Aman ya Rabbi!.. 23 yıllık Resulullah (sav) dönemi ve 30 yıllık halife-i Mürşide zamanı!.. Mekke'de başlayan Tevhidi kıvılcım ve aheste aheste yükselen İslâm güneşi!.. Resulullah (sav)'in, 13 yıllık Mekke'deki Tevhidi mücadelesi ve 10 senelik Medine'de kurulan site devleti..
İnsanlığın, susamışçasına, hasret kalmışçasına Tevhide veya diğer bir ifade ile Kur'an'a koşması.. Yıkılan Mekke oligarşisisi, tepe takla yerle bir edilen Lat, Hübel, Menat Uzza vb. putçukların ayaklar altına alınması.. Civar beldelerden akın akın gelen, İslâm'a gönül vermiş , Batılılara göre, çöl insanları!..
"Hz. Peygamber'in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebû Bekir, ancak iki yıl bu görevde kalabildi. Hz. Ömer halife olduğunda Müslümanlar Mekke- Medîne civarında birliği henüz sağlamış , dışarıya açılma ( fetih ) hareketleri henüz başlıyordu. Hz. Ömer'le birlikte halifeler döneminin en kapsamlı ve yoğun fetih hareketleri başladı.
On yıllık iktidarı boyunca İslâm kültür ve medeniyet tarihine damgasını vuran Hz. Ömer, H. 23. yılında bir suikasta kurban gittiğinde tarihin akışı yeni bir mecraya girmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber'le birlikte başlayan büyük İslâmî değişim, henüz 7. yy. başlarında olunmasına rağmen yüzyılı derinden sarsmaya başlamıştı. Hz. Ömer'le birlikte doğduğu toprakların dışına taşmaya başlayan İslâm fütuhatı, sadece on yıl içinde dönemin süper gücü Sâsânîleri yıkarak İran yaylarını İslâm'a açmış, Irak ve Suriye fethedilerek Bizans'a ağır bir darbe vurulmuştu.
On yıllık " kudretli Ömer." döneminde Mekke ve Medine'den çıkılarak başlayan" muhteşem fütuhat" 2.251.030 kilometrekarelik bir alana ulaşmış bulunuyordu. Hz. Ömer öldüğünde bugünkü İran, Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Azerbaycan, Ermenistan fethedilmiş, kuzeydoğuda Afganistan'a, kuzeybatıda ise Anadolu içlerine kadar dayanılmıştı.
On yıl içinde bir süper gücü tarihten silmenin, diğerini sarsmanın, ona yakın ülkeyi sınırları içine katmanın, onlarca şehri fethetmenin ne anlama geldiğini, bugün, Irak'ın işgali ile yaşananları göz önüne alırsak daha iyi anlayabiliriz. Batılı tarihçilerin " bir avuç çöl bedevisinin dünyayı sarsan ayaklanışı" dediği bu fütuhatın bir işgal ve yağma hareketi olmadığı, bir toplumsal-sosyal dönüşüm olduğu, o dönemde fethedilen ülke halklarının bu gün hâlâ Müslüman olarak kalmasından anlaşılıyor olmalıdır.
Bu ülkeler daha önce İskender, Cengiz Han ve Pers işgallerine uğramasına rağmen neden onlardan bugün hiç bir eser yoktur? Bu topraklarda o günlerden beridir yüzlerce siyâsî iktidarın gelip geçmesine rağmen bölge halklarının yaşadığı sosyal dönüşüm derin kültürel etkileriyle hâlâ devam ediyor...
Özellikle Hz. Ömer döneminde yaşanılan böylesi büyük sosyal değişim, yığınla sorunu da beraberinde getiriyordu. Yeni bölgeler, yeni kültürler, farklı inançlarla karşılaşılıyordu. Bu durumda değişimi yönlendirecek, yüzyılı sarsan siyâsî ve toplumsal sıçramayı besleyecek kültürel dinamikler geliştirilmeliydi." (İsl. Yenilikçileri, C 1, R. İ. Eliaçık, sayfa 109-110)
Ahh keşke!.. O müthiş ve muhteşem fütuhatlar, evrensel Kur'ânî düşünceler devam etmiş olsaydı. Bütün insanlığa, bütün beşeriyete ulaşmış, batılın içerisinde boşuna kulaç atmaya çalışan biçareleri felaha erdirmiş, kurtarmış olsaydı. O zaman ki Batı, perişandı, sefildi, sefalet içerisinde yaşıyordu. Kiliseler suskun, Havralar bıkkın, Kilise ve Krallar arasında kavga, döğüş ve sürtüşmeler yoğundu.
Ama, ne acı ki, İslâm'ın bu güzelliği, alternatifsiz yükselişi devam ettirilmedi. Batıya, batı krallarına, hanedanlığa, prenslere, prenseslere, saraylara, şatolara, kalelere, engizisyonlara özenen bir kısım insanlar, Hz. Ali (ra)'dan hemen sonra, İslâm'ın yükleşinin önüne, fütuhatlara engel olarak, Tevhidi dâvâyı, Kur'anî düşüncenin alemi çepe çevre kuşatmasını durdurdular ve önünü kesmiş oldular..
İbn-i Mes'ud diyorki: " Sizden hüküm vermek durumunda olan kimse önce Allah'ın kitabına baksın, onda bulamazsa Resulü'nün hükmüne başvursun; bunların her ikisinde de yoksa Salihlerin hükmettiği ile hükmetsin. Şayet bunların hiçbirinde hüküm bulamıyorsa " re'y" ine başvursun. Bunu da beceremiyorsa hüküm vermekten vazgeçsin... O'nun nass bulunmayan bir konuda "re'y"ini açıklayıp " eğer doğru ise Allah'tandır, yanlış ise benden ve şeytandandır; Allah da Resulü de bundan beridir." dediği bilinmektedir." (a. g. e. sayfa 114)
Netice ve sonuç olarak;
Batılı oryantalistler, müsteşrikler harıl harıl çalışmakta, İslâm'ın, Kur'an'ın nerede açığını buluruz. veya Müslümanları nasıl yıpratır, kendi aralarında ikiliğe, ayrımcılığa, birbirinden uzaklaşmayı başarırız diye ha bire çalışmakta, yoğun çaba göstermektedirler. İslam'ın doğuşuna 1500 yıl olmuş, ama, bahsi geçen ard niyetliler kampanyalarından, menfi çalışmalarından hâlâ vaz geçmiş değildirler. Zaten, batılıların Resulullah (sav)'in ve dört halifenin kısa sürede meydan okuyuşunu, perva etmediklerini, korkusuz oluşlarını incelemekte, ülkeler fethetmelerine akıl erdirememektedirler.
Ama, şunu bilmiyorlar, buna akılları ermiyor. Sahabe-i kiram, nâzil olan ayetleri ezberliyorlar, bunların ameli uygulamasını öğrenmeden, nefislerinde, aile bireylerinde devlette uygulamadan başka ayetlere geçmiyorlardı. Müsteşrikler, günümüz Müslümanlarının taklitçi haline bakıyorlar, bir de sahabe devrine bakmaktadırlar. Söz konusu iki nesil arasında büyük bir tenakuz, bir zıtlık gördükleri için, acaiblerine, tuhaflarına gitmektedir.. Dolayısıyla, mevzumuzu bir ayet meali bitirelim.
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. ( Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!" (Bakara sûresi, âyet 177)
Şerafettin Özdemir / Hollanda
Yorum Gönder