Çanakkale Destanı ve Unutulmayan Anılar !
"(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (Tevbe sûresi, âyet 4 )
Biz, millet olarak Çanakkale sarpında bunu yaptık. Ekmeksiz, aşsız kaldık, elbise bulamadık, giyecek çarık temin edemedik, silahımız yoktu, kazma ile, kürekle, çakar almaz tüfeklerle zalim, acımasız, kötü niyetli saldırganların üzerine yürüdük. Hamdolsun, yürümemiz, karşı durmamız, yığın yığın şehid olmamıza rağmen meyvesini verdi, karşımızda tutunamadılar. Nasıl duracaklardı ki?
Çanakkale'nin kan kokan topraklarını, tepelerini, bayırlarını, âbidelerini, anıtlarını, siperlerini gezmemek, görmemek, ibret almamak sanırım bir vefasızlıktır. Çünkü, ecdadımız, o kutlu tepelerden bizleri selamlamaktadırlar. Çünkü, ayet beyanıyla, "Şehitler Ölmez"
Onun içindir ki, bu gün 18 Mart 2014.. Milletçe, birlik ve beraberlik içerisinde, Çanakkale şanlı destanımızın 99 ncu yılını kutluyoruz. Kutlarken, şehidlerimizi anarken, sanki, şehidlerimizle birlikte koyun koyuna yatarcasına, el ele tutuşurcasına, selamlaşırcasına kutluyoruz.
Netice ve sonuç olarak;
Çanakkale Destanımızın ebediyyen, ilelebet zihin ve hafızalarda yaşaması için, bizlere büyük görevler, mes'uliyetler düşmektedir. Tabii ki, şühedalarımızı unutmak demek, nankörlüğümüz, vefasızlığımız , sadakatsizliğimiz olacaktır. Bizlerin, her yıl 18 Mart günlerinde onları yâd edişimiz, bir milim, bir nebzecik görev olmaktadır. Çünkü, onlar, bizler için, en değerli varlıkları olan canlarını feda ettiler. Dolayısıyla;
Ayeti kerimenin sebebi nüzulü şöyledir: Zikredildiği gibi, hafif ve ağır savaşa çıkmaktan maksat, şartlar ne olursa olsun, savaş kolay da olsa zor da olsa, binekli de olsanız, yaya da olsanız; zayıf da olsanız; kuvvetli de olsanız; zengin de olsanız, fakir de olsanız; ihtiyar da olsanız, genç de olsanız savaşa çıkınız demektir.
Ancak zayıflar, hastalar ve savaşta harcayacak bir şey bulamayacak kadar fakir olanlar bu hükmün dışında bırakılmışlardır. Hz. Peygamber (sav), Tebük seferine çıkarken münafıklar gelerek yalandan özür beyan beyan ettiler, savaşa çıkmak istemediler. Resûlullah (sav)'da gönülsüz savaşa çıkanlardan zaten hayır gelmeyeceğini bildiği için onlara izin verdi. Yukarıda zikredilen ayeti Kerime'den çıkaracağımız sonuç şudur: Bir milletin, vatanına, milletine, dinine, imanına, ırz ve namusuna, haysiyet ve şerefine, özgürlük ve bayrağına göz dikenler karşısında uyumaması, daima atik, tetikte bulunması, saldırı vuku bulduğu anda, herkesin seferber olması , imkan nisbetinde mütecavizlerin karşısına çıkılması tarihi, dini ve milli bir zorunluluktur. Onun içindir ki;
Biz, millet olarak Çanakkale sarpında bunu yaptık. Ekmeksiz, aşsız kaldık, elbise bulamadık, giyecek çarık temin edemedik, silahımız yoktu, kazma ile, kürekle, çakar almaz tüfeklerle zalim, acımasız, kötü niyetli saldırganların üzerine yürüdük. Hamdolsun, yürümemiz, karşı durmamız, yığın yığın şehid olmamıza rağmen meyvesini verdi, karşımızda tutunamadılar. Nasıl duracaklardı ki?
Çanakkale ve Teyemmüm
"...Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emri bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin. Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehâdet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor:
" Yavrularım... Aslanlarım... biraz sonra Cenâb-ı Rabbül Âlemîn huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim... Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
" Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hemde vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kâbe karşımızda."
Oflu Ali çavuş bağırır: " Er kişi niyetine" O gün yapılan hücumda kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti. Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular." (Gelibolu 1915, E. Mütercimler, sayfa 495)
Evet, " onlar Allah'a verdiği sözü tuttular." Korkmadan, ürkmeden, en küçük bir ürperti, ölüm korkusu göstermeden Hakk'a yürüyüp, cennete kavuştular. Onlar, böyle davranmasalardı, canlarını Allah'a satmış olmasalardı, karşılığında cennet satın almış olmasalardı eminim ki, bu gün, nüfus olarak 76 milyon milletimiz olmayacak, ezanlar okunmayacak, camiler açık bulunmayacak, bizlerin yerinde, salyalı, pis, kirli çizmeleriyle gavurlar gezecek, camilerimizde hora tepeceklerdi. Merhum Arif Nihat Asya'nın dediği gibi:
Şehitler tepesi boş değil,
Biri var, bekliyor...
Ve bir göğüs nefes almak için
Rüzgar bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye,
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli.
Kim demiş Meçhul Asker diye?
(A. N. Asya)
Eşref Sencer anlatıyor:
" Anadolu-Bağdat Demiryolunun Hicaz'a ayrılmış son istasyonu olan El- Muazzam'a gelmiştik. Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Âkif'in hayatının en bahtiyar, en mes'ut anı...
Ay, bedir halindeydi... Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan Kamer'in bu efsanevî ışıkları altında, Mehmed Âkif, güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı... İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi, sadece hıçkırıklarını duyuyorduk... İçli, derin hıçkırıklar...
İşte o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi... Sabahleyin vazifesini tamamlamış fanilerin, az kula nasib olan rahatı ile yüzüme derin derin baktı ve dedi:
"- Artık ölebilirim Eşref... Gözüm açık gitmez..."
Acılar, kafiyelerde çiçek açmış, bizim hislerimiz.. bizim sevdamız, mısralarda berhayat olmuştur. Ya ÇANAKKALE DESTANI, o günleri en güzel anlatabilir.
" Toprakta satıh, altında Türk askeri yatıyorsa, çok derindir. Âkif, " Çanakkale" şiirinde sathın bu derin yerini buldu. Ve " Çanakkale" şiirinde toprakta yürürken, Âkif'in adımlarına yıldızlar takılır: Bunda bir ruh yırtılışının kıvılcım saçan sesi vardır. Üstünde bu sesin titrediği nazım! İşte Âkif'in nazmı! " ( Diy. Aylık Dergi, Mart 99, say.52-53)
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar...(M. Âkif )
Netice ve sonuç olarak;
Çanakkale Destanımızın ebediyyen, ilelebet zihin ve hafızalarda yaşaması için, bizlere büyük görevler, mes'uliyetler düşmektedir. Tabii ki, şühedalarımızı unutmak demek, nankörlüğümüz, vefasızlığımız , sadakatsizliğimiz olacaktır. Bizlerin, her yıl 18 Mart günlerinde onları yâd edişimiz, bir milim, bir nebzecik görev olmaktadır. Çünkü, onlar, bizler için, en değerli varlıkları olan canlarını feda ettiler. Dolayısıyla;
Merhum Âkif; onları memnun etmek, ruhlarını taziz için, ne kadar büyük iltifatlarda bulunmuştur. Kahramanlarımızı, tarihe sığdırmaya çalışmış sığdıramamış, kitaplara aldıramamış, ebediyyetleri getirmiş, olmadı, Kâbe'yi mezar taşı olarak dikmiş yeterli görmemiş, gök kubbe, bütün yıldızlar, mor bulutlar, yedi kandilli Süreyya, gece mehtabının getirilmesi, türbedâr olarak ta fecirlere kadar beklemek, "gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem" "tüllenen mağrib" bile, şehidin yüce hatırasına bir hizmet, bir görev olamazken, bizim, beş on dakika içerisinde toplanıp veya bir iki saat onları anlatmamız, şâd etmemiz yeterli olabilir mi?
Dolayısıyla; Çanakkale Destanı'mızın 99 ncu yılını kutlar, aziz şehidlerimizin ruhlarına dualar eder, makamlarının cennet olmasını niyaz ederim.. Selam ve dua ile..
Dolayısıyla; Çanakkale Destanı'mızın 99 ncu yılını kutlar, aziz şehidlerimizin ruhlarına dualar eder, makamlarının cennet olmasını niyaz ederim.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir / Hollanda