Eylül 2016

Bu günkü yazımla yine, ortalıkta bol miktarda dolaşmakta olan ilmihallerden bahsedeceğim.. Maşallah, sayı itibariyle binleri aşan ilmihaller arasında tam bir çelişki, birbirinin ifadelerini yalanlayan, çürüten bilgiler mevcuttur.

Ellerde dolaşan ilmihal kitaplarının, fıkhı konularda anlayış birliğine varması, birbirlerini doğrular nitelikte bilgi sunmaları gayr-i kabildir.

Çünkü, Yusuf Tavaslı hocadan tutun da, Hüseyin Hilmi Işık merhuma varıncaya kadar, Ömer Nasuhi Bilmen ve A. Fikri Yavuz hocaların ilmihallerinin yanı sıra daha isimlerini anımsayamadığım bir hayli ilmihal çokluğu, insanımızın zihnini karıştırmakta, Müslümanlar; hangisine, neye göre amel yapacaklarını bilememektedir.

Bilhassa, mevcut ilmihal kitaplarının çelişkilerini çok güzel bir şekilde irdeleyen muhterem hocamız Prof. Dr. M.H. Kırıbaşoğlu, bu mevzuda bir hayli mesai harcamış, örneğin, Ömer Nasuhi Bilmen hocamızın ilmihalini baz alarak, söz konusu kitaplardaki veya kitaptaki eksiklikleri, noksanları, Kur'an dışı bilgileri fevkalade bir şekilde izah etmiş bulunmaktadır.

Müslüman milletimiz; bu kitapları okudukça, belleklerine yerleştirdikçe, bu safsataları okuyan, dinleyen, vaaz kürsülerinden takip eden kardeşlerimiz; Kur'anî emirler karşısında, her duyduğu zaman afallamakta, hayal kırıklığına uğramakta, ya kabullenmekte veya yeni duymuş olduğu bilgileri reddetmektedir.

Söz konusu bu yanlış çarpık bilgileri Kırbaşoğlu hocamız görmüş, gözetlemiş ve insanlarımız müstefid olsun diye bilgilerine sunmuşlardır. Allah razı olsun. Öyleyse, buyurun bazı konuların çarpıklığını!..

"... İskat-ı salât denilen uygulamanın da dinde hiç bir temeli olmadığı halde, uzun uzun nasıl yapılacağı anlatılmıştır. Bir mescidin içi ve arsası mescid hükmünde olduğu, onun için mescidlerde yapılması mekruh olduğu iddiası, hem temelsiz, hem de mantıksızdır.
Aynı şekilde, en faziletli mescid sıralamasında Kabe, Mescid-i Nebevi ve Beytu'l-Makdis'den sonra, sırasıyla en eski mescidlerin, daha sonra da en büyük mescidlerin geldiğine dair ifade de dini temellerden yoksun.

Hele hele recm ve irtidaddan dolayı verilen ölüm cezasının kesin dini temelleri varmışçasına, taşlanarak öldürülenin cenaze namazının kılınıp kılınılmayacağının tartışılması ve mürtedin cenaze namazının kılınmayıp, cesedinin boş bir arazideki çukura gömüleceği iddiası öncekilerden farksızdır.

Bu gün de uygulanmakta olan şekliyle " ölülere telkin verme"nin de hiç bir sağlam dini dayanağı yoktur. Ölünün yakınlarının ilk hafta içinde fakirlere sadaka verip, sevabını ölüye bağışlamalarının Sünnet olduğu iddiası da asılsızdır.

Ölülere Yasin suresi okunmasının sevap olduğu iddiası da temelsizdir. Suda boğulan, ateşte yanan, enkaz altında kalan, veba, taun, ishal, sıtma ve zatülcenb hastalıklarından birisiyle veya akrep sokması ile ölen, nifas halinde veya gurbet elinde veya ilim yolunda veya Cuma gecesinde ölen kimselerle;

Sevabını Allah'tan bekleyen müezzinin ve doğru alış veriş yapan Müslüman bir tüccarın, ailesinin geçimini kazanmak için, hak üzere bir çalışma sonunda ölenin 'şehid' sayılacağı iddiası da son derece çürük rivayetlere ve zorlama te'villere dayalı iddiadan başka bir şey değildir." (islamiyetdergisi.blogspot)

Klasik, gelenekçi kesimler arasında, hala devir, iskat-ı salat merasimleri yerini korumaktadır. Yani, diğer adıyla "Kabultü veheptü, aldım kabul ettim" saçmalığı, ne Kur'an'da, ne de mütevatir hadislerde yer almamasına rağmen, hali hazır tatbik edilir olması bizleri derinden ve içten üzmektedir.

Bir diğer çarpıklıkta Recm ve mürtedin öldürülmesi ifadelerinin yer almasıdır. Oysa, bu tür Kur'an'a aykırı bilgileri, yüce kitabımıza taşıdığımz zaman, muallakta kalacak, haklarında bir delil, bir hüccet bulunmayacaktır..

Eğer, bunların Kur'anî emirler olduğunu ifade eden hoca kardeşlerimiz var ise, onlara "hodri meydan" demekten başka bir söz bulamıyoruz.

Çok şükür, "ölülere telkin verme" saçmalığı bitmek, yapılmamak üzeredir. Eski gelenekçi dostlarımız belki eski alışkanlıklarından ötürü, "ölüye kopya verme" merasimine devam etmektedirler!.. Ne kadar gülünç değil mi?.. Telkinci; cemaatin dağılmasını bekleyecek, ölü ile yüz yüze, göz göze gelecek ki, defni yapılan ölüye kopya vermiş olsun.

Şehidlik makamı da sulandırılmaktadır. Yahu, kardeşim, eğer ölü sahibini teselli edeceksen, doğruları söyle ki, ölü sahibi ibret alsın, kendine bir çeki düzen verip, Kur'anî emirlere göre hayatını dizayn etsin!..

Yoksa; Her ölene bir kılıf bularak "şehit" dersen, ağaçtan düşen şehit, attan düşen şehit, silahını önce çekemeden ölen kişi şehit, kalbi duran şehit vb. bunları çoğaltmak mümkündür.

Ama; şehit olmanın, din, vatan, bayrak, devlet, millet, ülke yolunda ölmenin öylesi bir namı, ünü, şanı bulunmaktadır ki, işte; bu idealler uğruna ölenler şehittir.

Keşke! Başkanlığımızın gücü olsaydı da, ortamı meşgul eden, uyduruk ilmihal kitapları toplanmış, piyasadan çekilmiş bulunsaydı.

Veya, Kur'an çevirileri de dahil, tüm mevcut ilmihal kitapları, Din İşleri Yüksek Kurulumuza sunularak, oradaki hoca efendilerin denetiminden, tetkikinden, tahkikinden geçmiş, onay almış olsaydı, sanırım, yukarıda zikredilen çarpık bilgiler ortamı kirletmeyecek, beyinleri, zihinleri bilgi kirliliği ile dolduramayacaktı.

Maşallah, ülkemizde binlerce, yüzlerce tv kanalı, radyo yayın yapmaktadır. Bilhassa, televizyonlar, para karşılığında " Sırlı dualar" "Zırhlı dualar" kitaplarını ha bire reklam etmekle programlarını şişirmektedirler.

Hele bir de, dua isteyen insanlarımıza, dua eden, hastalıktan kurtarmaya, rüyalarını düzelten kimseler bulunmaktadır ki, bunları gördükçe, utanmamak mümkün değildir.

Cübbeliler mi dersiniz, atının üzerinde "peygamber vekilliği" yapan nice hazretler mi(!) dersiniz, başına sarık takıp, taharet almasını bile bilmeyen zavallı güruhlar mı dersiniz, bunlar bilgi kirliliğine yol açmakta, cahil, cühelanın, okumamışların beyinlerinde fırtınalar estirmektedirler. Allah, akıl, fikir, izan, idrak nasip eylesin. Selam ve dua ile. (Şerafettin Ö.)

ibadet,dua,namaz,muslim
" (Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü " Allah hiç bir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: Öyle ise Musa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kağıtlara yazıp ( istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler ( Kur'an'da) size öğretilmiştir. ( Resûlüm) sen " Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar." (En'âm sûresi, âyet 91 )

" Onlar, ( Bu aciz putları Allah'a ortak koşmak suretiyle) Allah'ın kadrini hakkıyla bilemediler. Hiç şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, çok üstündür." (Hac sûresi, âyet 74)

" Onlar Allah'ı tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun kabzasındadır. Gökler O'nun sağ eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." (Zümer sûresi, âyet 67)

Mevzumuz derin, nazik ve detaylı bir konudur!.. Çünkü, Müslümanlar; çoğu zaman, imani yönden kendilerini kurtarabilmek için, tekkelere, zaviyelere koşmaktalar; ondan, bundan şefaat, yardım isteğinde bulunarak, Allah'ın huzuruna imansız, kafir olarak gitmemeyi istemektedirler.

Kimileri, türbe kapılarında yalvarmakta, kimileri, yatır yatır gezerek, mumlar yakarak, istek de bulunmaktalar, kimileri de, yaşayan, yaşamakta olan pirlere, şeyhlere, üstadlara, gavslara, mehdilere, mesihlere yalvarıp " Beni kurtar" dercesine şefaat, yardım talebinde bulunmaktadırlar.

Bazı Müslümanlar da, kılmış oldukları namazlarına, oruçlarına, haclarına, üç beş kuruş vermiş oldukları sadakalaraç güvenip, imani yönden kurtarıldıklarını zannetmektedirler!.. Keşke!.. Bilmiş olsalardı, cennete bir kişi girecek , kendilerinin olduğunu, cehenneme bir kişi düşecek onunda yine kendileri olduğu ümid ve korkusu arasında yaşamış olsaydı, daha muvafık, daha muteber olacaktı!.. İbrahim Sarmış hocanın ifade ettiği gibi:

"Şüphesiz ölürken kimin mümin, kimin kafir veya münkir olarak öldüğünü ancak Allah bilir. Ama zahire/görünüşe bakarak sözü ve yaşantısı gözler önünde olanların ne oldukları ve onlara nasıl muamele yapacağını da Allah kendisi kitabında belirtmekte ve Resulü açıklamaktadır.

Onun için durumu önce bu açıdan değerlendirmek gerekir. Her şeyden önce Müslümanım dediği veya birileri kendisine Müslüman sıfatını verdiği, bayramdan bayrama yahut cumadan cumaya veya kandilden kandile camiye gittiği halde gaybe inanmadığını, seküler laik yaşamayı tercih ettiğini söyleyen, her yaştan herkesin;

Kur'an'ı öğreneceği bir kursun bulunmasına geçit vermeyen veya dinin şurasına burasına karşı olduğunu veya bu çağda Kur'an'ın haram kıldığı birtakım şeyleri yasaklamanın yahut emirlerini yerine getirmenin veya öğretileriyle hayatı düzenlemenin kabul edilmeyeceğini söyleyen;

Yahut beş vakit namazı kılsa bile Allah'ın kimi nitelik ve yetkilerini yatırlara, erenlere ve başka şeylere veren, hayır ve şer dileklerinde müşriklerin yaptığı gibi onlara dua ederek Allah'a ortak koşan insanların Müslümanlıkla ne kadar ilişkisinin kaldığını gözönünde bulundurmak gerekir.

Yine, cehennemlik olduklarını Kur'an'ın belirttiği cahiliyye müşriklerinde de dejenere olmakla beraber bu kadar, hatta bundan daha çok inanç ve ibâdet motiflerinin bulunduğunu ancak Allah'ın onlar için " Allah'ı gereği gibi anlamadılar/takdir etmediler." ( Şeytan Üçgeni: sayfa 351, İ. Sarmış)

Tüm bu ciddi, önemli, mühim anlatımlardan anlıyoruz ki, aziz İslam ve yüce Kur'an'ın emirleri, parça parça bölünmüş, "Laik anlayış" "Seküler düşünce" "Çağdaş düşünce" " Modern yaşam" vb. kelimelerle bin parçaya bölünmüştür.

Adamcağız, modern Müslüman (!) olduğu için, zaman zaman cuma namazına da gitmekte, ama, akşamları içkisini de ihmal etmemektedir. Kur'anî yaşamı çağdışı olarak değerlendirirken, Batı hayatına, alafrangaya meftun bir insandır.

mümin, kafir, Allah bilir
Yani, biraz Müslümanlık, ama, ekseri gayri müslim adetlerini sinesinde barındırmakta ve yaşamaktadır!.. Tabii ki, ölürken vasiyetide, üç,yedi, kırkının ve elli ikisinin okutulması, lokma dağıtılması, mezarına buket buket çiçeklerin gelmesini arzu etmektedir.

Sene-i devriyelerinde, 20 Yasin veya 40 yasin okutulmasını, ilahilerle bezenmiş bir de mevlidin aksatılmamasını istemektedir. Yani, dünyada iken yaşamış olduğu seküler hayat tarzının, kabir aleminde de devam etmesini arzu buyurmaktadır.

Netice olarak;

Tüm bunlardan anlıyoruz ki, bu tür bir hayat biçimi, tarzı, hali, anlayışı tehlikeli, boş, saçma bir anlayıştır. Böyle bir şekilde ölenin Allah'tan rahmet, şefaat beklemesi biraz da gülünç olmaktadır değil mi?

Oysa, İslam ve Kuran Müslümanlığı bir bütündür. Kur'an'ın; bütün ayetleri birbirlerini tamamlamakta, biri diğerinden uzak kalmamaktadır. (Siyak ve sibak açısından da öyledir)

Ayrıca, Kuran Müslümanlığı dünyada yaşanmak, hayata hakim olmak için emredildiğine göre, bu emirlerin milyonda birini yapmakla nereye varacağımızı, ne olacağımızı ancak Allah bilmektedir.
Halbu ki, insanoğlu, aklını, iradesini, mantığını kullanarak, dünyaya niçin geldiğini, ne yapmak istediğini bilmiş olsaydı, mes'ele kendiliğinden anlaşılmış, açıklığa kavuşmuş olurdu.

Müslüman kişi müslüman insandır. Biraz İncilce, biraz seküler, biraz maddeperest, biraz şeyhçi, biraz türbeci bir yekilde yaşaması, buna da kamil iman demesi mümkün değildir.

Rabbimiz!.. Bizleri, Allah'ın emrettiği şekilde yaşayan kullarından eylesin.. Selam ve dua ile.

rüşvet,şehvet,şöhret hastalığı
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu sevmez." (Tevbe sûresi, âyet 24)

Bu ayeti kerimeyi günümüze taşıyabildiğimiz gibi, bir de Resulullah (sav) dönemine taşıyor ve şu izahta bulunuyoruz:

Malum olduğu üzere, Resûlullah (sav), Mekke'yi fethettikten sonra on iki bin kişilik bir ordu ile Tâif'teki Hevâzin ve Sakîf kabilelerinin üzerine yürüdü.

İslâm ordusunun çokluğunu gören bazı Müslümanlar, "Bu ordu artık yenilmez" şeklinde ileri-geri konuşarak kendilerini büyük, yenilmez, baş edilmez şeklinde görmüşlerdi.

Fakat Huneyn vadisinde kendilerinden çok daha az bir müşrik ordusu ile karşılaşınca bozguna uğradılar. Çünkü onlar çokluklarına güvenmişlerdi. İşte, bu ayeti kerime bu hususu izah etmektedir. Çokluk, çoklukla böbürlenmek, gurura kapılmak, üstünlüğü kendilerinde görmek ne kadar yanlış değil mi?.. Şu ayeti kerime de, mes'eleyi daha güzel açıklığa kavuşturmaktadır!...

"Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sap sarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir." (Hadîd sûresi, âyet 20)

Yüce Kur'an'ın bu ayeti kerimesi dünya hayatını, süsünü, malını, emlakini, maddesini ne güzel izah etmiştir değil mi? Dünya ve ahiret hayatının mukayesesinin yapıldığı bu âyette, özellikle, dünya hayatının aldatıcı tarafları izah edilmiş, onlardan kaçınılması, onlara tapınılmaması tavsiye edilmiştir.

Çünkü dünya ve dünyadakilerin boş yere yaratılmadıkları muhtelif ayetlerde açıklanmıştır. Dünya hayatı kötü değildir. Ne zaman kötüdür? Ölüm unutulduğu, ahiret geri plana atıldığı, dünya hayatında amelsizlik, eylemsizlik yaşandığı zaman kötü ve berbattır.

Diğer taraftan kötü olan onu Allah'a ve Peygamber'e itaate yöneltmemek; uhreviyyeti ve insanlığı unutup, Karun'a özenmek, Firavunlaşmak ve sadece dünyaya ve dünyanın fenalıklarına kapılmaktır.
"İslam'ın dünya hayatına bakışını hiç bir şey bu ayetlerin oluşturduğu kompozisyon kadar güzel anlatamaz. Ama bu ayetlerin verdiği mesajı bir cümle ile özetlemek gerekirse, geçmişte görüldüğü gibi günümüzde giderek artan " dünyevileşme" risk ve tehdidinden bahsettiğini söylemek mümkündür.
Diğer bir ifadeyle Kur'an bu ayetlerde Müslümanın Allah'ı ve ahireti unutarak veya bir tarafa bırakara, dünya hayatına ve lezzetlerine dalıp gitmemesini, dünya-ahiret dengesini kaybetmemesini, dünya hayatına olan mesafe bilincini yitirmemesini, ahiret karşısında dünya hayatını tercih etme hatasına düşmemesini istemektedir, yoksa ondan istediği, dünya hayatı karşısında kategorik olarak toptan bir tavır alması elbette değildir.
Hele dünya hayatına tamamen cephe almak anlamında bir ruhbanlık veya inziva anlayışını bu ayetlerden çıkarmak asla mümkün değildir.

Fakat bu ayetlerin bir husus vardır ki, küresel kapitalizmin, tüketim kültürünün ve çılgınlığının, " olmak" tan ziyade " sahip olma"nın ve " hedonizm ( zevkçilik)"in giderek yaygınlaştığı günümüz İslam dünyasının geleceği bakımından hayati bir önemi haiz olduğunda kuşku yoktur.

Sözünü ettiğimiz bu husus, İslam'ın değerlerini, Kur'an'ın yukarıdaki ayetlerde ifadesini bulan öğretisini unutarak, yok sayarak, görmezlikten gelerek; dünya hayatı, makam-mevki, para-pul, servet, güç, iktidar, şöhret peşinde koşmak, " masa-kasa-nisan" tutkusuyla " şehvet-şöhret-rüşvet" Şeytan üçgenine sıkışmak;
Dünya hayatına " tutulmak", onun esiri ve kölesi olmak, sonuçta da Allah'ı, ahireti ve hesabı unutmak şeklinde özetlenebilr ki, günümüzde İslam dünyasını ve Müslümanları bekleyen en büyük risk, tehdit ve tehlikenin bu olduğunu asla unutmamak, bu meseleyi sürekli gündemde tutmak;
Bu konuda Müslümanlara Kur'an'ın yukarıdaki ayetlerini daima hatırlatmak ve bu suretle dünya hayatına karşı bir denge ve mesafe bilinci oluşturmaya çalışmak, günümüzde Müslümanlara düşen en önemli görevlerin başında yer almalıdır.

Aksi takdirde gelecekte dünyevileşmiş, sekülerleşmiş, içeriksizleşmiş bir İslam ortaya çıkacaktır ki, bunun Allah ve Resulünün İslam'ı olamayacağını, olsa olsa Batılı sömürgecilerin istediği türden sulandırılmış, ılımlı ve uysallaştırılmış bir " kapitalist Müslümanlık"la sonuçlanacağını kestirmek pek de zor olmasa gerektir." ( Ahir Zaman İlmihali, M. H. Kırbaşoğlu, sayfa 296-297)
Netice olarak;

Nice nice densiz insanlar görmekteyiz, şahit olmaktayız ki, düğünlerde, nişan törenlerinde havaya kurşun atma sonucunda, yine masumların canları yanmakta, hanelere figan düşmekte ve kurşun atan dengesizlerde durduk yere ceza evine girmektedir.


Yüce İslamın İstismar Edilmesi

Doğu bölgemizde, Güney de bazı düğün merasimlerine şahit oluyor, seyrediyoruz ki, utanmamak, haya duymamak mümkün değildir!.. Aç bi ilaç, ayakkabısız, ekmeksiz, aşsız, mağdur, mazlum insanlar bulunurken, bir kısım akılsız, beyinsiz insanların tüfeklerle, rast gele silah sıkmaları şuursuzluk, densizlik değil de nedir acaba?

Dünyevileşmek, dünya saltanatına tapınmak, korkunç bir haldir!.. Meyhanelerde, gazinolarda, pavyon bataklıklarında, tüketilen içkiler, kırılan tabaklar (şimdilerde azaldı) yakılan elbiseler, insanları tiksindirmekte ve lanet ettirmektedir. Ümit ederiz ki, şehvet, rüşvet, adam kayırma hastalıkları tamamen yok olur. Selam ve dua ile.

gösteriş için ibadet yapanlar, riyakarlık
" Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir." ( Bakara Sûresi, âyet 262 )

" Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur." ( Bakara sûresi, âyet 263 )

" Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kafirleri doğru yola iletmez." ( Bakara sûresi, âyet 264 )


Zikredilen ayeti kerimelerden anlıyoruz ki, düşkünlere, miskinlere, garibanlara, fakirlere, öksüzlere, yetimlere, dullara, yolda kalmışlara, borçlu insanlara ve tüm mağdurluğu yaşayanlara, hayır hasenat yapma önemle, ciddi şekilde teşvik edilmiş, ancak tüm bu kesimlere hayır, hasenat ve yardı yaparken kalp kırılmaması, eziyet edilmemesi ve yapılan iyiliklerin başa kakılmaması, her türlü gösterişten kaçınılması emredilmiştir. Aksi takdirde, yapılan tüm yardımdan, hayırdan fayda ve sevap yerine karşılık olarak günah ve azap görülmesi de meselenin cabası olacaktır.

"Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba dûçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!" ( Nisâ sûresi, âyet 38 )

Here türlü hayırların sadakaların, zekatların ve diğer infakların nasıl verilmiş olduğunu görmek, müşaade etmek için toplumun içerisine karışmak, bizzat çıplak gözle görmek lazımdır. Maalesef, öylesi insanlar bulunmaktadır ki, zekat verirken, zaten tam tamamına göre vermez, elinin kirini verircesine, kenarda, köşede kalmış atıkları, artıkları verirken bile, yardım almakta olan fakire hor gözle bakıp, iğrenircesine, tiksinircesine, gözünün içerisine sokarcasına verdiklerini bilmekteyiz. Yazıklar olsun!..
" ..Namaz kılarken medyaya verilen/yansıtılan pozlardan, politik amaçlı Cuma ve bayram namazlarına, yapılan konuşmalarda ve verilen beyanatlarda dinî içerikli ifadelere yer vermeye özen göstermeye, çeşitli vesilelerle mushafı öpmeye, hacca ve umreye gitmeye varıncaya kadar bir dizi uygulama bu konuda sık ve en fazla görülenleridir.

Benzer şekilde medyatik kişilerin, zengin sosyete çevreleri, iş ve sermaye çevreleri, futbolcu, şarkıcı, artist, vb. magazin dünyasının aktörleri de benzer bir yol izledikleri sık sık görülmekte, medyaya yansımaktadır.

Bu gibi gösteriş dindarlığının sadece "dindar" kabul edilmeyen çevrelere mahsus olduğu da zannedilmemelidir. Bilakis kendilerini kelimenin tam anlamıyla "dindar" olarak gören ve nitelendiren çevrelerde de benzer gösteriş ve riya uygulamalarına- hem de bol bol rastlamak hiç de zor değildir.

Bu kategoride yer alan örneklerin en tipik olanları, tasavvuf ve tarikat çevrelerinde görülen bir takım uygulamalardır. Âdeta "bana bakın, ben ne kadar da dindarım", hatta "siz benim kadar dindar olamazsınız" mesajı verircesine, başa sarılan sarıklar, giyilen uzun cübbeler, uzatılan sakallar, ellerde taşınan koca tesbihler- ki;
Bunların kişinin dindarlığını gösterme adına zati hiçbir değeri yoktur- tam bir gösteriş havasıyla ve başkalarının bakışlarını celp edecek şekilde sergilenmekte, ama bu gösteriş esnasında, tasavvufta asıl olanın, " mahviyet" yani kişinin kendisini ve Salih amellerini gizlemesi olduğu unutulmaktadır.

dinin özü samimiyettir
Benzer bir durum, imam-hatiplerimiz, mevlidhanlar ve kurrâ için de söz konusudur. Zira cemaat önünde - namazda veya namaz dışında olsun Kur'an tilavet edenler, genellikle okuyuşlarında cemaatin beğenisini kazanma gayreti içerisinde olabilmektedirler.
Bu yüzden de yaygın olarak görüldüğü üzere birtakım aşırılıklara ve " Okunan Kur'an mı, yoksa başka bir sanat eseri mi?" diye insanın kendisine sormadan edemediği " teğanni" gayretkeşliklerine düşmek durumunda kalmaktadırlar.

Bu yaygın gösteriş uygulamaları karşısında ise, "Kur'an bunun için mi indirildi?" sorusunu sormak adeta kaçınılmaz bir hale gelmektedir.  Keza İslam ülkelerindeki İslam'ı bir dünya görüşü olarak samimi bir şekilde benimsediği hayli kuşkulu olan bir takım yönetici tabakalarının ve sermaye çevrelerinin yaptırdıkları hayır hasenatı büyük boyutlardaki kitabeler, gazetelerdeki büyük punto ilanlar ve haberler ile duyurma konusundaki gayretleri de bu kategoride değerlendirilebilir.

Hâsılı Allah'ın bilmesiyle yetinmeyip, kulların da hatta sadece kulların bilmesi için yapılan birtakım amellerin, gösteriş ve riya kapsamında değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. 
İşte Kur'an, Allah'ın rızasına kulların rızasını ve beğenisini karıştıran, hatta Allah'ın rızasını da devre dışı bırakan bu gibi uygulamaların, Müslümanlara değil, kâfirlere yaraşır davranışlar olduğunu açıkça ifade etmekte ve bu gibi yanlışlardan sakınmaya davet etmektedir." ( Ahir Zaman İlmihali, Prof. Dr. M. H. Kırbaşoğlu, Sayfa: 287-288 )
Netice olarak;

Nice Müslüman insan tanımaktayız ki, gece kalkıp kılmış olduğu bir kaç rekat namazı, gündüzleyin, arkadaşlarına duyurmak, reklam yapmak için kıvrım kıvrım kıvrandıklarını müşaade etmiş insanız. 

Veya, bir fakire vermiş olduğu üç-beş kuruş zekatı, toplum içerisinde ilan etmek, ona, buna reklam yapmak için, yine tuhaf davranışlar içerisinde bulunduklarını görmüşüzdür.

Adamcağız, nafile oruç utar. Tutmuş olduğu nafile orucu birilerine duyurmak, öğünmek, böbürlenmek ve duyurmak için neler yapılmakta neler!..

Veya, çenesinde uzun sakalı, sırtında cübbesi ile, elinde üç çeki tesbihi ile nasıl havalara giren zavallılara şahit olmaktayız, arkasından bakıp biraz da tiksintiyle bakmaktayız onlara.

Üç beş kuruşu birilerine yardım yapmakta, arkasından istemektedir ki, yardım yapmış olduğu kişi, ölünceye kadar bu yardımından dolayı kendisine " eyvallah" etsin, " el pençe" divan dursun!.. Hasılı,

Tüm bu eleştirilerden şunu çıkarmalıyız!.. Hayır hasenat, yapılan iyilikler, birilerinin görmesi için değildir. Namazlarımız, oruçlarımız, nafile ibadetlerimiz de birileri bilsin için hiç değildir!.. Tamamı, hepsi, kulluk içindir, " Allah bilsin" içindir.. Selam ve dua ile..

Allah bana yeter
"Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kur'an'ı devre dışı tuttular." (Furkan sûresi, âyet 30)

Bu ayeti kerimeyi her ne zaman ki, okusam, üzerinde durarak düşünsem çok çok rahatsız olmakta ve kalbi olarak azap çekmekteyim!..

Zaten, bu tedirginlik duyma, vicdanen eza, cefa duyma bana has bir tutum değildir. Hangi İslam fikir adamını okusam, hangi Kur'an insanına rast gelsem onlarında bu mevzuda rahatsız olduklarını, için için yandıklarını, hayıflandıklarını okumaktayım: Onun içindir ki;

Merhum İkbal şöyle diyordu:

" Eğer biz İslam'ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her şeyden önce bizim İslam'ı temsil etmediğimizi söylemek borcundayız."

Hakikaten, bu muhteşem sözden dolayı merhum İkbal'i rahmetle, dua ile anmamak mümkün müdür?.. Ömrünü İslam davasına, Kur'an Müslümanlığına adamış İkbal, Müslümanların dökülmüşlükleri, geleneğe teslim oluşları karşısında sürekli sitem etmiş, vefatına kadar da hiç dur durak bilmeden bu uğurda çalışma yapmıştır.

Mes'ele; İkbal'le bitmemiş, bir diğer İslam büyüğü olan M. Abduh da aynı serzenişlerini dile getirmiş, hiç bir kimseden ürkmeden, korkmadan, günün şartlarını, klasik düşüncelilerin her türlü baskısını, cebirlerini nazara itibare almadan konuşabilmiştir:

İslam denince akla problemler, çıkmazlar ve çelişmeler geliyorsa, bunun sebebi İslam değil Müslümanlardır. Müslümanların bu asırda Kur'an'dan başka imamları yoktur. Ezher'de okutulan ve benzeri kitaplar var olduğu müddetçe, bu ümmet ayağa kalkamaz. Ümmeti kaldıracak ruh, ilk dönemde hâkim olan Kur'an ruhudur. Kur'an dışında her şey , Kur'an'ı bilmek ve yaşamak arasına konmuş engellerdir.

Alem-i İslam'ın üzerine bir kâbus gibi çökmüş karanlıklar, hurafeler, bidatler ve her türlü uyduruk meseleler dururken, Kuran Müslümanlığından bahsetmek, yaşanıyor demek mümkün müdür?

Karanlık ruhlar, efsunlaşmış beyinler; kendi indi görüşlerini, düşüncelerini yaşatmak için sözle kalmamakta, meseleyi fiiliyata dökerek, sokaklara çıkmaktalar, icbar, zorbalık, vurma, kırma, insan öldürme işlerine başlamış bulunmaktadırlar.

Kendi sahte, uyduruk, Kuran dışı düşüncelerinin hakim olması için, devlet içerisinde darbeye teşebbüs etmekteler, yüzlerce insanın ölümüne sebep oldukları gibi, binlerce kişinin de yaralanmasına, sakat kalmasına sebep oldular. Tüm bunlar niçin olmaktadır? Sadece, kendi egoları, kaprisleri, enaniyyetleri ve ceplerini dünya malı ile doldurma hareketleridir.

İslami aydınlanma ekolunun yine büyüklerinden biri olan M. Akif bakınız ne demektedir:

"Eğere İslam'dan maksat Kur'an'sa, ortada İslam diye bir şey olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü Kur'an bugün göklere çekilmiş ve yeryüzündeki İslam'ın onunla ilgisi kalmamıştır."

 Şu alıntımızı birlikte okuyalım:

"Geniş halk kitlelerinden birçok İslam düşünürüne kadar pek çok kişi, bugün İslam adına sergilenenlerin düzeltilmesi gerektiğini düşünüp gerçek İslam'ın bunlar olmadığının anlatılmasını istemektedir.
Bu hareket popülist bir hareket de değildir. Yani bu hareket, sadece geniş kitleler Müslüman olsun, insanlar İslam'ı sevsin diye ortaya çıkmamıştır.

Bu hareket, bugün sergilenen manzaranın Allah'ın diniyle, Allah'ın dininin tek kaynağı Kur'an'la çelişmesi yüzünden oluşmuştur. Amaç, insanların beğeneceği dinin değil, Allah'ın istediği dinin oluşturulmasıdır.
Sonuçta Kur'an'ın anlattığı din, insanların daha rahat yaşayabileceği, daha rahat uygulayabileceği, daha çok sevgi ve tolerans dolu bir yapıdadır.
Bu yüzden de katı detaycı kurallardan sıkılan, ayrıca akla ve vicdana uygun bir dine özlem duyan bir çok insanca kolayca benimsenebilmektedir.

Fakat ana gaye insanların beğenisi değildir; insanların beğenisi, ana gaye gerçekleşirken ortaya çıkan sonuçlardan birisidir. Amacı insanların beğenisi olan bir hareket, dini Allah'ın istediği; şahsi, kültürel görüşler ve siyasal amaçlar çerçevesinde şekillendirir. Allah'a ait olmayıp sübjektif olan, yani insani olan hiçbir şey din olamaz." (Uydurulan Din ve Kur'an'daki Din, sayfa 46 )

Netice olarak;

Alemi İslam'ın, dünya Müslümanlarının değişmesi, zihinlerde yep yeni bir inkılap yapması lazımdır.. Şu ana kadar, 21. asra kadar yaşamış olduğumuz, içerisinde boca olduğumuz tüm geleneksel uydurmalar, hurafeler bitirilmelidir!..

Diğer taraftan, tarikatçılık, mehdicilik, mesihcilik, efendi hazretlerciliği, gavslık, kutupluk,, ermişlik, üstadlık, ağabeycilik vb. her türlü uyduruk oluşumlar, yapılanmalar sorgulanmalıdır.

Sigaya çekilmezse ne olur? Olacağını milletçe yaşamış olduk. Kan döküldü, insanımızı yaraladılar. Nice nice haneler söndü, ocaklar tütmez oldu. Niçin ve ne uğruna oldu tüm bunlar?

Peygamber vekilliği, Allah'ı görme hastalığı ve benzeri safsata ve halkı kandırma eylemleridir. Tüm bu sapkınlıklara, sapıklıklara "dur" diyebilmek için, Müslümanları bilinçlendirmek, Kur'anî emirlerle eğitmek, irşad etmek gerekir..

Rabbimiz!.. Tüm dünya Müslümanlarına yardımını esirgemesin!.. Selam ve dua ile..

gerçek şeriat inancı nasıl olmalıdır
"Hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisâ sûresi, âyet 82)

Ayeti kerime hakkında kısa bir yorum yapacak olursam; Aziz kitabımız Kur'an'ı Kerim; hem ifade bakımından, hem anlam ve hüküm bakımından bir bütünlük arzetmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz.

Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Aziz Kur'an'ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği anlam, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden taa ebediyyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük, sıhhat ve uyum arzetmektedir.

Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit etmek bile, Kur'an'ı Kerim'in insan eseri olmadığını, Allah'tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.

Yüce şeriat; tüm insanlığı kaostan, kabustan, bunalımdan ve buhrandan kurtarmak için emredilmiş bir mukaddes emirler bütünüdür. Yeryüzünde, adaleti, özgürlüğü, eşitliği, hakkaniyeti, doğruluğu, özgürlüğü, insanca yaşamayı, Allah'a ve Resulüne itaatı emretmek için gelmiştir.

Diğer taraftan, her türlü pisliği, nefreti, sevgisizliği, düşmanlığı, husumetleri, cedelleşmeyi, hırsızlığı, fuhuşu, faizi, rüşveti, insan hakları ihlalini vb. yasaklamaktadır.

Lakin; gelin-görün ki, İslam'ın düşmanları hiç bir zaman boş durmamışlar, basını ile, yayını ile, oryantalistleri ile, müsteşrikleri ile asırlardır çalışmışlar. nihayetinde ise, başarılı olmuşlardır.

Kendi dindaşımız bile, aynı safta beraber namaz kılmış olduğumuz inanan kardeşlerimiz bile, şeriatı bir öcü, tehlikeli bir fikir, kelle uçuran, insanları taşa gömen (recm), dininden dönenleri (mürted) öldüren, hırsızlık yapan insanların ellerini kesen bir din olarak bilmekte ve öylece inanmaktadır.

"Maalesef günümüzde yaygın olan telakkide şeriat, İslam'ın değerlerinin en yüce ifadesi olan Şeriat olmadığı gibi, ilk asırlarda olduğu gibi bir tarihi inşa çabası değil, sadece " İslam tarihinin bir ürünü" haline getirilmiş durumdadır.

Dolayısıyla İkbal'in de haklı olarak eleştirdiği gibi, ulemanın tarihte kendi şart ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya koydukları yorum ve ictihadların, " şeriat" etiketiyle, hem de hikmet ve amaçları göz ardı edilerek sadece donmuş ve kabuk bağlamış bir malumat yığını şeklinde piyasaya sürülmesinden ibarettir.
Garaudy'nin ifadesiyle Şeriat, aslında gürül gürül akan ve aktığı topraklarda etrafına hayat veren bir pınar iken, durgun ve yosun tutmuş bir su birikintisi haline getirilmiştir.
Buna bağlı olarak ta, bu durgun suyun önünün açıp akmasını sağlayacak, akmaya başlayan bu suyu besleyecek yeni kaynaklar keşfetmeyi mümkün kılacak olan " ictihad-tecdit" mekanizması ise devre dışı bırakılmıştır.

Bu ise, gerçekte Şeriat'ın bir yasa, bir kurallar bütünü değil, yasa üstü bir ahlak, hatta " Hakikat, Tarih ve Metot" hem de dinamik ve yenilenmeye açık bir metot olduğunu göz ardı etmenin bir sonucu idi.

Halbu ki şeriat, Allah'ın buyruğunun hem beşeri aklın ışığında " keşfedilmesi" , hem de " ahlak kurallarına uygun bir şekilde" bu buyruklara tabi olmak demektir.

Bu sebeple Şeriat, hem bir doktrin, hem de bir yoldur, İslam'ın tarihteki epistemolojisinin ve metodolijisinin adıdır. Daha özlü bir ifadeyle Şeriat bir " eylem ahlakı"dır.

İşte Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin Batılı devletler tarafından yıkılması ve parçalara ayrılmasıyla, hatasıyla sevabıyla fıkhın/şeriat hukukunun Ümmet'in tamamını kapsayacak şekilde uygulandığı yaklaşık on dört asırlık süreç de sona ermiş oldu.

Bundan sonra Ümmet bir siyasi birlik olmaktan çıkarıldı ve küçük parçalar halindeki ulus devletlerden bazılarında şeriat hukukunun kapsamlı olarak uygulanmasına çalışılırken, bazı İslam ülkelerinde sadece şahıs hukuku ( ahval-i şahsiyye) alanındaki uygulamayla yetinilmektedir.

Bu gibi uygulamalar yanında, adalet ve hukuk alanında İslam hukukuna hiçbir şekilde yer vermeyen ve vermemeye özen gösteren, hatta hukuk sistemini tamamen Batı'dan koplayayıp adapte edenbazı İslam ülkeleri de söz konusudur." ( Ahir Zaman İlmihali, Prof. Dr. M. H. Kırbaşoğlu, sayfa 406-407 )

Hal böyle iken, İslam düşmanı, Şeriat karşıtı emperyal ülkeler, uluslar ileri-geri konuşabilir de, bizim insanlarımıza, beş vakit namazlı, haclı, oruçlu, zekatlı insanlara ne olmaktadır ki, şeriatı bir öcü, bir gerilik, bir gerici hükümler olarak bilmekte ve İslam'ın düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedirler!..

Oysa, Şeriat'ı bilmiş öğrenmiş, tanımış olsaydık, vallahi!.. Bu muazzam hükümlerin, ne kelle kesmek, ne el kesmek, ne suçluyu taşa gömmek olduğunu bileceklerdi. Aynı durumu, Asr-ı Saadet dönemine götürmüş olursak; o dönemde kaç kişinin eli kesilmiş, kaç kişi taşa gömülmüş, hangi insanın özgürlüğü kısıtlanmıştır?

Eminim ki, bir gün gelecek ki, tüm insanlık; Batısı ile, Doğusu ile, herkes her kesim, bu aziz şeriatı arayacak, inceleyecek, araştıracak ve " Bulduk!.. Bulduk!" diye dört elle sarılacaklardır.  Tabii bunu derken, Şeriatı konuşturacak, mükemmel din alimlerine, ulemalarına ihtiyaç bulunmaktadır!.. " İctihad - tecdid" kapısını kapatmayan, bilginlere gereksinim bulunmaktadır.

Netice olarak;

İşte, o zaman görülecektir ki, tüm Müslüman kesimleri, Batı kapılarında, oryantal yuvalarında medet, yardım beklemeyecektir!.. Bilinecektir ki, şeriat sistemi, ne el kesme, ne kelle koparma, nede özgürlükleri kısıtlama olarak değil, sevgi, saygı, merhamet, evrenseli kucaklama, kadını kurtarma, erkeği insan olarak tanıma şeklinde anlaşılacaktır!..

Günümüz dünyasında, İslam'ın bir hayli birikmiş sorun ve soruları, cevabı verilmemiş problemleri bulunmaktadır!.. Kos koca Osmanlı; bu mevzuda bu kapıyı kapattığı için, " İctihad" alanında sınıfta kalmış olduğu için, tökezlemiş, hala da bir türlü belini doğrultma çalışması yapmamaktadır!..

Çünkü, klasik, gelenekçi, atalarcı zümreler, azınlıkta da olsalar, " İctihad" dendiği zaman, uyuz yarasalar gibi küplere binmekteler, kıçlarına nişadır sürülmüş gibi, avazeleri çıktığı kadar bağırmaktadırlar!.. " Din elden gidiyor" " dinde reform yapıyorlar" vb. ahlaksızca tutumları ile, dini çalışmaların önünde set oluşturmaktadırlar..

Örneğin, 15 Temmuz 2016 eşkiyalığının altında yatan etken nedir?.. İşte, bu korkudur!.. Diğer zümrelerde, cemaatlerde, aynı tasayı, aynı kaderi paylaşmakta, Şeriatın; millet tarafından anlaşılmasından korkmaktadırlar..

Rabbim!.. Bu konuda milletimize, basiret, fehim, bilinç nasip eylesin!.. Selam ve dua ile..

hurma,üzüm,zeytin,bal,çörek otu,süt,incir
Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de insanların istifadesine sunulmuş binlerce çeşit nimetlerden örnekler verilmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav) tarafından rivayet edildiği bildirilen bazı Hadis-i Şeriflerde bu nimetlerin insan sağlığına faydalarını ve sağlıklı yaşam önerilerinden öğütler bulunmaktadır. Bu yazımızda sizler için Kuranda ve Hadislerde adı geçen yiyecekler ve bunların insan vücuduna yararlarını geniş bir şekilde ele alacağız.

"İşte insan yemeğine baksın. Biz, suyu nasıl akıttıkça akıttık. Sonra yeri öyle bir yarışla yardık ki. Böylece orada taneler yetiştirdik. Ve üzümler ve yoncalar. Ve zeytinler ve hurmalar. Ve ağaçları iç içe olmuş (dalları birbirine girmiş) bahçeler. Ve meyveler ve mer'alar (otlaklar). Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için)." [Abese Suresi 24-32. Ayetler]

İlk olarak Abese Suresi'nin bu ayetlerinde bulunan üzüm, zeytin ve hurmayı detaylıca inceleyelim. Kuranda adı geçen Hurma, Üzüm ve Zeytin için hadisler eşliğinde sağlık açısından faydalarını açıklamaya başlayalım. Daha sonra yine Kuran'da adı geçen diğer yiyecekler; Bal, Süt, Çörek otu ve İnciri de inceleyeceğiz.

HURMA

hurma
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in en sevdiği meyvelerden biri olan Hurma, insan vücudunda pankreas bezinde insülinin düzenli olarak sağlanmasına yardımcı olur ve böylece kanda bulunan şeker miktarını dengeler. Ayrıca hamile kadınlarda doğumun gerçekleşmesine yardımcı olur. Bu durum Kuranda Meryem Suresinde şöyle belirtilmiştir;

Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: “Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.” Altından (bir ses) ona seslendi: “Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır.” Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.” Artık, ye, iç, gözün aydın olsun… (Meryem Suresi, 23-26)

Hurma içerdiği yüksek miktarda şeker oranıyla insan vücuduna dirayet ve enerji açısından büyük fayda sağlar. Hamile kadınların doğum öncesi şekerli ve enerji verici gıdalar tüketmesinin teşvik edilmesinin sebebi de budur. Doğum sırasında enerji kaybı yaşayan kadınların doğumunun daha kolay olması açısından hurma yemesi çok fayda sağlayacaktır. Ayrıca loğusalık döneminde süt hormonlarını harekete geçirerek anne sütünün artışını sağlamaktadır.  Lif bakımından çok zengin olduğu için bağırsakların çalışmasını düzenler böylece kabızlığın (konstipasyonun) birebir ilacıdır. Aynı zamanda yüksek lif sayesinde kötü kolesterol olan LDL’nin düşmesine neden olur. Ayrıca bağırsak kanserine yol açabilecek biyokimyasal maddelerin azalmasına yardımcı olur. Yüce rabbimiz Allah, Meryem'e doğum sırasında hurma vermesindeki mucizeye de bu yöneden bakabiliriz.

Hadisler'de Hurma

Peygamber Efendimiz, “Kadınlarınıza loğusa döneminde hurma yediriniz. Kim loğusalığında hurma yerse onun çocuğu akıllı ve ağır başlı olur” diyor. Çünkü hurma Hz. Meryem’in loğusalığındaki tek yemeğiydi

"Doğum yapan (lohusa) kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler için ise bal gibi şifa yoktur."(K. Ummal, 10/28279; K. Hakayık, 2/158.)

ZEYTİN

zeytin
Kuran-ı Kerim'de zeytin için; "Yine sizin için Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç meydana getirdik ki bu ağaç hem yağ (zeytinyağı) hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir" (Müminun Suresi, 20. ayet) şeklinde bizlere öğütlenmiştir.

Peygamberimiz de "Sizlere zeytinyağı tavsiye ederim. Hem yiyiniz hem de onunla yağlanınız. Zira zeytinyağı bas­ur hastalığı için şifadır” (C. Sağir, 2/54, K. Ummal, 10/28295.) şeklinde bizlere zeytin ve zeytin yağının önemini belirtmiştir.

Zeytin ve zeytinyağı, kalp dostudur. Zeytinyağı kalp damarlarını korur ve onları besler. Meme kanserinin oluşumunun önlenmesine yardımcı olur. Kötü kolesterolü düşürür ve damarların daralmasını önleyen bir takviyedir. Ayrıca antioksidan özelliği bulunmaktadır.. Damar sertleşmesini engelleyen polifenol içerir; özellikle bu madde ilk sızma zeytinyağında vardır. Mide kanserine yakalanma oranını düşürür. Ayrıca anne sütünün artmasına da yardımcı olur.

ÜZÜM

üzüm
Kuran-ı Kerim'de adı en çok geçen yiyeceklerden biri de üzümdür. Üzümün, Kuran-ı Kerimde tam on bir yerde adı geçmektedir. Üzüm, bağırsakların çalışmasına yardımcı olur, hazım sorunlarının giderilmesine yardımcı olur ve kabızlığı önler. Hemoroit hastalığına, böbrek taşlarının düşürülmesine ve eklemsel ağrılara faydalıdır.

Peygamber Efendimiz, üzüm için "Kuru üzüm ne güzel gıdadır. Sinirleri kuvvetlendirir, yorgunluğu giderir, ağız kokusunu güzelleştirir, gönlü hoş eder, üzüntü ve kederi giderir” (C. Sağrir 2/53'ı F. Kadir 4/340.) buyurmuşlardır.

Karaciğer, dalak, mide ve bağırsakları güçlendiren üzü­mün sabahları aç karnına yenmesi tavsiye edilir. Zihni açıcı ve hafızayı kuvvetlendirici özelliği bulunmaktadır. Son yıllarda üzüm çekirdeğinin faydaları üzerinde çalışmalarda yapılmaktadır.

SÜT

süt
"Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz." (Nahl Suresi 16. Ayet)

Peygamber Efendimiz, süt için "İyi, güzel gı­da" (E. Muaymvr- 127 b., 130 a.) demiştir. Ayrıca "İnek sütü ile tedavi olunuz! Çünkü ben yüce Allah'ın bunda şifa yarattığı kanaatindeyim. Zira inek her çeşit ottan otlamaktadır" (K. Ummal, 10/28280; Edeviyye, s. 35.) şeklinde öğüt vermiştir.

Sütün bilinen pek çok faydası bulunmaktadır.. Evham, vesvese, keder gibi ve lüzumsuz hayal gibi hastalıklara karşı fayda­ sağlar. Süt, balla karıştırılarak içilirse iç organları temizleme özelliğine sahiptir. Şekerle birlikte içilirse cildi güzelleştirir. Bağırsakların çalışmasını kuvvetlendirir. Meniyi arttırır. Vücudun temizlenmesine yardımcı oluır. Zekâyı kuvvetlendiri özelliği vardır. Süt ve süt ürünleri kilo alımına yardımcı olur. Nekahet dönemindeki emzikli kadınlara tavsiye edilir. Bitkinlik, halsizlik ve yorgunluk du­rumlarında çok iyi bir destekleyici besin olarak fayda sağlar.

Karaciğer, dalak ve mide için iyi gelmeyebilir. Gaz ya­pabilir. Bu olumsuz etkiler daha ziyade süt enzimlerine duyarlı olan­lar için geçerlidir. Süte alerjisi bulunmayanlarda bu olumsuz etkiler görülmez. Süt ve süt ürünleri alerjisi immünolojinin, önemli bir çalışma konusudur. Süt alerjisi farklı tedavi yön­temleri, destekleyici ilaçlar ve tamamlayıcı tıp yöntemleriyle tedavisi bulunmaktadır.

BAL

bal
"Rabb'in, bal arısına 'dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yavru yap, sonra her çeşit bitki­den ye, sonra da -bal yapman için- Rabb'inin gösterdiği yol­lardan boyun eğerek yürü!' diye öğretti. Onların karınların­dan renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlar için şifa vardır. Düşünen bir millet için bunda ibretler vardır"( Nahl Suresi, 69. Ayet)

Peygamber Efendimiz buyuruyor: “– Üç şeyde şifa vardır: Bal şerbeti içmekte, kan aldırmakta ve dağlama yaptırmakta, fakat ben dağlamayı sevmem. Bal, bütün hastalıklara şifadır. Çünkü yetmiş peygamber onun şifası ve bereketine dua etmişlerdir.”

Yine Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyuruyor: “Her ayın üç günü sabah bal yiyen kimseye büyük bir hastalık gelmez, felçten uzak kalır.”

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- anlatıyor: Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur: “Bir kimse her ayda üç gün şafak vakti aç karnına bal yese o ay içinde hastalıklarla ilgili belalardan ve afetlerden emin olur.”

Ayrıca balla ilgili pek çok hadis vardır. Bunlardan bazı­ları şöyledir:

"Şifa iki şeydendir. Biri Kur'an okumakta, diğeri ise bal şerbeti içmektedir."( Hakim, Tıp 4/200.)

***Burada zikredilen Kur'an okuma ey­leminin özellikle ruhsal, psikolojik rahatsızlıklarda ve sıkıntı hallerinde faydası olduğunun altını çizmek gerekir.

"Sizlere sinameki ve sennutu (tereyağı, bal, hurma ve kimyonu) tavsiye ederim. Zira bunlar Ölümden başka her derde devadırlar."( 1 İ. Mâce, Tıp H. 3457.)

"Bal şerbetinden daha üstün ilaç bulunamaz."( C. Sağir, 2/125; F. Kadir, 5/454.)

"Bal şerbeti gönlümdeki üzüntüyü, sıkıntıyı giderir ve gözümün görme duyusunu da kuvvetlendirir."( E. Nucayım vr. 131 b; İ. Sünni vr. 63.)

"Böbrek sancısı böbrekteki sinirdendir, hareket ettiği za­man sahibini hasta eder. Bu hastalığı ılık su ve bal şerbeti ile tedavi ediniz."( Hakim, Tıp 4/405.)

"Doğum yapan (lohusa) kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler için ise bal gibi şifa yoktur."( K. Ummal, 10/28279; K. Hakayık, 2/158.)
Balın; karaci­ğer, dalak, mide, bağırsak gibi organ rahatsızlıklarında, ko­ruyucu ve  temizleyici özelliği bulunmaktadır. Altını ıslatan ço­cukların ve ishali bulunan kişilerin tedavilerinde, Ruhsal ve psikolojik sağlı­ğın düzenlenmesinde, kanın temizlenmesinde, zihinsel sorunlarda vb. gibi birçok durumda kullanılması özellikle tavsiye edilir.

İNCİR

Kuran-ı Kerim'de adı geçen yiyeceklerden biride incirdir. Bu ayet şu şekildedir. "İncire, zeytine, (Musa'nın, Rabbine münacatta bulunduğu) Sina dağına, bu güvenli şehre (Mekke'ye) andolsun ki, biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tin Suresi 1,2,3,4. Ayetler)

"İdrarını yapamayanlar ve öksürüğü olanlar için oldukça etkili tedavi edici özelliği vardır. Böbrek taşlarını ve idrar ke­sesini temizler. Hemoroit hastalığında, ek­lem ağrılarında faydalıdır." (Bağdadi, s. 79-80, K. Ummal 10/28280.)

Vücutta bi­riken toksinlere karşı temizleyici görevi vardır. Bağırsakların düzenli çalışmasında önemli rol oynar, kabızlık tedavisinde etkilidir. Karaciğer ve dalağı temizler. Midede biriken balgam karışımını ortadan kaldırır. İncir, adale ve eklem özellikle gut hastalığından kaynaklanan ağrılarında fayda sağlamaktadır.

ÇÖREK OTU

Çörek otu; Dizanteri, sinüzit, kanser, saç dökülmesi, kabızlık, tüm ağrı türleri, bronşit, öksürük, tansiyon, uykusuzluk, psikolojik rahatsızlıklar, eklem hastalıkları, ateşli hastalıklar, amfizem gibi ve daha birçok saymakla bitmeyen hastalıkların tedavisinde büyük fayda sağlayan bir nimettir. Peygamber Efendimizin çörek otuyla ilgili şu hadisleri bizlere bu nimetin ne kadar faydalı olduğunu anlatmaya yetmektedir.
"Çörek otu yarım baş ağrısına, yüz ve ağız bölgesinin felçlerine, uyku hastalığına, unutkanlığa, baş dönmesine ve nefes darlığına karşı faydalıdır." (Buhari Tıp 7/14; İ. Mâce, Tıp H.3448)

"Sizlere şu çörek otunu tavsiye ederim. Zira bunda ölümden başka birçok hastalık için şifa vardır." (C.Sağir,2/53; F.Kadir, 4/338.)

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) sevdiği yiyecek ve içecekler hakkında bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.

din tüccarları, din istismarı, islamın istismar edilmesi
" De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz." (A'raf sûresi, âyet 29)

" İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah'a varır. " ( Lokman sûresi, âyet 22 )

Ayeti kerime içerisinde geçen Muhsin kelimesi , bir hadise göre , " Allah'a, O'nu görür gibi kulluk edendir." buyrulmaktadır. Kulluk, yalnızca günlük, vakitli, belli tapınma şekilleriyle değil, bütün hayatın Allah rızasına tahsisi ile gerçekleşir.

" Ameller niyetlere göre" değer kazanır. Allah rızası için bu niyetle atılan her adım, alınan her nefes... İbadettir, kulluktur, ihsandır.

Lakin, toplum hayatımızda öyle şarlatanlara ve dangalaklara rast gelmekte , şahit olmaktayız ki, onların; hal ve tavırlarından, İslamî tabirleri vıcık vıcık edişinden tiksinmemek, tiksinti duymamak, nefret etmemek mümkün değildir.

Din istismarı dedim de, eski tarihlerde, halktan oy toplamaya çıkan politikacılar; millet önünde, kürsülerde, propaganda esnasında neler söylerler, din, iman, Allah, Peygamber, cennet, cehennem kelimeleri gırla giderdi. Her defasında, Allah Kuran demeleri, onlara büyük alkışlar getirirdi.

Ancak, bu cingözlük şimdilerde boyut ve şekil değiştirir olmuştur. Adam, esnaf olmuş ama, her defasında, beş vakit namazlı oluşundan, bir kaç kez hacca gidişinden, değil farz orucunu, nafile oruç bile tuttuğundan dem vurarak satış yapmakta, müşterinin inanmasını, sürekli kendisine gelmesini sağlamaktadır.

" mütedeyyin insanları müşteri edinmek için İslam dini/düşüncesinin önemli kavramlarını şirketlerine, iş yerlerine ve ürünlerine isim/marka olarak vermeye başladılar. Bu furyadan Allah ve Peygamber dışında bütün önemli İslami/dinî kavramlar nasibini aldı:
İslam, şeriat, tevhid, tekbir; ihlas, Mekke-Medine, hicret, miraç, cihad, zemzem, hicab, tesettür; iffet... vs. İslam ( Kitabevi, cenaze işleri), Tevhid ( Kitabevi...), Tekbir ( giyim), Mekke- Medine ( turizm), Miraç ( asansörleri), Cihad ( köfte salonu), Zemzem ( kola), Hicab tesettür muhafazakar moda, iffet giyim islami moda, Şeriat ( mayo-haşema)...
Bunlardan biri üzerinde biraz durmak istiyoruz: " Tekbir Giyim" Tekbir, bilindiği gibi İslam'ın temeli olan Tevhid'in parolasıdır: "Allahu Ekber" . Kanaatimce bu kavramın bir tekstil ( giyim) şirketine isim/marka yapılması, İslam dinine ve onun temel inanç ilkesi olan Allah'a büyük bir saygısızlıktır.
Bir yönüyle bana Tevhide şirk koşulmuş gibi gelmektedir. Artık " Tekbir" dendiği zaman aklımıza sadece " Allahu Ekber" gelmiyor aynı zamanda " Tekbir Giyim" ve onun defilelerde istihdam ettiği güzel manken yüzleri ve desenli eşarplar geliyor.
Biraz önce Allah ve Peygamber'in bu istismar çarkının dışında kaldığını söylemiştim. Aslında bu fütursuzluk, Allah'ın ismini de kullanmadan kaçınmadı. Bir holding ortaklarına ve mudilerine dağıtmak üzere hazırlamış olduğu dosyanın iç kapağına " En büyük ortağımız Allah'tır" diye yazmaktan çekinmedi.
Holding kısa sürede bir sürü yolsuzluk ve dümenle iflas edince ( haşa) en büyük ortak da bir anlam da iflas etmiş oldu. Benzer bir istismar çarkı bu günlerde küresel düzlemde ve Türkiye'de İslamcılığa ve Fundamentalizme panzehir olarak Mevlânâ ve Mesnevî üzerinden yürütülmektedir. " İlhami Güler. Ahir Zaman İlmihali. sy. 187-188)

Teessürle, üzülerek, kahrolarak ifade etmeliyim ki, her yıl kendisine Umre seferine adamış nice " Hacı Emmi"lerimiz bulunmaktadır ki, bir kere olsun, bir öğrencinin göz yaşını silseydi, kömürü, odunu veya hoparlörü çalışmayan caminin eksik tarafını gidermiş olsaydı.

Heyhat! Ülkemizde, her yıl Umre seferine çıkmak modanın modası olmuştur!.. Çünkü, " Hacı Emmi"ler; başkaları, Miami'de, Paris'te, İspanyol sahillerinde tatil yaparken, kendisi de, umre tatilini tercih etmektedir.

Hem, tatil yapmakta, hem ibadetini yerine getirerek, her yıl " Yarım Hacı" (!) ünvanını hak etmektedir. Umre abonmeleri Hacı Emmiler için, öğrenci yetiştirmek, İHL'deki, İlahiyattaki ve ya diğer okullarımızdaki gariban öğrencilere kucak açmak, yardım etmek, ellerinden tutmak önemli değildir.

Umre abonmeleri hacı emmiler, her yıl bir sefer yapmakta, " Zemzem Tower" lüks otelinde yatarak, kalkarak, lüks kahvaltısını , akşam yemeğini yiyerek, son model duşa kabinlerde duşunu icra ederek ibadetlerini (!) icra etmektedirler..

" Budizme benzer, kemiksiz, kılçıksız, kuralsız ( şeriatsız) hatta ' Allah'sız' alternatif ' light' bir İslam üretilmeye çalışılmaktadır. Terlik olmasa da turistlere yönelik ' sema' gösterileri ve Mevlânâ takıları piyasa yapmaya devam ediyor.
Bu profesyonel kreasyonlar karşısında Konyalı küçük esnafın üretmiş olduğu " Mevlânâ Şekerleri" ve " Mevlânâ Pidesi" artık masum kalmaktadır.
Siyasette ise dinin, solun dışında muhafazakâr ve İslamcı kesim tarafından ellilerden beri Muâviye örneğinde olduğu gibi makam, mevki, iktidar, güç; prestij, para uğruna tepe tepe kullanılmakta olduğunu herkes görüyor:
Bu arada bazı dini özgürlüklerin geliştirilmesi ve genişletilmesi için gösterilen samimi politik çabaları dışarıda tutmamız lazım. Sonuç olarak söylemek gerekirse, Allah Kur'an'da ticari kavramları dini/ahlaki/uhrevi bağlama transfer edip insanların birbirleriyle olan ve Allah ile olan ahlaki ilişkilerini geliştirmeye, düzeltmeye çalışırken;
Müslüman olduğunu söyleyen bazı çevreler ise pür manevi/dini kavramları kendi salt dünyevi çıkarlarını, menfaatlerini, iktidarlarını çoğaltmak için kullanmaktalar, istismar etmekteler.
İnsanlarımızda dini/ahlaki duyarlılık ve bilinç/uyanıklılık gelişmedikçe bu istismar devam edecektir. Bu bilincin oluşması ve gelişmesi yolunda atılacak adımların başında ise şüphesiz " İhlas" kavramını Müslümanlığımızın merkezine yerleştirmek gelmelidir." ( a. g. e. sayfa 188-189 )

Netice olarak;

Üzülerek ifade etmeliyim ki, Hüseyin Hilmi Işık'ın, uydurma, palavra yüklü " Seadeti Ebediyye" isimli kitabı halen okunmakta, K. Maraş'ın tek Tv. kanalı " Aksu" isimli kanalda bile dobra dobra anlatılmaktadır.

Yani, Avrupa'da, ülke içerisinde ve her yerde "Yeşil Sermaye" denen Karun artıkları, halen, çarçur ettikleri fakirlerle, paralarını kaçırmış oldukları garibanlarla helalleşmiş, yüz yüze gelmiş değillerdir.

Yani, " İhlas Holding" "Yimpaş" "Jetfadıl" vb. yüzlerce din istismarcısı kuruluş, bu gün, hak ile yeksan olsalar da, dolandırılmış, oyuna getirilmiş, alın terleri sömürülmüş insanlarla yüzleşme, helalleşme cihetine gitmemektedirler.. Oysa, bu din simsarları, dünyada perişan oldukları gibi, uhrevi alemde de rezil rüsvay olacaklardır!..

Son yıllarda, "Bank Asya" denilen çete kuruluş da öyledir!.. Yani, Feto çetesi rahat edecek, huzur mu bulacaktır?.. Hayır!.. Hayır!.. Bin kere hayır!.. Dünyaya da sığamayacak, ahirette de azaptan kurtulamayacaktır!..Selam ve dua ile..

Kurban bayramı, kutlama, wallpaper
Değerli İslam Ahengi ziyaretçileri. Hepinizin Kurban Bayramınızı en içten dileklerimizle kutlar, hayırlı bir bayram geçirmenizi temenni ederiz.

Diyanet İşleri Başkanlığınca Yayınlanan 2016 Kurban Bayramı Hutbesine ve İl il 2016 Kurban Bayramı saatlerine yazının devamından ulaşabilirsiniz;

İLİ : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 12.09.2016

Bizi yoktan var eden ve bize bir bayram sevinci daha lütfeden Yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. Hz. İbrahim’in sadakatini, Hz. İsmail’in teslimiyetini ebedi bir bayrama dönüştüren Peygamber Efendimize salât ve selam olsun. İslam’ın şeâirinden olan bayram namazını eda etmek üzere burada toplanan Aziz Kardeşlerim! Bayramınız mübarek olsun.

Aziz Müminler! 

Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşan, yalnızca takvanızdır.”1 Peygamberimiz (s.a.s) de okuduğum hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu kurban bayramı günlerinde Allah katında kurbandan daha hayırlı bir amel işlemiş olmaz...”

Kardeşlerim!

 İçerisinde pek çok güzellikleri ve hikmetleri barındıran Kurban Bayramına bir kez daha ulaşmanın huzurunu, sevincini ve bereketini hep birlikte yaşıyoruz. Kurban Bayramı, bizlere İslâm’ın beş temel ibadetinden hac menâsikini ve Rabbimize yakınlaşma vesilesi olan kurban ibadetini getirir. Hac, kurban ibadeti ve bayram, bizleri Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer’in hayatına götürür. İslâm tarihine ve Efendimizin örnek hayatına götürür. 

Kıymetli Kardeşlerim! 

Kurban bayramında hac ibadetini ifa eden milyonlarca kardeşimiz Beytullah’a, Arafat’a akın ederler. Allah’la olan misaklarını yenilerler. Bütün dünya Müslümanları olarak bizler de bayramda kurbanlarımızı Allah’ın adıyla keseriz. Böylece tevhid inancımızı, kulluk şuurumuzu tahkim ederiz. Hacdaki kardeşlerimiz, kefeni andıran ihramlarıyla, en içten yakarışlarıyla Allah’tan başka sığınılacak bir melcein bulunmadığını, dünyevi tutku ve isteklerin geçici olduğunu, kurtuluşun ancak takvada olduğunu ikrar ederler. Bizler de kurbanlarımızla, asıl olanın Allah’a yakınlık olduğunu, bütün varlığımızı O’nun yolunda adamaya hazır olduğumuzu gösteririz. 

Kıymetli Kardeşlerim! 

Her yıl gelen kurban bayramı, barışın, esenliğin, birlik içinde duanın, yakarışın bayramıdır. Bu bayram, her türlü farklılığı bir kenara bırakarak eşitlenmenin, kendini bilmenin, tefekkürün, tezekkürün, yenilenmenin bayramıdır. Bu bayram, zihinleri arındırmanın, gönülleri durultmanın, büyük bir dirilişin bayramıdır. Bu bayram, nefsi terbiye etme, hiç kimseyi incitmeme gayretinin bayramıdır. Bu bayram, sabrı ve şükrü kuşanmanın, varoluşumuzun hikmet ve gayesini bir kez daha anlamanın bayramıdır. Bu bayram, İslam’ın şeâirini ve geçmişi idrak etmenin, yoksula, yalnıza, kimsesize yaklaşmanın, çaresize çare olmanın bayramıdır. 

Kardeşlerim! 

Bayramlar, birbirimize daha çok kenetlenmemize, kardeşlik hukukunun gereklerini hakkıyla yerine getirmemize vesile olan zaman dilimleridir. Bayramlar, birlik ve beraberlik duygularının, paylaşma ve infakın zirveye çıktığı günlerdir. Bayramlar, kâh sevinç, kâh hüzünle akıp giden hayat yolculuğumuzda Rabbimizin bizlere lütfettiği huzur ve neşe mevsimleridir. Öyleyse geliniz. Bayramı bir gönül kazanma seferberliğine dönüştürelim. Anne-babamızın, kardeşlerimizin, komşularımızın yüzünü güldürelim. Yoksullara, yaşlılara, kimsesizlere, boynu büküklere, hasta ve engelli kardeşlerimize bayram sevinci yaşatalım. Kırılan kalpleri, darılan gönülleri, bayramın bereketi ve güzellikleriyle mamur edelim. Kardeşliğimize, bayram sevincimize engel olan dargınlıkları, küskünlükleri, çekişmeleri, her türlü olumsuzluğu ortadan kaldıralım. Unutmayalım ki; birbirimize sunduğumuz her bayram hediyesi, bizi Rabbimizin rızasına ulaştıracaktır. Birbirimize sunabileceğimiz en güzel bayram hediyemiz ise kalbimizin derinliklerinden gelen selam ve dualarımız, tebessüm ve ziyaretlerimiz olacaktır. 

Kardeşlerim! 

Hutbeme son verirken aziz milletimizin, yurt dışında yaşayan millet varlığımızın, gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimizin ve âlem-i İslâm’ın Kurban Bayramlarını tebrik ediyorum. Kurbanlarımızın makbul, bütün kardeşlerimizin haccının mebrur, bayramlarımızın mesrur olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. 

1) Hacc, 22/37. 
2) Tirmizî, Edâhî, 1. 

Kurban Bayramı Namazı Saatleri 2016


ANKARA BAYRAM NAMAZI SAATİ : 07:06

ADANA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:57

ADIYAMAN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:45

AFYONKARAHİSAR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:16

AĞRI BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:26

AKSARAY BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:02

AMASYA AKSARAY BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:02

AMASRA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:54

ANTALYA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:15

ARDAHAN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:27

ARTVİN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:30

AYDIN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:27

BALIKESİR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:26

BARTIN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:08

BATMAN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:34

BAYBURT BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:37

BİLECİK BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:18

BİNGÖL BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:36

BİTLİS BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:29

BOLU BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:11

BURDUR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:17

BURSA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:21

ÇANAKKALE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:32

ÇANKIRI BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:03

ÇORUM BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:58

DENİZLİ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:22

DİYARBAKIR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:37

DÜZCE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:13

EDİRNE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:31

ELAZIĞ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:41

ERZİNCAN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:40

ERZURUM BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:33

ESKİŞEHİR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:16

GAZİANTEP BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:49

GİRESUN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:44

GÜMÜŞHANE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:40

HAKKARİ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:23

HATAY BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:54

IĞDIR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:22

ISPARTA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:16

İSTANBUL BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:22

İZMİR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:29

KAHRAMANMARAŞ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:50

KARABÜK BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:07

KARAMAN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:05

KARS BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:25

KASTAMONU BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:02

KAYSERİ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:56

KIRIKKALE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:04

KIRKLARELİ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:29

KIRŞEHİR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:01

KİLİS BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:50

KOCAELİ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:18

KONYA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:08

KÜTAHYA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:18

MALATYA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:45

MANİSA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:28

MARDİN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:35

MERSİN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:00

MUĞLA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:25

MUŞ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:32

NEVŞEHİR BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:59

NİĞDE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:59

ORDU BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:46

OSMANİYE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:53

RİZE BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:36

SAKARYA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:16

SAMSUN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:52

SİİRT BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:30

SİNOP BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:57

SİVAS BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:50

ŞANLIURFA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:43

ŞIRNAK BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:28

TEKİRDAĞ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:28

TOKAT BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:51

TRABZON BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:39

TUNCELİ BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:40

UŞAK BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:20

VAN BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:24

YALOVA BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:21

YOZGAT BAYRAM NAMAZI SAATİ: 06:59

ZONGULDAK BAYRAM NAMAZI SAATİ: 07:10

islam-kuran-türk-bayragi-15-temmuz
" ( Deki ); Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!" ( En'âm sûresi, âyet 114 )

Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir." ( En'âm sûresi, âyet 115 )


Gündemimiz dop doludur. Niçin doludur? Çünkü, ülke olarak, millet olarak içerisinde boca olduğumuz kaos, kaotik manzara, bizlere acı bir gerçeği öğretmiştir!..

Ne yazık ki, bin yıllık millet tarihimizde, kitleler olarak Kuran'ı okumayı, anlamayı ve emirlerini yaşamayı Mollalara, Mehdi(!)lere, Mesihlere, tarikat erbabına ve liderlerine havale etmişiz, kendimiz anlamak istemeyişimizdendir.

Halbu ki, elimizdeki aziz Kur'an; okunmak, anlaşılmak ve emirleri yaşanmak için vahyedilmiştir!.. Yoksa, Hristiyan aleminin, İncili okumalarını üstlenmeleri, halka bu fırsatın verilmediği, okuyamadıkları gibi acı bir sonuç tezahür etmiştir ve etmeye devam edecektir!..

Örneğin; 15 Temmuz 2016 tarihinde milletçe yaşamış olduğumuz acı manzara neyin nesidir?.. Kitleler aldatılmış, kandırılmış, oyalanmış, üstteki Feto denilen aşağılık, kerametten, Mehdi(!)likten dem vururken, milyonlar, trilyonlar kasalara inerken, bağlıları ise, ellerindekini, avuçlarındakini ağabeylerine, imamlarına vermekten çekinmemişlerdir.

Tıpkı bunun gibi, ülkemizde var olan cemaatler, ekoller, klikler, şeyhler, kerametçiler, efendi hazretleri şişirmeciliği aynı manzarayı yaşamakta, aynı akibetin içerisinde yuvarlanıp gitmektedirler!..

Müridan kesimler, ala bildiğince Kur'an'dan uzak, Kur'an onlara yasaklanmış, sadece üstadlarının menkıbeleri, kıssaları, rüyaları, hayalleri, ileriye yönelik keşfi tahayyülatları gündemi korumaktadır!.. Şu alıntıma dikkat çekmek isterim:

" Çağdaş hurafelerden arınalım eyvallah da önceki (şimdiye göre, o zamanda o zaman için çağdaş) hurafeler ne olacak; hurafe, hurafedir, seninki kötü, benim ki iyi denebilir mi?! Onlar da ürettiklerinde çağdaş değiller miydi?
Eskimeyen, eskimeyecek olan, çağlar üstü olan, çağına rengini verecek olan, bir şeyin her açıdan tek ve yetkin ölçütü yalnız ve ancak Kur'an'dır. Onun anlam dünyasına uygun ve Rıza-i Bari'nin maksuduna muvafıksa, ona dair resulullahın sünneti ve ondan tevarüs edilen mütevatir uygulamalar da ameli salihattır, ahlaktır, baş göz üstü edilecek olan. Gerisi, ona rağmen olacaksa ancak ' dır dır'dır! Adğasü ahlam ve/ya lehvel hadistir. Top yekün bir oyun oynaştır.
Her çağın yeni kavramları, öncekini algılama ve sınırlandırma, değiştirme, yeniden yorumlama tavrı vardır. Değişmeyecek olan ana ilkelerdir. Ruhtur. Durduğumuz yerdir. Hayata bakışımızdır. Niçin yaratıldığımız gerçeğidir. Nereden gelip nereye gittiğimizin bilincidir.
Yaratıcımızın hayata yüklediği anlam ve verdiği renktir. Kur'ani kavramlardır. Onun ihya ve inşasıdır. Asıl soru/n şu; ' Kur'anın kavramlarına ne oldu, Kur'an nasıl bir evrensel kitaptır, sırf bir çağa hapsedilecekse bu çağa ve sonrakilere nasıl şifa ve ziya taşıyacak? Yorumu kutsamak ile çağın hurafeleri aynı yere oturmuyor mu? Evet, ' zihinsel hicret' şart ama öze dönerek, Kur'an'a yönelerek." ( M.Bozacı)

Tüm yaşanılan buhranlar nerelerden, nelerden kaynaklanmaktadır biliyor musunuz? Cevabı açık ve seçiktir: Kuran'ı okuyup da anlayamayışımız, yüksek raflara asmamız, duvarlardan indiremeyişimiz, sadece hocaların onu anlar düşünce ve yanlışımızdır.

O halde, madem ki, aziz Kur'an'ı, sadece hocalar, bilginler anlamaktadır!.. O halde, anlayanlar, idrak edenler, algılayanlar sorumludur, yanlışı ortaya çıkmaz mı? Madem ki, halk tabakaları, ekseriyat anlayamıyor, anlamıyor, mesajlarını bilmiyor, o halde bilmediklerinden, anlamını bilmedikleri bir Kur'an'dan niçin sorumlu olsunlar ki?..

Aslında, sorun nerede yatmaktadır biliyor musunuz? Milletin, kalabalıkların vurdumduymazlığında yatmaktadır!.. Halk, zannediyor ki, camiler; sadece namaz kılma mekanlarıdır!.. Hayır!.. Bu doğru bir yaklaşım değildir!..

Resulullah (sav)'in, Medine mescidine uzanırlarsa, okurlarsa, göreceklerdir ki, Medine mescidi bir suffe , bir medrese, bir kurra yetiştirme, bir Kur'an talimi, ezberleme ve anlama mekanı idi!.. Yine alıntımıza dönecek olursam;

" Hristiyanlık İsa olmadığı, o savunulmadığı için değil, İncil korunamadığı için bu halde. Keza Musa değil Tevrat sahiplenilmediği için Yahudilik diye bir din var. Gerçi o aşırı kutsanıp değer atfedilen önceki dönem külliyatına bakılacak olsa, onlarda da ne ucubeler, ne müdahaleler, ne fecaatler görülebilecektir.
Peki, " hadis-sünnet" söylemi neyin üstünü örtüyor, nerelere kapı aralıyor, hangi kapıları, köprüleri yıkıyor düşünmek gerekmez mi?
Şimdi biz de şöyle bir önerme kursak " hadis-sünnet eşleştirilmesi ne anlama geliyor ve bu söylemin tehlikesi" diye bu kimin işine gelir, kimlerin işine gelmez? İşine gelmeyecek olanların renk, niyet ve kimlik farklılıkları nasıl oluyor da onları bir araya getiriyor, ortak payda da birleştiriyor
İfrata tefritle, yanlışa başka bir yanlışla cevap veremeyiz. Şu düştüğümüz hal bile muhal. " Kur'an İslamı" söyleminin birilerince kötü niyetle kullanılıyor, kuruluyor olması, suiistimal edilmesi bizi Hakkı ve hakikati teslim etmekten, ona teslim olmaktan alıkoymamalı.
Maalesef bir gerçek var ki o da Müslümanım diyenlerin Kur'an'dan uzak bir algı dünyasına, hülyasına kapılmış olmalarıdır. Kur'an'a mehcur bakmamalarıdır.
Ondan başka veli, dost ve kılavuz edinir olma gafletleridir. Ne derseniz deyiniz, kim lafı nereye çekerse çeksin, önermeyi ne amaçla kullanırsa kullansın vakıa şu; bizler çağın gerisindeyiz, zira çağrının, Kur'an'ın farkında değiliz; çok ama çok uzağındayız! (M.Bozacı)
Netice olarak;

Ümmet ve milletimiz; bir an önce, acilen, tez vakitte Kur'an'a yönelmeli, anlamalı, hayatlarına sokmaları lazımdır. Aksi halde, büyük bir sorunun muhatabı oluruz?

Anlamadığımız, bilmediğimiz, tanımadığımız, emirlerine, önerilerine, mesajlarına aşina olmadan, nasıl sorgu sual ile muhatap oluruz?

Belki denilecektir ki, "Efendim! Hocalarımız anlıyor ya!" Hayır. Bu tür bir itiraz, savunma, yeterli ve kifayet edici olmayacaktır!.. Dolayısıyla,

Ülkemiz içerisinde, milletimiz arasında, yeni yeni Feto'ların çıkmaması, masum, mazlum insanımızı Mehdi(!)lik adına katletmemesi için, Kur'an'ı anlamak, yönelmek zorundayız!..

Vallahi!.. Bu arzumuz yerine getirildiği takdirde, Müslümanlar ile aralarına hiç bir aracı sızmayacak, "rabıtacı", "vesileci ", "şefaatçı", "kurtarıcı" sokulamayacak, onun alın terini sömürmeyecektir.

Rabbimiz!.. Bu konuda bizlere kolaylık ihsan buyursun!.. Selam ve dua ile..

mehdi, inanç, islam, kuran
" Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez." ( Tevbe sûresi, âyet 109 )

" Yaptıkları bina, ( ölüp de ) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku ( sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." ( Tevbe sûresi, âyet 110 )

Üzülerek ifade etmeliyiz ki, yüce İslam'ı içeriden çökertmek, işlevsiz, amelsiz hale getirmek için tüm hünerler gösterilmektedir.. Sadece, benlik, egoizm, enaniyet, ucup, gurur ve dünyaya tapınma veya mala, mülke perestij sonucu öylesi devşirme yapılar ve fikirler İslam'a sokulmaya çalışılmaktadır ki, bunların rezilliklerinden, utanmazlıklarından hicap duymamak, haya etmemek mümkün müdür?

15 Temmuz 2016 kalkışmasından beri, milletimiz tedirgin, huzursuz ve içten içe kaosla, ihbarlarla, ithamlarla çalkalanmaktadır!.. Oysa, ' Mehdi' geçinen, kendisini o şekil lanse eden şarlatan, insan; bir memleket sever, bir insan sever olsaydı, kendi milletini arkadan hançerlemez, göz bebeği Büyük Millet Meclisini topa tutmazdı. Yazıklar olsun!

Konunun burasında, Nida Dergisinin sayın Mehmet Durmuş ile yapmış olduğu konu ile söyleşisinden bir bölümü yazımın burasına almak istiyorum:

" Kur'an'ı Kerim'de " Mehdi"lik gibi bir inancın olmadığı malum. Peki, İslam düşüncesine nasıl ve nereden sızmıştır sizce? Mehdi fikrini/inancını doğuran etkenler neler?
M.D. - Mehdilik, sizin de temas ettiğiniz gibi, tabi iki Kur'an'da yoktur. Bu kült Kur'ani değildir. Kur'an bu tür mugalatalara ( safsatalara) yer vermekten münezzehtir. Kur'an alemlerin Rabbi Allah'ın kelamıdır, o ciddi bir kitaptır, ciddi işlerle ilgilenir, hidayet kaynağıdır.
İslam düşüncesine Mehdilik fikrinin ( ve benzerlerinin) giriş tarihini kesin olarak tespit etmek, daha doğrusu tam bir tarih vermek mümkün değildir. Zira bu bir süreçtir.
Rasulullah (a.s.)dan sonra , İslam inancı, belki ilk iki halife döneminde de Kur'an'a ve sünnete bağlılığını muhafaza etmiş, fakat Emevi ailesinin İslami yönetimde kendisini hissettirmeye başlamasıyla birlikte, yavaş yavaş itikadi bozulmalar da baş göstermiştir.
Bununla beraber, Emeviler ve bilhassa Abbasiler döneminde İslam dışı kültürlerin İslami düşünüşe tesirleri olduğu, bilinen bir gerçektir.
Mehdi, kıyamet alametleri, Deccal, İsa'nın nüzulu v.b. konularda pek çok Kur'an dışı öykünün, hadis formatına büründüğü nazari itabara alınırsa, bu itikadi sirayetin henüz birinci hicri asırda başladığı rahatlıkla ileri sürülebilir.
Konunun mütehassısları, bilhassa Zerdüştlüğe dikkat çekerek, İranlılar'ın Sasani Basra ve ( ileride Bağdat) gibi önemli şehir merkezleri önceden beri belirli Batıni/mistik felsefelerin merkezi olagelmiştir. Bu şehirlerin ihtida eden halklarının, önceki itikad ve an'anelerini kaldırıp attıklarını kim söyleyebilir?
Hasılı, İslam dini Müslüman fetihler tarafından Ortadoğu'ya, Ortaasya'ya götürülmüştür. Buraların halkları İslamlaşmıştır, fakat ihtida eden bu toplumlar İslam'la kendi inançlarını mezcetmişlerdir." (erdemyolu)

Hakikaten, burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Çünkü, kutlu saadet döneminden sonra, Emevilerle beraber başlayan Mehdicilik, " Mesihcilik, Deccalcılık vb. oyunlar, hız kesmeden, gittikçe çoğalmakta, ümmetin ve milletimizin nezih, pak inancını mahvı perişan etmektedir.

Tabii ki, bu uydurmalardan istifade eden bir kısım mollalar, güçlerine, etrafına topladıkları kitlelere güvenerek, Sabatay Sevi, Hasan Sabbah, Bedreddin Simavi vb. insanlar gibi, ihtilal, baskın, vurma, kırma, öldürme, gasp, devlet ve millet malını talan etme yoluna teşebbüs etmişlerdir.

bakara, aklınızı kullanmıyormusunuz
l5 Temmuz 2016 darbesinin altında yatmakta olan " Mehdi" fikrinin lideri mesabesinde olan Feto'da aynı geçmişteki şarlatan ve ahlaksızlara özenerek, ülke ve milletimizi içinden çıkılmaz hale düşürmüştür.

Girmediği, sızmadığı hiç bir alan kalmamıştır. Milli Eğitimden tutunda Diyanete, Emniyete, Orduya vb. her alana girmişler, pis pis çöreklenmişler ve bu gün yüz binlerce insanın ekmeği ile oynar hale gelmişlerdir.

Yani, tarihte vuku bulan "Harre" olayında Mekke'nin , Kabe'nin, mancınıklarla taşlanması ile, taşa tutulması ile, bu tür Mehdilerin icraatları arasında nasıl bir fark bulunmaktadır?

" Mehdilik inancı hem bireysel hem de toplumsal hayata ciddi bir boyutta etki ediyor değil mi? Biraz bunlar üzerinde konuşalım. " Mehdilik" inancı, sizin ifadenizle " Kurtarıcı Usturesi" , " Cehd ve gayret" üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir?
M. D. - Ben mehdilikle ilgili rivayetleri ve bu çerçevede oluşmuş kültürü eleştirirken, genelde akla geldiği gibi, " mehdi fikri toplumu pasifize ediyor, atalete sürüklüyor" gibi bir teze dayanmıyorum.
Bu tez ileri sürülebilir belki, fakat sırf savunma refleksiyle de olsa, diğerleri de, bunun tersini iddia edebilir ve hatta bu doğrultuda örnekler de verebilirler.
Nitekim, Yahudi-Hristiyani gelenek, pratikte bunun ' faydasını' (!) görmektedir. Fakat bence asıl sorun şurada ve bunu insanlar nedense bir türlü kabul etmek istemiyorlar:
Her şeyden önce dini doğru anlayıp, doğru kavramak gerekir. Dini doğru anlamak ve kavramak başlı başına bir ilkedir ve hayati öneme sahiptir. Bir kavram, bir akide ve bir ilke veya konu, ya dinidir, ya da değildir. Bunun ikisinin ortasının olabileceğini zannetmiyorum.
Mehdilik ya İslamidir, ya da değildir. İslami ise, bize bunun delillerini sunmaları gerekir. Ki biz de ona inanalım, İslami olan bir inanç unsurunu (!) reddettiğimiz için insanlardan özür, Allah'dan da af dileyelim.
Yok eğer İslami değilse, bunu İslam kültüründen ayıklamalıyız ki, Kur'an bilgimiz perdelenmemeli. Fakat bu ilişkinin ortası, eklektik bir tutum herhalde, İslami düşünceye yapılabilecek en kötü bir tecavüzdür.
Dini bize Kur'an öğretiyor. Kur'an'ı, Peygamber Muhammed ( a.s.) tebliğ etti. Onun anlayışı, bildikleri, inandıkları, kafasına yerleştirdikleri, amentüsü ve yaşadıkları tamamen Kur'an çerçevesinde idi.
Kur'an dururken onun, Yahudi Kabbala mistisizminden etkilendiğini veya Zerdüşlükten bazı unsurları iktibas ettiğini v.s. mi düşüneceğiz? Bu durumda risalet, vahiy, Kur'an, sünnet inancısız tamamen anlamasız hale gelmeyecek mi?
Mehdilik tasavvuru, Kur'an'a alternatif oluşturulan bir başka dinin önemli amentülerinden biridir. Ben Müslüman isem, Kur'an'ın bana öğrettiklerinden başka inanca sahip olmamam gerekir
Benim, Muhammed'in ( a.s.) tebliğ ettiği Kuran'daki İslam'dan başka ( alternatif) İslamlara ihtiyacım yoktur. Çünkü Rabbimiz, " Kim İslam'dan başka bir din ararsa bu ondan asla kabul edilmeyecektir ve o kimse ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır." ( Âl- İmrân, 85) 

Netice olarak;

Elhamdülillah bizler Müslümanlar olarak, Kur'an dışı, Sünnet ötesi, bunlara mugayir oluşumları kabul edemeyiz, inanamayız ve bunlarla zaman kaybedecek vaktimiz de bulunmamaktadır.

Çünkü, bu izbe yolların sonu uçurum ve karanlıktır. Tertemiz, berrak , arı, duru İslam akidesi ve Kur'an yolu ortada iken, Müslümanların, böylesi zulüm yollarını, karanlık ve karmaşık fikirleri benimsemeleri, inanmaları doğru değildir..

Görülen odur ki, ülkemiz ve milletimiz arasında, her önüne gelen kişiler, bir cemaat, bir ekol oluşturmuşlar, kimileri İsa'nın gökten ineceğini beklerken, kimileri de kendilerini " Mehdi" ilan ederek, akidelerini anarşizmle birleştirmişler ve sentezini yapmışlardır..

Mehdilik, Rasulullah (sav)'in ve halife-i mürşidenin dönemlerinde olmayan bir sahte vak'adır!.. Tüm sapık, sapkın oluşumların onların dönemlerinde başlaması gibi, Mehdilik de Emeviyye döneminde başlamış, o gündür, bu gündür hız kesmeden devam edip gitmektedir.

kuran-okumak-oku
" De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: ( Hak peygamber olduğuma dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarman için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: " Ben buna şahitlik etmem" " O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz .şeylerden kesinlikle uzağım" de." ( En'âm sûresi, âyet 19 )

Maalesef; son zamanlarda, aziz kitabımız Kur'an'dan ürkme, çekinme, ondan uzak yaşama, uzak kalma furyası alabildiğince çoğalmaya başlamıştır.

Din mahfilinden tutunda, tarikat, cemaat liderleri bunu açık açık dillendirmeye başlamışlar, son sürat, Kuran'ın okunması, anlaşılması ve emirlerinin yaşanmaması için tüm çabalarını, var güçlerini ortaya dökmektedirler!..

Çünkü, ülkemiz ve milletimiz zihninde, bünyesinde gelenekçilik, klasik düşünce ve zihniyet hakimiyeti yaşandığı için, Kur'an'ın okunması, anlaşılması ve yaşanması bu kesimleri fevkalade bir şekilde tedirgin etmektedir!.. Oysa, şu alıntı yazımızda da ifade edildiği gibi:

" Elçi, resul de Kur'an'a muhataptı. Onu anlayıp anlatmak, onunla uyarıp müjdelemek, onunla ceht etmek, onu etkisiz ve eklemesiz iletmekle mükellefti. Bunu da mükemmelen yaptı.
O bize örnek olacak, biz de o örnekliği liyakatimize göre sair insanlara aksettireceğiz. O Kur'an'dan hesaba çekileceğini biliyordu. Biz de ondan hesaba çekileceğiz. .
Bu kitap kendinden geçirmeye değil, kendine getirmeye gelmiştir. Hz. Peygamber de kişileri kendi dinlerinden, ağlarından, algılarından kurtularak kendilerine gelmeye, Kur'an'a dönmeye, ona sarılmaya. ona sığınmaya çağırdı sadece. Kendine de çağırmadı. ' Bana uyun' derken, Allah'a dolayısıyla Kitap'a uyun diyordu.
Dikey irtibatı ancak Kur'an sağlar. Yatayda bu irtibatı elçi tesis eder. Yer ve çağrı olarak pergelin sabit ayağı Medine medeniyetini kuran Kur'an'a odaklanmalıdır.
Ümmileşmek Kur'an'ın yanına eklenen ve ondan eksiltilenlerin farkına varmakla olur ancak. Hz. Peygamberin derdi de davası da buydu. Korunmuş bir kaynak olarak, tek hakikat pınarı olarak, beşer üstü, kulun hilkatine uygun yeğane manifesto olarak Kur'an elimizde çok şükür.
Onunla irtibatı doğru kurduğumuzda ' ben, sen, o' yeniden " Biz" olacağız. Hadislerle Kur'an'ı kıyas edenler bırakın onu, hadise Kur'an'ı nesh ettirenler (!), peygamberi şekle indirgeyenler hangi sünnetten bahsediyorlar, bir daha düşünsünler. Zaten düşünseler bu durumlara düşülmezdi." (iktibas dergisi)

Kur'an ve sünnet ayırımı yapmak, her ilim sahibi, araştıran, okuyan ve yaşayan insana yakışmamaktadır!.. Yalnız, bir kısım hadis adı altında ortalarda dolaşan, Kur'an, akıl ve mantığın kabul edemiyeceği hususları, birilerinin hatırı için kabullenmek de doğru değildir.

Binlerce hadis vardır ki, bu hadisleri aklın ve Kur'an'ın onaylaması, bunlara " uygun"dur demesi mümkün değildir.. Bir kere, aziz peygamberimiz (sav)'in döneminde yazılmayan, tedvin edilmeyen hadisler, bir hayli uzun yıllardan sonra derlenmiş ve yazılmaya başlanmıştır..

Beşinci halife Ömer Bin Abdilazizi (ra) rahmetle ansak da, onu saygı ile selamlasak da, bu demek değildir ki, yazdırmış olduğu hadisler, hiç bir kritiğe vurulamaz diye bir kayıt ve doğru bir düşünce değildir..

Bir kere, Muaviye döneminde ortaya sürülmüş, bilhassa kendisi hakkındaki hadisleri sağlıklı, mütevatir hadis şeklinde algılamamız mümkün değildir. Yine alıntımıza dönecek olursak;

" Sayın Kaplan işe hadislerle başlanacağını, sıranın Kur'ana geleceğini söylüyor! Ama önermeyi tersten kurup doğru sonuca vardığını zannediyor. Zaten hesap Kur'an üzerine: Kur'anı aramızdan çekip almak.

Bunun için de Hz. Peygamberi ve hadislerini işe koştuklarını bilmeyen kalmadı da mesele sahibini mevzusundan ayırmak. Kur'anı hakem ve ölçü kılmak. Yoksa kimsenin Hz. Peygamberi feda etmek, görmezden gelmek, sünnetini es geçmek gibi bir lüksü de yok, haddi de olamaz.

Sapla saman karıştırılmasın yeter. Üstelik peygamberden rol çalıp peygamberliğe soyunanları, peygamberi " postacı" olmaktan kurtaracağız diyerek " robota" dönüştürenleri, bağlamından koparıp ontolojik olarak yanlış yere oturmaya çalışanları da görmemiz gerekiyor.

Bugün üretilen bir yığın " gelenek"le karşı karşıyayız. Evet, hepimiz bir gelenek üzereyiz, lakin bu " ne olsa geçer" anlamına gelmemelidir. Peygamber savunusu adına, onun önüne geçildiğini kimse fark etmiyor.

Çamur atmak en kolay işleri! Bir yaftaladı mı tama. Bir kere " sünnetsiz" dendi mi birçok kapı kapanır. Biş taşla nice kuşlar vurulur. Şeytan dahi " kıs kıs" güler. Birilerine " kıs kıs" demeleri de işin çabası. Ezcümle, "dine karşı din" olgusundan bahsediyoruz. Ali Şeriati'nin aynı isimli kitabı ve Tolstoy'un " Bir Gencin Dramı" adlı kitabındaki " Cehennem Adası" hikayesine acilen ve önemle bakıla" ( iktibas dergisi)

Tüm bu izahlardan anlıyoruz ki, Kur'an'ı sünnetten, sünneti de, Kur'an'dan ayırmak bir kere mümkün değildir. Böyle bir tatbikat cinnettir, deliliktir, akıl dışılıktır.. Ancak,

Sünnet diye diye, doksan dokuzluk tesbihle, eldeki misvakı, ayaktaki şalvarı, baştaki Grek icadı fesi, sünnet zannetmemek gerekir.

Bir kere, sünnet hayata hakim değilse, ilim ve bilime cevap vermiyorsa, günümüz dünyası Müslümanlarının tüm sorunlarını bir hamlede çözmemiş ise, bu da sünnet değildir..

Günümüz dünyasında, camilerimizde, mescidlerimiz de yaşanmakta olan manzara da bu değil midir? Camilerin, orasında, burasında yığın yığın Budist oyuncağı doksan dokuzluk tesbihler bulunmaktadır. Camide namaz kılan, Müslümanlar bu yığınları oraya, buraya fırlatarak sünneti yaşadığını zannetmektedir.

" Sayın Kaplan'ın Martin Luther'in Protestanlaşma adına yaptığını söylediği ve fakat Katoliklik ve Ortodoksluk adına yapılanların hiç anmadan , kilisenin duvarına " artık ben de İncili anlayabileceğim" yazısının yazılmış olmasını, yazısının yazılmış olmasını, bizleri Kur'an'dan ve anlamından sakındırırcasına " cıss" kabilinden sunması akıllara ziyan bir durum.
' Sen kim oluyorsun, ne haddine' diye ekliyor bir de. Ebu Cehil'in, Ebu Leheb'in bedevilerin anladığı Kur'anı-ki kendisi anlaşılsın diye indirildiğini söylüyor- biz anlamayacağız, anlayamayacağız öyle mi?
Anlamadığımız kitaptan niçin sorumlu olalım o zaman? Peygamberin anladığı ve anlattığı da Kur'an'dı. Ashabın anladığı da Kur'an. Keza inanmayanların da anlamadıktan ve fakat işlerine gelmeyen, çarklarını bozan, ağlarını yırtan, ' atalar dini ' vasfındaki uyduruk dinlerini yıkan da Kur'an...
Bunun dışında bir cümle kuran ne amaçla kurduğu kadar, kurduğu cümleden neyin anlaşıldığına da bir baksın önce. Kastından Kur'an aleyhine bir yol olmadığını zannı galip ile düşünüyoruz da sayın Kaplan'ın, istediğini istediği gibi anlayanlar bunu sünnet lehine yorumlarken, algılarken, Kur'an'ın aleyhine bir zan oluşturduklarının, ağ ördüklerinin farkında mıdırlar acaba?
Bizim Temel pire üzerine bir deney, araştırma yapıyormuş. Pirenin bir bacağını kopartmış " zıpla' demiş, pire zıplamış, bunu notlandırmış, sonra ikinci bacak üzerinden aynı işlem ve aynı sonuç. Sonra üçüncü bacak koparılınca zıpla denen pire zıplamayınca alınan not şu: " Üç bacağı koparılan pire duyamaz" Sayın Kaplan'ın ki de o hesap, mesele getirilip nereye bağlanıyor. Bir çuval incir berbat ediliyor." ( iktibas dergisi)

Netice olarak;

Tüm Müslümanlar, hayatlarını, yaşamlarını, aile, çocuk yetiştirme, şura, evlenme, meşveret, miras, takva ve tüm alanlarda, Kur'an ve mütevatir sünneti baz alarak yaşayacaklardır!..

Bunları hayata geçirmek, İslam'ı, dolu dolu yaşamak için, Kur'an ve Sünnet referans alınarak, yeni yeni ictihadlar yapılacak, 21 nci yüzyıl Müslümanlarının tüm sorunları, sıkıntıları bertaraf edilecektir.

Yeter ki, aziz Kur'an, yukarılardan indirilmiş olsun, hayatın tüm alanlarına hitap eder olsun!.. Yoksa, Kur'an yukarılarda asılı dururken, ilim adamlarımız, sadece sünneti baz alarak ictihad yapabilecekler midir?

Demek ki, Kur'an'sız bir İslam alemi, bir insanlık, bir dünya düşünmek mümkün değildir!.. Rabbimiz!.. Milletimize bu hususta akıl, fikir, şuur ihsan buyursun!.. Selam ve dua ile..

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *