! Bu bir tesadüf değil. Haydi şimdi kalk ve namaza koş, Rabbin bu yazıyı okduğunu ve aklından geçenleri biliyor ! O, huzuruna çıkmanı ve seni tertemiz bir kul yapmayı bekliyor...

" (Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allahtandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter. (Nisa Suresi,Ayet 79) "

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *