" Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere işittiremezsin!" (Fâtır sûresi, âyet 22)
Ayetin izahı şöyledir: İman, bilgi, hikmet ve akıl sahibi, ahlâklı, erdemli kimseler ile bunların takip ettiği hak yol ve nâil olacakları uhrevî
nimetler ile imansız, bilgisiz, akıl, basiret, ahlâk ve erdemden yoksun kimseler ve bunların takip ettikleri bâtıl yol ve uğrayacakları ahiretteki azap, kesinlikle bir tutulamaz.
"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar." (Bakara sûresi, âyet 269)
Hasretini çekmiş olduğumuz derin ve yararlı bilgiye hikmet denir. Yüce Allah'ın kendisine hikmet vermiş olduğu kimseler öncelikle peygamberler, ilmiyle amel eden alimlerdir. Bilgin ve bilgili olmanın en çok değer verilen tarafı, insanlığa yararlı olmaktır.
Peygamberimiz (sav), bir hadisi şerifinde: "Yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Allah'a sığının." buyurmuştur. Doğruluk, adalet, ihlâs, sevgi, saygı, ağırbaşlılık, başkalarına faydalı olmak, cömertlik, alicenaplık gibi yüksek vasıfları taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır. İslam'a tam olarak, bütünüyle inanan, Kur'an'ın emirlerini öğrenip noksansız tatbik etmek için çaba sarfeden, bütün kötülüklerden uzak duran kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır verilmiştir.
Yüce Allah'ın söylediği ve yarattığı her şey bilginin konusudur. Zira insan, fizik âlem, O'nun varlığının delili, ayetleridir. Bu açıdan kâinatı okumak ve ve incelemek, O'nun ayetlerini okumak ve öğrenmektir. Bu mânâ da pozitif ve manevî ilimler arasında bir ayırım söz konusu değildir." (Diy. Aylık Deri, A. Akbaş, Mayıs 2006, sayfa 18)
Maalesef, İslâm dünyası, bu gün, olması gereken yerde değildir. Niizamül Mülk'ten bu yana, alemi İslam'da bir durgunluk, bir gevşeme, bir tembellik devri yaşamaktayız. O tarihten bu yana, İslâm'ın " içtihad kapısı" kapatılmış, ilim, bilim, teknik, fen adına bir ilerleme, bir icad, bir atılım, bir inkişaf görülmez olmuştur.
Tabii ki, bilhassa, milletimiz, at sırtından inmemiş, ülkeler, beldeler fethedilmiş, kaleler, surlar alınmış, devletler, ülkeler, sınırlar tarümar edilmiş, amma, velakin, ilim ve hikmet sahalarında bir inkıta, bir kesiklik müşahade edilmiştir.
Yani, İbni Sina gibi, Farabi gibi, İmam Matüridi gibi, Ebu Hanife gibi, Kindî vb.gibi ilim sahipleri yetişemez olmuş, Daima at sırtından inilmemiş, Viyana önlerine kadar ulaşarak, yüz geri dönülmek zorunda kalınmıştır. İbni Sina ve Farabi vb. ilim ve hikmet sahipleri zaman zaman toplumlar tarafından suçlanmış, onların evrensel düşünceleri, batıyı, batılıyı İslam'la müşerref kılacağı bir anda, batının kalkınmasından ziyade, İslam aleminin kalkınması mevzubahis olmuşken, yeterli destek, yeterli yardım göremedikleri için, bu fırsatı batıya, batılıya bile bile kaptırmışlardır.
"Afgânî'den beri İslâm'ın yakın zaman yenilikçilerinin sorduğu soru gelmek istediğim noktayı açıklamama yardımcı olacaktır.: " İslâm dünyası neden bu hale ve neden biz Müslümanlar dünyada olması gereken yerde değiliz?"
Öncelikle böyle bir sorunun olup olmadığını tartışalım. Gerçekten İslâm dünyasının geri kalmışlık diye bir sorunu var mıdır? Yoksa bir öncelik-sonralık sorunu mu vardır? Bizim önem verdiğimiz şeylere Batılılar önem vermiyor, onların önem verdiklerine de biz önem vermiyor muyuz acaba?
Eğer bu sorulara "İslâm dünyasının geri kalmışlık diye bir sorunu yoktur. Böyle bir sorun olsa bile sorumlusu Müslümanlar değildir. Ülkelerimizi işgal edip, kaynaklarımızı sömürenlerdir. Bu işgalin kırılması sorunu vardır." şeklinde bir cevap verilecekse, nasıl olup da böylesi güçlü ve asîl bir medeniyetin topraklarını işgal ettirip, kaynaklarını göz göre göre sömürtebildiği sorulmalıdır.
Apaçık olan gerçek şudur; bugün dünya Müslümanları, olması gereken yerde değildir. Siyâsette, iktisatta, ticarette, askerî alanda, kültürde, sanatta, sporda vs. hiçbir dünyevî alanda önde değiliz. Oysa "yeryüzünde Allah'ın halifesi" olmakla görevlendirilmiş genelde insanlar özelde ise Müslümanlardır.
Aziz peygamberimiz (sav), bir hadisi şeriflerinde: " Peygamberler dinar ve dirhem bırakmazlar. Onlar ilmi ve hikmeti miras bıraktılar. Onların bıraktığı bu mirasa sahip çıkanlar, büyük bir kazanç elde etmiş olur." (Ebu Dâvûd, ilim, 1; Tirmizî, ilim, 19)
Gerçekten, sevgili peygamberimizin hayatını incelediğimiz zaman, görmüş oluruz ki, dinar, akçe, altın, gümüş veya her hangi bir miras bırakmamışlar ama, geride bıraktığı muhteşem bilge insanlar, kısa zaman içerisinde dünyanın kaderini değiştirecek şekilde kahramanlar yetişmiştir.
Netice olarak;
Resûlullah (sav)'in: "dualarında, sık sık faydasız bilgiden Yüce Allah'a sığınmıştır." (Müslim, Zikir, 73) buyurulduğu gibi, asırlardır, millet olarak, faydasız ilimlerle meşgul olmuş, neslimiz Freud'un, Marks'ın, Darwin'in, vb. ateistlerin eserlerini baş tacı etmiş bulunduklarından dolayı, bu gün, rahat, huzurlu ve mutlu değildir. Oysa, neslimiz, bütün çalışmalarını, gayretlerini, çabalarını Kur'an'a yöneltmiş bulunsalardı, vallahi, bu gün gelmiş olduğumuz nokta böyle, bu günkü gibi olmayacaktı. Rabbim!.. Yetişen yavrularımıza İslâmî bilinç nasip eylesin. Selam ve dua ile..
Ayetin izahı şöyledir: İman, bilgi, hikmet ve akıl sahibi, ahlâklı, erdemli kimseler ile bunların takip ettiği hak yol ve nâil olacakları uhrevî
nimetler ile imansız, bilgisiz, akıl, basiret, ahlâk ve erdemden yoksun kimseler ve bunların takip ettikleri bâtıl yol ve uğrayacakları ahiretteki azap, kesinlikle bir tutulamaz.
"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar." (Bakara sûresi, âyet 269)
Hasretini çekmiş olduğumuz derin ve yararlı bilgiye hikmet denir. Yüce Allah'ın kendisine hikmet vermiş olduğu kimseler öncelikle peygamberler, ilmiyle amel eden alimlerdir. Bilgin ve bilgili olmanın en çok değer verilen tarafı, insanlığa yararlı olmaktır.
Peygamberimiz (sav), bir hadisi şerifinde: "Yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Allah'a sığının." buyurmuştur. Doğruluk, adalet, ihlâs, sevgi, saygı, ağırbaşlılık, başkalarına faydalı olmak, cömertlik, alicenaplık gibi yüksek vasıfları taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır. İslam'a tam olarak, bütünüyle inanan, Kur'an'ın emirlerini öğrenip noksansız tatbik etmek için çaba sarfeden, bütün kötülüklerden uzak duran kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır verilmiştir.
"Bilgi, Yüce Allah'ı tanıma (marifet) ve bilmedir. Yüce Allah, her bilenin üstünde Bilgin ( Alim ) olandır. Onun üstünde bir bilge yoktur. Bilgi, O'nun bilgeliğini keşfetme, lafzî ve kevnî ayetlerini yorumlama ve açıklamadır. İç içe sistemlerden oluşan belirli bir düzen ve plân çerçevesinde yaratılan kâinat, O'nun bilgisinin yüceliğine işaret etmektedir.
Yüce Allah'ın söylediği ve yarattığı her şey bilginin konusudur. Zira insan, fizik âlem, O'nun varlığının delili, ayetleridir. Bu açıdan kâinatı okumak ve ve incelemek, O'nun ayetlerini okumak ve öğrenmektir. Bu mânâ da pozitif ve manevî ilimler arasında bir ayırım söz konusu değildir." (Diy. Aylık Deri, A. Akbaş, Mayıs 2006, sayfa 18)
Maalesef, İslâm dünyası, bu gün, olması gereken yerde değildir. Niizamül Mülk'ten bu yana, alemi İslam'da bir durgunluk, bir gevşeme, bir tembellik devri yaşamaktayız. O tarihten bu yana, İslâm'ın " içtihad kapısı" kapatılmış, ilim, bilim, teknik, fen adına bir ilerleme, bir icad, bir atılım, bir inkişaf görülmez olmuştur.
Tabii ki, bilhassa, milletimiz, at sırtından inmemiş, ülkeler, beldeler fethedilmiş, kaleler, surlar alınmış, devletler, ülkeler, sınırlar tarümar edilmiş, amma, velakin, ilim ve hikmet sahalarında bir inkıta, bir kesiklik müşahade edilmiştir.
Yani, İbni Sina gibi, Farabi gibi, İmam Matüridi gibi, Ebu Hanife gibi, Kindî vb.gibi ilim sahipleri yetişemez olmuş, Daima at sırtından inilmemiş, Viyana önlerine kadar ulaşarak, yüz geri dönülmek zorunda kalınmıştır. İbni Sina ve Farabi vb. ilim ve hikmet sahipleri zaman zaman toplumlar tarafından suçlanmış, onların evrensel düşünceleri, batıyı, batılıyı İslam'la müşerref kılacağı bir anda, batının kalkınmasından ziyade, İslam aleminin kalkınması mevzubahis olmuşken, yeterli destek, yeterli yardım göremedikleri için, bu fırsatı batıya, batılıya bile bile kaptırmışlardır.
İslam Dünyası Neden Geri Kaldı?
"Afgânî'den beri İslâm'ın yakın zaman yenilikçilerinin sorduğu soru gelmek istediğim noktayı açıklamama yardımcı olacaktır.: " İslâm dünyası neden bu hale ve neden biz Müslümanlar dünyada olması gereken yerde değiliz?"
Öncelikle böyle bir sorunun olup olmadığını tartışalım. Gerçekten İslâm dünyasının geri kalmışlık diye bir sorunu var mıdır? Yoksa bir öncelik-sonralık sorunu mu vardır? Bizim önem verdiğimiz şeylere Batılılar önem vermiyor, onların önem verdiklerine de biz önem vermiyor muyuz acaba?
Eğer bu sorulara "İslâm dünyasının geri kalmışlık diye bir sorunu yoktur. Böyle bir sorun olsa bile sorumlusu Müslümanlar değildir. Ülkelerimizi işgal edip, kaynaklarımızı sömürenlerdir. Bu işgalin kırılması sorunu vardır." şeklinde bir cevap verilecekse, nasıl olup da böylesi güçlü ve asîl bir medeniyetin topraklarını işgal ettirip, kaynaklarını göz göre göre sömürtebildiği sorulmalıdır.
Apaçık olan gerçek şudur; bugün dünya Müslümanları, olması gereken yerde değildir. Siyâsette, iktisatta, ticarette, askerî alanda, kültürde, sanatta, sporda vs. hiçbir dünyevî alanda önde değiliz. Oysa "yeryüzünde Allah'ın halifesi" olmakla görevlendirilmiş genelde insanlar özelde ise Müslümanlardır.
Kur'an, Müslümanlara "insanlığın öncüsü, önderi, imamı olmak"gibi bir görev yüklemektedir.Allah âdeta dünyayı yeryüzünün Müslümanlarına emanet etmekte diğer insanlara orta, şahid, vasat bir örnek ümmet kurma görevi yüklemektedir. Allah âdeta dünyayı yeryüzünün Müslümanlarına emanet etmekte, diğer insanlara orta, şahid, vasat bir örnek ümmet kurma görevi yüklemektedir. Bu örnek ümmet iyinin, güzelin ve doğrunun, her tür insanî inkişafın nasıllığını ve niceliğini gösterecek, Allah'ın muradı, bu ümmet aracılığı ile tecelli edecektir." (İsl. Yenilikçileri, C 1, R. İ. Eliaçık, sayfa 22)
Aziz peygamberimiz (sav), bir hadisi şeriflerinde: " Peygamberler dinar ve dirhem bırakmazlar. Onlar ilmi ve hikmeti miras bıraktılar. Onların bıraktığı bu mirasa sahip çıkanlar, büyük bir kazanç elde etmiş olur." (Ebu Dâvûd, ilim, 1; Tirmizî, ilim, 19)
Gerçekten, sevgili peygamberimizin hayatını incelediğimiz zaman, görmüş oluruz ki, dinar, akçe, altın, gümüş veya her hangi bir miras bırakmamışlar ama, geride bıraktığı muhteşem bilge insanlar, kısa zaman içerisinde dünyanın kaderini değiştirecek şekilde kahramanlar yetişmiştir.
Netice olarak;
"Bilim adamı olmak demek, aynı zamanda insanlık adına fedakârlıkta bulunmak demektir. Bilim adamı, ürettiği bilgiyi sadece kendisine bir kazanç getirsin diye yapmayan, şöhrnet ve güce kanmayan, boyun bükmeyen vakarlı insandır. Elbette ilmî çabaların bir maddî getirisi de olacaktır. Bilim adamına mevki ve makamlar teklif edilecektir. Ancak bütün bunlar onun nazarında ikincil bir konumdadır. Çünkü bilim adamı, ilâhî rıza dışında bir amaç için bilgi edinmenin, cennetten uzaklaşmaya sebep olacağının bilincinde ve sorumluluğundadır." (Ebû Dâvûd) ( Diy. Aylık Dergi, Mayıs 2006, sayfa 19, A. Akbaş)
Resûlullah (sav)'in: "dualarında, sık sık faydasız bilgiden Yüce Allah'a sığınmıştır." (Müslim, Zikir, 73) buyurulduğu gibi, asırlardır, millet olarak, faydasız ilimlerle meşgul olmuş, neslimiz Freud'un, Marks'ın, Darwin'in, vb. ateistlerin eserlerini baş tacı etmiş bulunduklarından dolayı, bu gün, rahat, huzurlu ve mutlu değildir. Oysa, neslimiz, bütün çalışmalarını, gayretlerini, çabalarını Kur'an'a yöneltmiş bulunsalardı, vallahi, bu gün gelmiş olduğumuz nokta böyle, bu günkü gibi olmayacaktı. Rabbim!.. Yetişen yavrularımıza İslâmî bilinç nasip eylesin. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir/ Hollanda
Yorum Gönder