Kuranın hükümleri
    " Onlara bir mucize getirmediğin zaman, ( ötekiler gibi ) onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu ( Kur'an ), Rabbinizden gelen basiretlerdir ( kalp gözlerini açan beyanlardır ); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir." ( A'râf sûresi, âyet 203 )
    " Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin." ( A'râf sûresi, âyet 204 )

    Zikredilen ayeti kerime şu hususu izah etmektedir; Gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında Kur'an okunurken, onun manalarını iyice anlamak, öğütlerinden faydalanmak ve davranışları ona göre ayarlamak için bütün dikkatleri ona vermek ve sükût etmek gerekir. Hele, ehlince okunan Kur'an karşısında huşu ile, huzur ile dinlememek mümkün değildir. Yüce Kur'an'ı dinledikçe, dinleyenin imanını, ona karşı güvenini artırmaktadır. Çağlar boyunca, atalarımız, Kur'an'a karşı kat'iyyen saygısızlık, hürmetsizlik gibi bir davranış içerisinde bulunmamışlar, onu, elden ele, dilden dile dolaştırmışlardır. 

Ancak, diyorum ki, keşke böylesi Kur'an sevdasının yanında, onu anlamaya, onun hükümlerini gönüllere nakşetmeye yönelmiş bulunsalar idi!.. Örneğin cihangir devletimizin kurucusu olan Osman Gazi'nin, Kur'an karşısında destanlaşmış bir tavrından, bir halinden bahsedilmektedir. Şimdiler de düşünüyoruz da, Osman Gazi'nin böylesi bir davranışı neyi amaçlamış, bu mevzuda tavrı ne idi? diye düşünmeden edemiyoruz!..

    İsterseniz bu hususun, bir Kur'an Sempozyumunda dile getirilişinden örnek vererek ele alalım: " .. Şimdi Sultan Osman Han'ın, - bu hep söyleniyor, bizim halkımızda bir şuur altı yaratmıştır- Kur'an'ın bulunduğu odaya girmiş de ayaklarını uzatmadan sabaha kadar beklemiş. Kusura bakmayın bu bir nass gibi bir şey değil ama biz bunu bir tartışalım.

    Ben altı asır devam etmiş bir imparatorluğun bânisi bir adamın böyle bir sakatlık yapacağına inanmıyorum. Şimdi bakın! Koca cihan imparatorluğunu kuracak Osman Gazi o gece eğer vakti varsa, istirahati müsaitse açardı Allah'ın kitabını okuyacağı kadar okur, yatar uyurdu. Sabaha kadar ne demek ayakta durmuş, Kur'an orada asılı diye?

    Bu işte, Allah'a kafa tutarcasına üretilmiş bir sahte kutsallığın milletin şuuruna musallat edilmesidir. Ben bunu kabul etmiyorum ve Osman Gazi'ye de böyle bir şeyi ben mal etmiyorum. İslam'ın hangi nassında, hangi değerinde, örfünde var, Kur'an'ı Kerim'in olduğu odada yatılmaz diye?! Kur'an'ı indirip okusana.

    Oraya asıp, tepeye el uzanmayacak yerlere asıp, ondan sonra ayağını toplamakla kimi kandıracaksın? Bunları artık yakanızdan silkin artık. Bunlara İslam'ın değer verdiğini zanneden aldanır. Siyasi yapıyla ilgili. (yani devlet yönetimi ve saire ile ilgili) Şimdi Kur'an'ı Kerim toplumların yönetiminde olması gerekenleri veriyor, yolunu, formülünü vermiyor. Bu nasıl gerçekleşiyor? İşte onu vermiyor. O, zamana zemine bırakılmış. Ama adalet ilkesini veriyor, şura ilkesini veriyor, emanete riayet ilkesini veriyor. Az şey mi bu? Daha fazla açmıyorum bu konuyu. Bunları veriyor fakat bizim elimizi kolumuzu bağlayan şekil vermiyor, form vermiyor.

    Eğer onu verse evrensellikten söz etmemiz mümkün olmazdı. O bakımdan bu hassas bir meseledir.  ' İslâm bu konuda hiçbir şey demiyor' demek yanlış. Ama herşeyi de- böyle muhtarın bağlı olduğu yönetmeliği de- verecek şekilde herşeyi dizayn edip karşımıza koyuyor gibi bir beleş de yok Kur'an'da. İşte olması gereken evrensel prensipleri, ufuk çizgilerini veriyor. Gerisini zamana ve mekâna göre siz dolduracaksınız." ( 1. Kur'ân Sempozyumu, Doç. Dr. H. Onat, sayfa 439 )

    Sanırım, bu muhteşem ve müthiş alıntı Kur'an karşısındaki tavrımızı, lakaydiliğimizi ortaya koymaktadır. Hem de, ecdada iftira edercesine mes'eleyi izah etmektedir. Ne demek? Osman Gazi, bir ulu devletin, cihangir medeniyetin temelini atmış olacak, ama, Kur'an karşısında sadece ona bakmakla, onu seyir etmekle yetinecektir?
    Ne acı ki; nice vaizlerimiz, nice konferansçılarımız bu mes'eleyi, bu ilkel anlatımı destanlaştırarak, ballandıra ballandıra anlatırlar. Maalesef, dinleyen, Kur'an bilmez, meal, tefsir okumaz kesimlerde elleri patlarcasına bu hususları alkışlarlar.. Sanki Osman Gazi'nin yapmış olduğu -- şayet yapmış ise- marifetmiş, büyük bir olaya imza atmış gibi kabulleniriz.. Hayır hayır.. Bu tür şeyler, uydurmalar, efsaneler, aziz ecdadımıza başlı başına bir iftira ve onları töhmet altında bırakmaktır.

    Biliyor musunuz? Bu tür safsata şeyleri yıllarca aziz cemaatlerimize dinlete dinlete,  nice Kur'an dışı şeylerin zuhur etmesine sebep olduk!.. Mevlid okumanın ibadetleştirilmesine, iskat ve devir denilen Kur'an dışı eylemlerin olmazsa olmaz durumuna getirilmesine, İsa'nın gökten inmesinin yaklaştığı düşüncesine, Mehdi bekleme saçmalığı !.. Bu mevzuda, Hasan Onat hoca efendiyi dinleyecek olursak;

   " Mehdilik iman esasları içinde Sünni akaid'de var gibi bir şey anladım, bence o yok. Sünnî muhitlerde; Sünni itikad içinde, manifestoda, itikad esasları içinde mehdiliğe iman diye bir şey yoktur. Hatta yanılmıyorsam hadis uleması bu konudaki hadîslerin de ittifaka yakın bir biçimde mevzu oldukları düşüncesindedirler." ( a. g. e. H. Onat, sayfa 439 )

    Netice olarak;

    Hollanda ülkesinde, yıllarca görevli bulunduğum camime şimdilerde sadece cuma namazı kılmaya gitmekteyim. Ama, gelin görün ki, ne zaman camiye girsem, yaşlı bir cemaatım hacı efendi, Mehdiyi anlatmaktadır. Rüyasında görmesinden, zuhur etmesinin, çıkmasının yakın olduğundan  bahsetmektedir. Oysa, kendisinin genel İslâmî kültürü, Mehdi mes'elesini kaldıracak, anlatacak seviyede olmadığı halde, insanlarla lüzumsuz yere tartışması, ümitsizlik vermesi, huzursuzluk çıkarması, kıyametin koptu kopacak olmasından bahsetmesi, insanları yılgınlığa, tedirginliğe, buhrana sevketmektedir.

    Ne acı ki, asırlardan beri Müslümanlar, Hristiyanlarla böylesi mevzularda yarış halindedirler. Onlar, İsa'nın gelmesinin yakın olduğunu iddia ettikleri gibi, bizim Müslüman kardeşlerimiz de onlara uymakta, İsa'nın yolunu gözler olmuşlardır. Olmadı, başka iddialar ortaya sürüp, Mehdilik, Deccal, kayıp imam vb. hususları din kitaplarına yerleştirerek, bu mevzularda, bir türlü  yüce Kur'an'ın nasıl bir emri ferman buyurduğunu göz ardı etmektedirler. Oysa,

     Mes'eleyi,  Kur'an'a taşımış olsalar, vallahi, zihinleri, düşünceleri ümitsizlikten kurtulacak, kafa ve kalpleri sağlıklı bir şekilde düşünmeye başlayacaktır. Ne diyelim?.. Rabbim!.. Güzel, berrak, Kur'anî düşünce ve idrakler lütfetsin!.. Selam ve dua ile..


Şerafettin Özdemir/ Hollanda

Gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında Kur'an okunurken, onun manalarını iyice anlamak, öğütlerinden faydalanmak ve davranışları ona göre ayarlamak için bütün dikkatleri ona vermek ve sükût etmek gerekir. Hele, ehlince okunan Kur'an karşısında huşu ile, huzur ile dinlememek mümkün değildir. Yüce Kur'an'ı dinledikçe, dinleyenin imanını, ona karşı güvenini artırmaktadır. Çağlar boyunca, atalarımız, Kur'an'a karşı kat'iyyen saygısızlık, hürmetsizlik gibi bir davranış içerisinde bulunmamışlar, onu, elden ele, dilden dile dolaştırmışlardır.

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *