Ülkemizde Kuran-ı Kerim Okuma Seferberliği Nasıl Gerçekleştirilebilir ?
Ülkemizde Kuran-ı Kerim Okuma Seferberliği Nasıl Gerçekleştirilebilir ?
" Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye ( âyet âyet, sûre sûre ) ayırdık; ve onu peyderpey indirdik. " ( İsrâ sûresi, âyet 106 )
" De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o ( Kur'ân ) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. " ( İsrâ sûresi, âyet 107 )
Bu ayetin izahı şöyledir: Kur'an'ın indirilmesinden önce "kendilerine ilim verilmiş olanlar" daha önce indirilen kitapları okuyup
vahyin ne olduğunu bilenler, peygamberlik alametlerini öğrenen ve hak ile
batılı ayırdedecek bir güce sahip bulunmuş olanlar ya da Resulullah (sav)'in
peygamberliğini önceki kitaplarda
anlatılan sıfatlarından anlamış olanlardır. Çağlar oldu, Kur'anî seferberlikten, hareketten yoksun bir şekilde,
hissiz yığınlar halinde yaşayıp gitmekteyiz.
Bu ahvalimizi ne sorgulayan, ne soran, nede sorduran bulunmaktadır. Her
şey kendi kaderine, kendi yörüngesine terkedilmiş, bir Allah kulu çıkıp da
"bizim bu halimiz ne olacaktır?" sorusunu sormamaktadır.
Camilerimiz, mescidlerimiz desek hakeza aynıdır. Kur'an Kurslarımızda,
İHL'lerimiz de bir canlılık, bir kıpırdanma göze çarpmamaktadır. İlahiyatta
hocalarımız, Başkanlığımız, " böyle
gelmiş, böyle gider" hesabıyla günleri tüketmekte, yılları
harcamaktadır. Şimdi, şu satırlara dikkat çekmek istiyorum:
Dine, din istismarcısının verdiği zararı hiçbir şey vermemektedir. Bunu Müslümanların çoğu, Hristiyan engizisyonlarının insanları din dışı ilan etmelerinde, papazların günah çıkarmalarında çok iyi görür. Fakat aynı göz ne yazık ki kendi istismarcısının insanları cehennemlik ilan etmesinde, Kur'an'a ilave din oluşturmasında aynı hassasiyeti göstermez.
Evet, Hristiyan papazlar nasıl dini kendilerinin tekeline almak için
insanlara zulmettilerse, aynı zulüm bizim dinimizde de olmuştur. Falanca papazın kerametleri,
üstünlükleri, o yüzden dinlenmeleri gerektiğinin hikâyeleri nasıl
Hristiyanlıkta anlatılmışsa; bizde de falanca şeyhlerin, imamların, evliyaların
kerametleri, üstünlükleri , rüyalarında
Allah'ı bile gördükleri, bu yüzden onlara uyulması gerektiği
anlatılmıştır." ( tevhidnesli[.]de)
Allah'a hamdolsun ki, ülkemiz de
yüz bine yakın camii ve görevli bulunmaktadır. Ama, ne hazindir ki,
eksik tarafımız, yanlışımız, geri plana attığımız husus şu olmaktadır. Aziz
kitabımız Kur'an'ı Kerim'in okunmasının
hemen akabinde, milletçe anlaşılması ve yaşanma gerçeğinin olmamasıdır. Tabii ki, bu tek taraflı anlamadan okunma durumundan en çok aziz
milletimiz zarar görmektedir. Niye zarar görmektedir? İsterseniz, Allah rızası
için bir tetkik ediniz, 21 Yasin, 40 yasin, 52 Yasinlerin peşinden yapılan
dedikoduları, ölüleri, nasıl cennete yolladıklarını bir dinleyiniz. Hakikaten,
bu eksikliği, bu noksanlığı taa yüreğinde, gönlünde hisseden bizler, İslam'da
bir reform taraftarı kat'iyyen değiliz.
Ama, şöyle bir reform taraftarıyız ki, Diyanet, Müftüler, Vaizler ve
İmamlar , ister kabullensinler, isterse kabullenmesinler, yüce dinin içerisine
girmiş, çöreklenmiş ne kadar hurafe ve bid'at varsa tamamının ayıklanmasını
istemekteyiz. Bunun adı da reform ise, reformdur, temizlikse temizliktir
diyelim. Dolayısıyla; Türkiye açısından olaya bakarsak Sünni ağırlıkta olan Diyanet
kurumunun düzenlenmesi en önemli şart olarak gözükmektedir. Ne yazıktır ki
sorulara Kur'an'a dayanarak değil, Sünni fıkhına, mezheplerin İslamına
dayanarak cevap veren Diyanet'e göre hurafe deyince akla türbelere bez
bağlamak, türbelerde mum yakmak gibi şeyler geliyor. Kendisi gırtlağa kadar
hurafelere boğulmuş kaynaklara gönderme yapan Diyanet'in, hurafe deyince sırf
bu tarz şeyleri anlaması ne acı!
Ayrıca İmam hatip liselerinde ve ilahiyat fakültelerinde Sünniliğin
Hanefi kolunun hegemonyası ağırlıktadır.
Bu mezhepçi anlayış ise kitlelerin Kur'an'la arasına mezhep duvarı örmektedir. İmam hatip liselerinde yetişen Sünni Hanefi din görevlileriyle bu
mezhepsel anlayışın devamı sağlanmakta ve Hanefi imamlarla en ücra köylere
kadar Kur'an'ın dini yerine; ilmihal kitaplarından, mezheplerden öğrenilen din
yayılmaktadır. Diyanet kurumundan, ilahiyata, imam hatiplere kadar her yer tek
yanlı Hanefi mezhebinin öğretileriyle doludur.
Bu yüzden başta bu kurum ve kuruluşların değişikliğe uğraması
zorunludur. Yoksa daha uzun yıllar hurafe deyince bez bağlanan, mum yakılan
türbelerden başkasını anlamayacağız. Ülkemizin ikinci büyük mezhebi ise
Aleviliktir. Camii ile aynı manaya gelen ve aynı kökten türeyen " Cem evi
" terimiyle bu mezhebin ibadet yeri bile değiştirilmiştir." (
tevhidnesli[.]de)
Ülkemiz de, Hanefilikten sonra, ikinci büyük mezhep mensuplarının
Aleviler olduğundan bahsedildi. Hakikaten, yukarı satırlarda da arzettiğim
gibi, yüz bin yetişmiş elemanın bulunacak, İlahiyat fakülteleri bulunacak,
Profesörler, Doçentler, mesleki kariyer sahibi insanlar boy gösterecek, ama,
aynı dinin insanları, bir noktada buluşamayacak, ne namaz, ne oruç, ne kıyam,
ne ruku, ne secdeler!..
Aleviler kesimi, yeterince dini tahsil yapmamış dedelerin önünde
iradesizce diz çökecekler, körü körüne, onlara taparcasına yerlere eğilip, şuursuzca tazimde bulunmakta ne demektir?
Oysa, Aleviler Müslümandır diyoruz.. Tabii ki, Müslümandırlar.. Lakin,
asırlardan beri işin yanlış tarafı mezhepçilik olmuş, Ali tarafgirliği, Muaviye
sempatizanlığı olmuştur.
Halbu ki, Kur'an tarafgirliği olsaydı, İslam taraftarlığı olsaydı, bu gün yaşamakta olduğumuz, kör düğüm olan
keşmekeşlik bulunmayacaktı. Ne olacaktı
biliyormu sunuz? Mabed tek. Ezan tek, Kur'an tek, İslam tek, Kabe tek
olacaktı!.. Ama, olmadı, halen de olmamaktadır.. Sorumluları, mes'uliyet
sahiplerini Allah'a havale ediyoruz!.. Sözün burasında, H. Onat hocayı
dinleyelim:
" İnsan, yaratılışı gereği inanan bir varlıktır. Din olgusunun insanla birlikte varoluşu insanlığın tarihi akışına damgasını vurmuş olması, sürekli inanacak bir şeyler aramaktadır. Bu arayışların merkezinde, Tevhid ilkesi vardır; bütün peygamberler, insanları Tevhid çizgisinde tutabilmenin mücadelesini vermişlerdir Tek tanrı inancına ulaşmayanlar, önlerine çıkan her şeyi kolayca putlaştırabilmektedirler. Öyle ki korkulan ve sevilen şeylerin putlaştırılmasının yanında, arzu ve heveslerin bile putlaştırıldığını görmekteyiz. Her putlaştırma olayı, insan özgürlüğünün adım adım yok edilmesi demektir. Gerçek özgürlüğe açılan kapı, tek Tanrı inancından geçmektedir. " ( 1. Kur'an Sempozyumu, H. Onat, sayfa 418 )
Netice olarak;
Ülkemiz de; acilen bir Kur'an'ı anlama seferberliği başlatılmalıdır. Hem
de, tezden, tez elden, yarından da yakın olmak şartıyla.. Camilerimizde, Kur'an
Kurslarımız da, İHL.ler de, İlahiyatlarda yeniden bir yapılanmaya gidilerek,
Kur'an'ı okuma, anlama ve yaşama ağırlıklı çalışmalar yapılmalıdır.. Yoksa, bu kör gidişin önünü almamız mümkün olmayacaktır. Camilerimiz de,
evlerimiz de ve her yerde Kur'an'ı az okuyacağız, ama, bihakkın okuyacağız.
Tıpkı, Hz. Ebubekir (ra)'ın okuduğu, tüm sahabe-i kiramın okuyup, anlayıp,
yaşadığı gibi..
Günde, bir sayfa Yasin okuyacağız, akşamları mihrabiye olarak,
Amener-Resulü'nü okuyacağız, ama, ne buyurdu, ne buyuruyor, anlam çalışmasına
döneceğiz. Yani, takdir edilecektir ki, herkesin bihakkın arapça lisanının
öğrenmesi mümkün değildir. Ama, görülen odur ki, meal çeşitleri, tefsir çokluğu bu ihtiyacımızı
karşılamaktadır. Onun içindir ki, milletçe var mıyız Kur'an'ı anlama
seferberliğine?.. Rabbimiz.. Bu uğurda, bizlere kolaylık, esenlik versin,
müşkülat vermesin!.. Selam ve dua ile..