Kur'an-ı Kerim
Kopmayan bir ip olan aziz Kur'an'a sım sıkı sarıldığımız zamanlar da, öylesi büyük işler, büyük hizmetler, çalışmalar yapmışız ki, dünya milletleri bu gayret karşısında küçük dillerini yutmuşlar, hayretler içerisinde kalmışlar, isteyerek veya istemeyerek alkışlamak zorunda kalmışlardır. Örneğin, Asr-ı Saadette, kısa zaman sürecinde İslam'ın dünyaya meydan okur hale gelmesi, gönülleri fethederek, İnsanlığın fevç fevç İslam'a koşması bunun apaçık göstergesidir.

"Hep birlikte Allah'ın ipine ( İslam'a ) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız." (Âl-i İmrân sûresi, âyet 103)

Başka örnekler verecek olursam, Bedir, Uhud, Hendek, Malazgirt, İstanbul'un fethi, Mohaç, Niğbolu, Çanakkale, Millî Mücadele vb. kıyamlarda Müslüman millet olarak ayağa kalkışımız, dillerde tekbir, gönüllerde Allah sevgisiyle cihad meydanlarına koşmamız unutulmayacak misallerdir. 

Lakin, ne zaman ki, küçük fikirlere fırsat verdik, başkalarını taklit eder olduk, " İsrailiyat" ve " Ehl-i kitab"ı büyük görür olduk, kendimizi onların yıkıcı, tahrib edici kucaklarına teslim eder olduk, işte, o zamandan bu yana da perişanız, payimalız ve bedbin bir halde sefaleti yaşamaktayız. İsterseniz, bir alıntı ile ile konumuza devam edelim:

" 1- İsrailiyatın İslam kültürüne girmesinin sebepleri:
Kur'ân'ı Kerim'in naklettiği kıssaların pek çoğu Tevratta da geçmektedir. Hem Kur'an-ı Kerim, kıssaların ayrıntıları üzerinde durmazken Tevrat ayrıntılara girmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim bu kıssaları aktarırken ibret alınacak yönlerine dikkat etmekte, ibret alınmaya konu olmayacak hususlara temas etmemektedir. Okuyucuların bir kesimi özellikle de halk tabakası , alınacak ibretten çok kıssalardaki olaylara takıldılar.
Kur'an'da olayların ayrıntılarını bulamayınca bu isteklerini karşılamak için Ehl-i Kitaba müracaat ettiler. İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasının sebepleri konusunda ibnu Haldun şöyle demektedir:
" Araplar ne Kitap Ehli nede ilim ehli idiler. Bedevilik ve ümmilik onlara hakim idi. İnsan nefsinin arzu duyduğu kainatın yaratılış sebebi, yaratılışın başlangıcı, varlığın sırları gibi konularda bilgi sahibi olmayı arzu ettiklerinde onu önce kitap ehli olanlara sorar ve onlardan istifade ederlerdi.
Bu kitap ehli ise, Tevrat ehli olan Hristiyanlar idi. O gün Araplar arasında yaşayan Tevrat ehli de haddi zatında onlar gibi bedevi idiler. Tevrattan bildikleri Kitap Ehli'nden avam'ın bildikleri şeylerdi. İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasının diğer bir sebebi de, Ehl-i Kitaptan bazı alimlerin İslam dinine girmiş olmalarıdır. Bu bilginler ya diğer Müslümanların kendilerine müracaat etmeleri sonucunda ya da kendiliklerinden israiliyatı anlatıyorlardı." (V. Selimoğlu)

İşte, o gündür bu gündür, Müslümanlar olarak gerek batı kültürünün, gerekse İsrailiyat kültürünün etkisi altında kalmış, onların ortaya sürmüş oldukları hurafi, efsane yüklü yarım yapalak bilgileri baş tacı etmiş durumdayız. 

İsrailiyat hurafeleri, bid'atleri Müslümanların her alanına nüfuz etmiş, ameli yönlerine, itikadi hallerine varıncaya kadar girilmedik, baskı altına almadık bir husus bırakmamışdır. Evlilik, cennet ve cehennem, dünyanın ömrü, kıyametin ne zaman kopacağı, kader mevzusu, İsa (as)'ın hali, Mehdi ve Mesih çıkmaları vb. binlerce yabancı , İslami olmayan abartı dolu bilgiler, maalesef, hâlâ, camilerimiz de anlatılır, İslam'ın, Kur'ân'ın emirleri imiş gibi, bireylerin bilgilerine sunulur.

İsrailiyatın, hurafenin sonlandırılması için, tüm Müslümanların bilhassa, entelektüel takımın görev üstlenmesi en önemli ve mühim bir görevdir. Çünkü, avamın bu mevzuda şimdilik mes'eleyi kavraması, idrak etmesi zor görünmektedir.

"2- İsrailiyatın tarihçesi ve seyir çizgisi:
Arapların biri yaz, biri de kış mevsiminde olmaka üzere ticaret için iki yolculukları vardı. Nitekim Kur'an-ı Kerim de bundan bahsetmektedir. Kış yolculuğu Yemen'e, Yaz yolculuğu da Şam'a yapılıyordu ve buralarda çoğunluğu Yahudi olan Ehl-i Kitap yaşardı.
Gerek Arap yarımadasında ve gerek bu yolculuklar sırasında Araplarla Ehl-iKitap arasında ki münasebetlerin sonucu olarak Arap kültürüne Ehl-i Kitap kültürünün de karışmış olması tabiidir. Ancak cahiliye döneminde bu etkilenmenin büyük boyutlara ulaştığını söyleyemeyiz. Çünkü Araplar müşrik idiler ve Ehl-i Kitap kültürüne ilgi duymuyorlardı.
Etkilenme daha çok İslam'ın gelişinden sonra ve yukarıda dikkat çektiğimiz sebeplerle olmuştur. Netice Kur'an kıssalarının kaynağı, bizzat Kur'an'ın kaynağını ilgilendiren bir husustur. Kur'an'ın indiği dönemde Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar, Kur'an kıssalarının Tevrattan uyarlama olduğunu iddia etmedikleri halde günümüzde müsteşriklerin bazısı böyle bir iddia ileri sürebilmektedir.
Kur'an'da geçen kıssalarla Tevrat kıssaları arasında yapılacak bir karşılaştırma, Kur'an kıssalarına elde mevcut muharref Tevrat'ın kaynaklık etmeyeceğini açıkça ortaya koyacaktır. Ayrıca Muhammed (s) hem ümmi biriydi ve hem de o dönemde gerek Tevrat, gerekse İncil Arapça'ya tercüme edilmiş değildi. Kaldıki Muhammed (s)'in uslubunu ortaya koyan kendisinden nakledilmiş hadislerin üslubu ile Kur'an'ın üslubu arasında fark vardır.
Bu da kıssalarıyla birlikte Kur'an'ın tamamının Allah tarafından hem lafız hem de mana olarak indirildiğinin delilidir. Kur'an bir beşer tarafından yazılmış bir kitap olamaz. Nitekim indirildiği günden bu yana benzerinin getirilmesi konusunda meydan okumakta fakat bir benzeri ortaya koyulamamaktadır. Kur'an kıssaları hakkında bir delile dayanmaksızın ortaya atılan iddialardan biri de, kıssalarının vakii olmadığı; olay ya da şahısların gerçek olmasını gözetmediği , diğer sanat kıssalarında olduğu gibi kıssalara hayali unsurlar kattığı iddiasıdır.
Bu iddianın da bir dayanağı yoktur. Bu kıssaların bir çoğu anlatıldıktan sonra zikredilen: - Ey Muhammed! sana anlattıklarımız, gayb haberleridir. Bu anlatılanlar gerçek olarak anlatılmaktadır.- gibi ifadeler,kıssalarda hayali unsurların bulunmadığının kesin delilleridir. Bu iddiayı ileri sürenlerin niyeti ne olursa olsun iddialarını ispatlayacak bir delil ortaya koyamamışlardır." (V. Yavuzoğlu)

Dünü gerilerde bıraktığımıza göre, 21'nci asrın Müslümanlarının bu hususlarda çok dikkatli, kılı kırk yarar olmaları, tüm mes'elelerini, sorunlarını yüce kitabımız Kur'an'a havale etmeleri lazımdır.
Elimizde Kur'ân gibi bir ana kaynak var iken, Müslümanların çıkmaz sokaklara sapmaları, oradan, buradan bilgi devşirmeleri yakışıklı, olumlu ve müsbet değildir. Bilhassa, günümüz dünyasında, Kur'ân dışı bilgilere hiç lüzum ve gereksinim bulunmamaktadır. Çünkü, zamanımız akıl, mantık, Kur'ân çağıdır. Kur'ân'la oturup, Kur'ân'la yaşama zamanıdır. Rabbim, bizleri, hurafattan, bid'atlerden, uydurmalardan, yıkıcı, tahrip edici maksatlı bilgilerden muhafaza buyursun!..Âmin!... Selâm ve duâ ile...

Şerafettin Özdemir

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *