islam ahengi
"Ey iman edenler ! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münâfikûn sûresi, âyet 9)
"Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın." (Münâfikûn sûresi, âyet 10)
"Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdar." (Münâfikûn sûresi, âyet 11)

Yaşayan ölüler olur mu? demeyelim!.. Nice talihsiz, bedbaht kimseler vardır ki, daha hayatta iken ölmüşler ve ölümü yaşamaktadırlar. Sanki, onlara tüm mezar kapıları açılmış, hissiz yığınlar halinde bir o yana bir bu yana savrulup durmaktadırlar. 

Allah'a ubudiyyet yok, kıyam, rüku, secdeler yok, sosyal hayatta en küçük bir heyecanı, hissiyatı bulunmamaktadır. Ne yetimin başını okşar, ne öksüzün göz yaşını siler, ne de kimsesizin derdine derman olmaktadır. O halde, böylesi birine ne diye biliriz? Bu tür zavallılara "yaşayan ölüler" demekten başka söz bulmam mümkün değildir. 

Aslında, hoca efendilerin, mezar başlarında ölmüşlere telkin vermeleri, bir iş güzarlıktan, ölü sahibini memnun etmekten başka bir şey değildir. Yapılması gereken önemli icraat, "yaşayan ölüler"i bularak, onların beyin ve idraklerine Kur'anî bilgileri zerk etmek gerekmektedir.Çünkü;
"Hakikî manada ölüler ki, ne Hz. Peygamber'in onlara işittirme görevi vardır ne de onlar, kendilerine söyleneni duyma özelliğine sahiptirler! Artık onlar, iş ve sorumluluktan tamamen düşmüş,- Ebu Hanife'ye göre sadakayı cariye, kendisinden faydalanılan ilim ve lehinde dua edecek hayırlı evlat sahipleri hariç- amel defterleri kapanmış kimselerdir. Artık onlar, iyilik ya da kötülük, hiçbir şey yapabilecek durumda olmayan cesetlerdir.
Allah'ın her yetişkin insana bahşettiği fıtrî din, akıl, peygamber ve kitap gibi dört mükemmel hidayetten yararlanmamış, dünya hayatını boşa geçirmiş, geçici ve son derece önemli bir fırsat olarak verilen ömrü heba edip tüketmiş, kendisine sunulan imkânları gerektiği biçimde değerlendirememiş kimse; üstelik ölmüş ve toprağın altına konulmuştur. Böyle bir kimseye söz işittirilebilir mi? Kabri başında verilecek telkin, artık ölüye fayda verir mi? " ( Nuzûlünden günümüze Kur'an ve Müslümanlar, M. Z. Duman, sayfa 219,220)
Sabahın seher vakitlerinde hakka yönelmemiş, Cuma nedir, bayram nedir, cenaze nedir tanımamış, okunan ezanlar karşısında kat'iyyen vurdum duymazlığı yaşayan ölü bir hayatın sahibine telkinin ne faydası ola bilir ki? 

Hatta; "Sürekli olarak kötülükleri işleyip de ancak kendilerine ölüm geldiğinde birisinin:" Ben şu anda tevbe ettim... demesi tevbe değildir! Kâfir olarak ölmek üzere olanların ki de kabul edilecek tevbe değildir! İşte onlar, kendilerine can yakıcı bir azap hazırladığımız kimselerdir!" (Nisa sûresi, âyet 18)
Onun içindir ki, daha hayatta yaşarken, canlı cesetler veya "yaşayan ölüler" pozisyonuna düşmeyelim. Kahvelerde, kumarhanelerde, meyhanelerde, fitne, fücur sahalarında ömür tüketmeden, hakikat iklimlerinde ömür tüketmeliyiz. İşte, o zaman görülecektir ki, inkar yazgısı iflas edecek, çorak ve çöller yeşerecek, Kur'an böylesi ruhlara hayat suyu olacaktır!..Aksi halde;
" Allah Teala'nın, Kur'an'a karşı tavır almış, onu dinlememek ve anlamak istemeyen gayr-ı Müslimlere tehdid ve kahır dolu şu ifadesi karşısında Müslümanlar her halde çok düşünmeli ve paylarına düşeni almalıdırlar:
" Hakka karşı kulaklarını tıkayıp bilerek sağır, gözünü kapatıp kör ve apaçık haktan uzaklaşmış olanlara sen mi Kur'an'ı işittireceksin?" ( Zuhruf/40)
Kaldı ki hakikati görmek isteyen kör, anlamayan sağır bir kimse, Kur'an'ı dinlese, bu ona ne fayda sağlar ki:
Hatta Kur'an okuduğun zaman, onlar içerisinde seni dinleyenler de var! Şayet akıl etmiyorlarsa, sağırlara sen mi işittireceksin?" ( Yunus 42) (a. g. e. sayfa 220)

Netice olarak;

Kur'an'ın, beşerî idrakleri zorlaması için, sağda, solda ölüler gibi zevzek zevzek yaşayan insancıkları kurtarıp toplum hayatına kazandırmamız için, bizlere büyük görevler, büyük mes'uliyetler düşmektedir. Çünkü, asırlardır, Kur'an; ilgisiz, alakasız zeminlerde okundu, kabirlere, mezarlara taşındı, "ölüler istifade etsin" denildi ama, Kur'an, bu ameli kesinlikle reddetti. Reddetmesine, kabul etmemesine rağmen, softalar, yarı hocalar yine de Kur'an'ı ölülere taşıdılar, "dinle!" "dinle!" diye avaz avaz yırtındılar.

"...dünya hayatında Kur'an'ı amacına uygun ve istenilen tarzda okuyup işitmeyen, kavramayan ve yaşamayanlar; onun emir ve yasakları karşısında ölüden farksız olduklarını da bilmelidirler. Çünkü ancak ölüler ve sağırlar söyleneni işitmezler. O sebeple ne bedenen ölmüş ve dünya ile alakasını kesmiş olanlara ne de manen ölü sayılanlara ne Kur'an'ı işittirmek mümkündür ne de telkinde bulunmak!.

Öyleyse hayatı boyunca tebliğe kulak vermemiş, uyarılara hep sırt çevirmiş kimsenin, ölüm anında da iman ve islâma meyli olmamışsa, o kimseye, o esnadaki telkin fayda vermez ki kabri başında yapılan telkin fayda versin." (a. g. e. sayfa 221)

Son söz olarak, şunu demek istiyorum: Kur'an, yaşayan ölüleri dirilterek hayata kazandırmalı, ellerde, dillerde, gönüllerde gürül gürül Kur'anî sadalar yankı bulmalıdır!.. Rabbim!.. Bu temennilerimizi gerçekleştirsin!..Âmin!.. Selam ve dua ile..

Şerafettin Özdemir

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *