kadın-müslüman-dua
"Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…" (Ahzab-33)

Söze, sözlerin en güzeliyle giriş yapmaksa marifet; o halde Mevla’nın kelamından daha üstün bir söz söylenmemiştir…

Söze unutulmuş bir ayetle giriş yapmak istedim. Evet, unutulmuş bir ayet…
Zira günümüz modern dünya algısı unutturuyor bize SÖZ’lerin en güzelini…

Allah’ın kelamına ulaşmanın, mana derinliğini tatmanın, okumanın, belki de İslam’ı yaşamanın en kolay olduğu dönemde Mevla’nın bizden istediklerini unutuyoruz çoğu zaman. Özellikle de kadınsak eğer toplumda kendimizi kanıtlama ihtiyacı duyuyoruz.

Kadınız çünkü; anneyiz… Kadınız çünkü; eşiz… Bir erkeğin bile yüklenmeyi göze alamayacağı sorumlulukları yüklenmişiz. Nasıl olur da toplum kadını hafife alabilir? Nasıl olur da erkek, kadına “sen 1 adım geride dur” emri verebilir? Nasıl olur da çağ, kadına tüm özgür misyonları yüklemişken İslam kadını eve kapatabilir?...
Kadın, çocukken eline tutuşturulan oyuncak bebeğini büyütme görevini büyüdükten sonra da devam ettirmemeli. Okumalı; okuyup kendi ayakları üstünde durmalı. Zira annelerimiz, babaannelerimiz, anneannelerimiz okumadıkları için vaktiyle yer çekimine kafa tutmuşlardır öyle değil mi!?!

Kadın, kendi parasını kazanmalı, ileride yuva kuracağı kişiye muhtaç olmamalı; yuva evet… Günümüz dünyasında mantığını bile unuttuğumuz kavram. Evliliklerin karşılıklı yapılmış sözleşmeler haline geldiği, kadının kocasına el açmamak adına başka başka erkeklere elini açtığı, ağız kokusunu çektiği, gerektiğinde eşinden işitmediği azarı işittiği “modern” dünya algımız hayli seviliyor olsa gerek ki, kadın kalkıp “neden ben?” diye sormuyor bile…

Kadın okuyor… Kadın Allah kelamı dışındaki tüm ilimleri okuyor. Bilim insanı oluyor, Akademisyen oluyor, doktor oluyor, mühendis oluyor, öğretmen oluyor… Fakat açıp Kur’an’ı “Mevla hangi görevi istemiş benden?” diye sorgulamak aklına dahi gelmiyor…

Uzun zamandır kadın evine hasret evi de kadına. Sabahın nurunda düşüyor yollara çalışmak için. Binbir güçlükle dünyaya getirdiği, saçının kılını kıskandığı, üstü açılır da üşür diyerek gece uykusuna hasret kaldığı dönemlerden geçerek bir çiçek gibi büyütüp sütten yenice kestiği bebeğini ellerin vicdanına bırakıyor ve açıyor sokağın kapısını… Kendisi doğum boyunca aldığı kilolarını verebilmek, iş arkadaşlarına daha alımlı görünebilmek adına ağzına lokma sürmezken, akşam eve geç gelmesi sebebiyle yemek hazırlayamadığı için çocuğuna da dışardan birşeyler söylüyor, hem nasılsa çocuğu fast food’u da seviyor öyle değil mi?…

Ya eş?

Efendiler efendisi’nin “Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir." Buyurarak kadın üstündeki hakkının büyüklüğünü taş kadar ağır bir hadisle vurguladığı eş ne oluyor?

Eş belki günde 1 saat ya görülüyor veyahut da televizyon denen aletin zaman aralığında kayboluyor. Eşler de modern gündelik hayatın bu semptomuna alışmış durumda. Kadının Kendini kanıtlama çabasına çoğu zaman erkek de göz yumuyor. Kimbilir belki de işine geliyor. Kadının eve para getirmesi, bunca analık, eşlik görevi içinde hayatın bir de bu yükünü sırtlanması onun yükünü hafifletiyor. Fakat bu arada o da, kendinin eşi üzerinde eşininse kendi üzerindeki sorumluluklarını unutarak “hayat müşterektir” felsefesinin kurbanı oluyor. 

Belki gözünden kıskandığı eşini, patronların, çalışma arkadaşlarının, otobüsteki, minibüsteki binbir nazarın seyrine mazhar etmekten sakınmıyor. Nur Suresi’nin, Ahzab Suresi’nin kadına yüklediği o eşsiz değeri gözardı ederek, tesettürünü moderniteye esir ederek kendini ispatlamaya çalışan kadınını destekliyor çoğu zaman erkek; “özgürdür” diyor, “ben ona karışamam ki hem”…

Kendi ayakları üstünde duracak diye yarışa hazırlar gibi sınavlara hazırladığımız kızlarımıza hangi gün “O’nu Oku” telkininde bulunduk? Sırf çift maaşlı olacaklar diye çalışan kız arayan büyükler erkek evlatlarına hangi gün asıl güzelliğin ahlak güzelliği olduğunu anlattı? Yüzlerin, gözlerin harama bakmaktan yorulduğu, haramın hafızalarımızı her geçen gün biraz daha eskittiği sözüm ona modern dünyadan elimizi eteğimizi çekip hangi gün hayırlı nesiller için duada bulunduk?

Ne kadar paraya ihtiyaç duyduğumuz gerçek hayattaki ihtiyaçlarımızın neler olduğuna bağlı. Hep daha fazla para ve daha fazla lükse odaklanmış dünya öğretileri değil müslümanın baz alması gereken. Yiyin için israf etmeyin telkininde bulunan dine mensup, “doymayan nefisten sana sığınırım” diyen peygamberin ümmetinden, bir lokma bir hırka ecdanın torunları olarak bugünün lüks ihtiyacı kadına varolan görevi üzerine bir görev daha ekliyor. Kadın kendini ispatladığını sanırken modern dünyanın kölesi oluyor. Eşinin, evladının haklarını bir köşeye bırakıp hep daha fazlasına gözünü dikiyor. Bir ev, bir araba, bir emeklilik derken “bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu bir gün dahi kendisine soramadan şu ahir ömrünün sonuna geliyor belki..

Kadın naiftir… Kadın çabuk incinir… Kadın erkeğin sırtlanması gereken yükü üstlenmemelidir diye yüceler yücesi kadının bir ziynet gibi korunmasını istiyor. O yüzden değil midir efendiler efendisinin kızına “Zeynep” ismini verişi. Peki ya İslam kadına bu değeri biçiyorken neden kendimizi ucuzlatıyoruz?

Uygun şartlar ve uygun imkanlar olduğu ölçüde okuyabilmeli ve çalışabilmeli kadın. Ama hayatının baş köşesine çağın gerektirdiğini düşündüklerini değil İslam’ı koymalı. Onu ölçüt almalı. Çalışırken yahut okurken Allah’ı unutmamalı. “Bu yaptığım İslami açıdan uygun mudur?” diye sorgulayabilmeli. “Bugün Allah için ne yaptım?” diyebilmeli. “İşten güçten fırsat bulduğum esnada kaç kişiye Mevla’yı anlattım” diye sorabilmeli. “Ya ölürse, ya boşanırsam bu yüzden de ortada kalırsam” diye sıkı sıkıya tutunduğu yüzyıl ağacını, Allah’ın dilerse devirebileceğini unutmayıp tevekkül edebilmeli. Süslenip püslenip altın yaldızlı tabakta kendisine sunulan zulüm çorbasını tek yudumda içmeyi reddebilmeli. Annelerimizin, nenelerimizin dünyasında bizim vazgeçemediğimiz hiç bişeyin “vazgeçilmez” başlığı altında yer almadığını unutmamalı…

Evet, doğru biliyorsun hanım kardeşim, hayat gerçekten de müşterek. Erkek kendi görevinin kadınsa kendine biçilen değerin kıymetini bildiği sürece hayat hakikaten de müşterek. Yüceler yücesi yaradan kimselere layık görmediği görevi sana layık görmüşse şükretmeyi bırakıp burun kıvırmak neden?

Ey, değeri değerlerin de üstünde olan, değeri gözlerini kamaştırdığı için kendi önünü göremeyen “Kadın”;
Sen ayağının altında cennet bahçesi olan varlıksın. Bahçeni talan ettirme…

Yazar: Zeynep Kartal

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *