müslüman anne
  "Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin.
Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah)tır." (Ahzâb sûresi, âyet 53)

Zikredilen âyeti kerime, Resulullah (sav)'in evine yemekten önce gelen, yemek hazır oluncaya kadar bekleyen, yemekten sonra da kalkıp gitmeyenler hakkında nâzil olmuştur. Âyeti kerime, Müslümanların Resûlullah'a ve hane-i saadete karşı nasıl davranacaklarını, birbirlerine karşı nasıl muamele edeceklerini bildirmektedir. Buna göre bir kimsenin başkasını rahatsız etmemesi, evinde huzur ve istirahatını bozmaması, davet edildiğinde bildirilen zamandan önce gitmemesi, yemekten sonra fazla oturmaması gerekmektedir. 

İman edenlerin anneleri olan Resulullah (sav)'in hanımları olan annelerimiz, dünkü kadınlara örnek oldukları gibi, günümüz dünyasındaki hanımlara da örnek olmaktadırlar. Bilgileri ile, çalışmaları ile, İslâm'a hizmetleri ile, cihad meydanlarında göstermiş oldukları kahramanlıkları ile, Kur'an'dan hüküm çıkarmaları ile öncü, kılavuz ve rehberlik yapmaktadırlar. Örneğin;

  "Hz. Aişe, evliliğinden sonra Ahzab sûresinin 53. âyeti gereğince" Ümmühatü'l-Mü'minn" (iman edenlerin anneleri) olarak anılmaya başlanmıştır. gerçekten Kur'an'ın bu tabiri Kur'an'ın bu tabiri oldukça dikkat çekicidir. Demek ki Peygamber eşleriyle biz mü'minlerin arasındaki ilişkinin tıpkı kendi öz annemizle aramızdaki ilişki gibi olması gerekiyor.

Kendi annemize duyduğumuz sevgi ve şefkat neyse Peygamberin eşlerine besleyeceğimiz sevgi ve şefkat de aynı olmalıdır. Kendi öz annemize nasıl bakıyorsak onlara da öyle bakmalıyız. Tek farkla ki aramızda kan bağı yoktur. 

Hz. Âişe, sanıldığı gibi sadece evinde oturup yün eğiren, yemek pişiren bir kadın imajına sahip değildir. " Elinizin hamuruyla erkek işine karışmayın." sözü ona hiç uymamaktadır. Hz. Peygamberin sağlığında hemen hemen tüm savaşlara bizzat iştirak etmiştir. Bedir ve Uhud savaşlarına katılmış, sırtında su taşıma, yaralılara bakma gibi bir nevi "savaş hemşireliği" görevi üstlenmiştir.

Hendek savaşı ve Hudeybiye antlaşması esnâsında da orduyla birlikte bulunmuş, Hayber fethinden sonra kendisine bir miktar hisse ayrılmıştır. Mekke fethi için hazırlıklara başlandığında seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber, bunu sadece Hz. Âişe'ye bildirmiş, Hz. Ebu Bekir bile kızından öğrenmiştir. Yine hicretin 10. yılında yapılan veda haccına diğer ümmühât-ı mü'minîn ile birlikte katılmıştır." (İsl. Yenilikçileri 1, R. İ. Eliaçık, sayfa 122)

Evet, günümüze geliyoruz!.. 21 nci asırda yaşayan hanımların çekmiş oldukları ızdıraptan, kabustan, vurmalardan, darp etmelerden utanıyoruz. Koca dehşeti yaşamaktadırlar. Çocukları perişan, kendileri her an ölümle yüz yüze, iğrenç, tiksinti veren hallerle yüz yüze gelmektedirler. 

Diğer taraftan, Kur'anî bilgilerden yoksun, mahrum hanımlarımızın türbe kapılarında zaman kaybetmeleri, falcılıkla, baht açtırma işleriyle, cinci, büyücü, sihirci kapılarını aşındırmaları da ayrı bir hastalıktır. Cuma namazlarından kovulmuşlar, boşta kalan hanımlarda tek çareyi, mahalle aralarında, 21 Yasin, 40 Yasin okumatla, tilavet işleriyle, pastalı, börekli, bol dedikodulu seanslar düzenlemektedirler!.. 

Hal böyle iken, nerede kaldı Peygamber hanımları ile, zamanımız hanımları arasındaki fark? Hz. Âişe (ra)'ın hafızasında 2210 tane hadis ezberi bulunurken, günümüz hanımlarının zihin dünyasında türbecilik, kabircilik, ölmüşlerine bol bol Yasin'i şerif devirmeleri bulunmaktadır. Anlamsız, içeriksiz, içi boş Yasinler!.. Devrime kadın aşısı!.. 

"Hz. Âişe'nin hayatını okuyanlar "İslâm kültüründe kadının adı yoktur." denilerek "pasifist" bir konumda değerlendirilen Müslüman kadın imajının tam tersini göreceklerdir. Karşımıza daha Resulullah'ın sağlığından itibaren ilmî, siyâsî, sosyal olaylara aktif olarak katılan, adı etrafında spekülasyonlar yapılan, tavır koyan, Peygamberin evini muhalefet odağına dönüştüren, yönlendiren, ayaklanma başlatan ve sanki adı " Âişe" olmasa kadın olduğu anlaşılamayacak olan bir insan vardır. Ve bu insan Hz. Peygamber'in eşidir, onun elinde yetişmiştir..." ( a. g. e. sayfa 125) 

Aslında, günümüz hanımlarının yapacakları tek şey vardır.. Sokaklardaki, kirden, pisden, irinden, tiksintiden kurtulmak istiyorlar sa ki- istiyorlar- Diyanet İşleri Başkanlığı'nı göreve davet etmeleridir. Pasiflikten, rivayetlerden, geleneksel anlayıştan kurtulup, Kur'an'ın emirlerini direkt, doğrudan, korkmadan, ürkmeden insanımıza anlatmalarıdır.

Sormak gerekir!.. Dün, Hz. Aişe (ra), İslam'ın bayraktarlığını, öncülüğünü yaparken, erkeklere nasihat ederek, Kur'an'dan kendi aklıyla hüküm çıkarırken, bu günkü hanımların aklı kıt, kafası yerinde değilmidir ki, zekaları, zihinleri çalışmıyormudur ki, Kur'an'dan uzak, hurafi şeylerle meşgul olsun veya sokaklarda zorba, cahil, barbar, vahşi, kendini bilmez erkeklerin yumruklarına, kurşunlarına hedef olsunlar?

Evet, hanımlarımız haklarını aramasını bilmemektedirler. Müftülüklerimiz ne için vardır, ne için her İl'de, her İlçe de görev yapmaktadırlar? Sadece, erkek cemaatlerin namazlarını kıldırmak, cenazelerini teşyi etmek için, ölülere mevlid merasimleri düzenlemek için mi vardır?

Hanım cemaatler, hakkını aramalı, niçin cuma namazlarında olmadıklarını, niçin cenaze namazlarından kovulduklarını sorgulamalıdırlar. Erkek cemaatler insansa, Allah'ın kulu ise, hanım cemaatlerde, yığınlarda insandır ve Allah'ın kullarıdırlar. Yevmi mahşerde, erkekler hesaba, cennete, cehenneme müstehak ise, hanımlarda aynı şekilde hesapla, kitapla, mahşerle muhatap olacaklardır.

Netice olarak;

Hanım cemaatlerin, örnek alacakları kahramanları bilmeleri, tanımaları, onları hayatlarında öncü, kılavuz, rehber edinmeleri aslî görevleri olmalıdır. Hz. Hatice (ra); Resulullah (sav), Hira'dan korku ile, panik ile evine gelmiş olduğu bir an, Hz. Hatice (ra), ona en büyük desteği veriyor, " Korkma!.. Sen, Allah'ın Resûlü olacaksın!.." diyordu.

Hz. Hatice (ra), malıyla, servetiyle, bütün imkanlarıyla yardım ve imkanlarını kullanıyor, Allah yolunda servetin, sâmânın, varlığın, dünya malının bir değerinin olmadığını ifade ediyordu.
İsterseniz, Hz. Ümmü Seleme'yi (ra) tanıyınız. Hudeybiye'de, Resulullah (sav) , sıkıştığı bir anda, nice erkeklerden üstün bir şekilde Hz. Peygamber'in karşısına dikiliyor, kurbanlarını keserek, Medine'ye dönmesini istiyordu.

Hz. Aişe (ra), tüm sahabelere meydan okuyor, görüşleri ile, düşünceleri ile, Kur'anî tavırları ile, ümmete yol gösteriyordu. O halde, ne oldu ki, günümüz hanımları ayaklar altında örseleniyor, eziliyor, kahroluyor, canavar tiynetli zavallıların hışımlarına uğruyorlar? Tüm bunları, sorgulamamamız, araştırmamız, incelememiz, suçluyu, suçsuzu bulmamız tarihi bir mes'uliyet olmaktadır. Geleneksel anlayış, "dedim" "dedi"ler bizleri buraya kadar getirmiş, daha ileriye, daha ötelere götürmesi mümkün gözükmemektedir. Onun içindir ki, Kur'an'ı okumaktan, anlamaktan ve yaşamaktan başka çaremiz bulunmamaktadır. Rabbim!.. İz'an, idrak ve akıl lütfetsin.. Selam ve dua ile..

Şerafettin Özdemir/ Hollanda

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *