İslami Esaslara Göre Allah'ın Varlığı
" Bedeviler " İnandık " dediler. De ki: Siz iman
etmediniz, ama " Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize
yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiç bir
şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." ( Hucurât sûresi, âyet 14 )
Ayeti Kerime'nin nüzul sebebi şöyledir: Esed oğullarından bir topluluk,
bir kıtlık yılında Medine-i Münevvere'ye gelerek iman ettiklerini söylemişler ve Hz.
Peygamber'e "Sana yüklerimiz ve ailelerimizle geldik. Seninle falan kabile
gibi savaşmadık" demişler, sadaka istemişlerdi. Ayet onların bu durumunu tahlil ederek, onların kalpten tasdik
etmediklerini, sadece dilden teslimiyetlerini belirttiklerini ifade etmektedir. Biz bir kimsenin imanını ölçemeyiz.
Bir kimse ' ben inanıyorum'
demek suretiyle de başkasının imanını düzeltmesine imkân yoktur. '
Subjektiftir' dedik. Kalple ilgilidir. Metafizikî bir meseledir. İlim
objektiftir. Aslında ilmi yapan akıl o da metafizikî bir varlıktır. Ama temas
ettiği konu doğrudan doğruya objektif olduğu için herkes bunu kontrol edebilir.
'
İlim, ilmin yanlışını ortaya koyabilir. İman, imanın yanlışını ortaya koyamaz'
dedik. İmanın yanlışını ancak ilim ortaya koyabilir. Bunun için Kur'an ' fa'lim
ennehü La ilahe illallah'. Buhari bile ayet-i kerime'yi ele alarak diyor ki: el ilmu kable'l-kavli ve'l-amel' ( İlim imandan ve amelden öncedir ). Bu, İmam
Buharî'nin bu ayeti kerimeden istinbat ettiği mânâdır ve doğrudur.
İşte bunun için, şimdi bu benim
değerlendirmeme itiraz edenlerin, başkasının dinlerine taarruz etme hakları
yoktur. Çünkü, ben Kur'an-ı Kerim'e dayanarak bunu iddia ettiğim zaman
başkasının dinlerinin de doğru olup-olmadığını söyleme hakkını elde etmek
istiyorum.
Bu da Kur'an'ın davasıdır. Çünkü Kur'an insanların imanını düzeltmeye,
ıslah etmeye gelmiştir. Kur'an-ı Kerim insanların imanını tenkid ediyor. Bir
bakıma da değer veriyor. Tabii hangi bakımdan değer verdiğini anlatma imkânım
olmadı. " ( 1. Kur'an Sempozyumu, H. Atay, sayfa 454 )
Evet, inkar dünyasından, şirkin, riyanın bataklığından kurtulup yüce
Allah'la hemdem olmak ne güzeldir değil mi? Gönül evinde, O'ndan başkasının yer
almaması, benlik, hırs, ihtiras, makam-mansıb, mal, ucub, gurur,kibir, dünyaya
bağlanmak gibi iğreti şeylerden uzaklaşıp, bilerek, imanın tahsilini yaparak,
düşünerek, kainatı tefekkür ederek Rabba bağlanmak ne demektir? Bundan âlâ,
bundan erdemli bir haslet olabilir mi? Maalesef, küfür ve şirk dünyası, çevremizi, evimizi, şahsımızı,
ailemizi, çocuklarımızi, ülkemizi, milletimizi öylesine sarmalamıştır ki,
kurtulmak için çırpınıyoruz, çırpındıkça daha aşağıya, daha gayyaya doğru
batmaktayız. Çünkü, yaşantımızda Kur'anî değerler yoktur, Resulullah (sav)'in imanı gibi, sahabe-i kiramın
anlayışı gibi bir anlayışa sahip değiliz de ondan.
Bu gün kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar hayatlarında
birçok şirk veya şirk bulantısı olduğu halde Kur'an'a yöneliyor ve ondan
istifade etmeye çalışıyorlar. Oysa Kur'an'ın temel hedefi şirki ve şirk
amellerini yok ederek insanları aydınlığa, yani şirksiz bir hayata sevk
etmektir. Sahabe Kur'an'a yönelmeden önce imanı öğreniyor, hangi şeylerin imana
zarar verdiğini iyice idrak ettikten sonra Kur'an üzerinde yoğunlaşıyorlardı.
Cündüb b. Abdillah şöyle der:
" Bizler ergenlik çağında iken üç-beş genç olarak Peygamber
(sav) ile beraber bulunduk. Biz Kur'an'ı
öğrenmeden önce imanı öğrendik. Ondan sonra Kur'an'ı öğrendik. Bu sayede de imanımız arttı." Abdullah İbn-i Ömer (ra)'ın üstte nakledilen rivayeti destekler nitelikteki
şu mükemmel tesbitini çok iyi düşünmek gerekir.
" Uzun bir ömür sürdüm. Bizim her birimize Kur'an'dan önce iman
veriliyordu. Sonra öyle zamanlar gördüm ki, onlara imandan önce Kur'an
veriliyor, o da Fatiha'dan sonuna kadar onu okuyor, ama ne emrettiğini , neleri
yasakladığını ve nelerin bellenmesi gerektiğini bilmiyor."
Sahabe böyle idi. Kur'an okyanusuna dalmadan önce imanı ve imanla
alakalı meseleleri güzelce öğrenir, sonra Kur'an okyanusuna dalarak onun derin
manaları içerisinde yüzerlerdi. Bu nedenle bir insanın Kur'an'a yönelmeden önce
" Acaba benim hayatımda şirk var mı? Allah'ın razı olmadığı bir inanışa
sahip miyim?" diye kendisini iyiden iyiye hesaba çekmesi gerekmektedir. Bunu yaptığında Allah onu
mutlaka doğruya iletecek ve kendisine -şayet varsa- şirklerini göstererek tevbe
etme imkânı verecektir." ( arzusucennetolanlar[.]com)
İşte, hidayet yurdunun imanlı erleri böyle olmalıdırlar. Uydurma, otomat
tipler değil, taklitçi bir iman değil, gerçekten, araştırarak, analiz yaparak,
düşünerek, tahkiki bir imana sahip olmalıyız. Hem Allah'a inanacaksın, hem
Kur'an diyeceksin, hem din-İslam diyeceksin, hemde, hurafeye, batıla, uydurma
şeylere kendini kaptıracaksın. Sihirle meşgul olmak, büyü yaptırmak, cinciye, cindara gitmek, türbe
kapılarını aşındırmak, yatırlara kurban adamakda nedir? Daha olmadı, 21 Yasin,
40 Yasin okuyarak mezarlara, kabir kapılarına koşmak, ölülerin mezarları
başında inlemek, inlemek bir oyalama, bir kandırma, bir Kur'an'dan kaçış
ameliyesi değil de nedir öyleyse?
" .. Bakınız benim anlayışıma göre ilim statiktir. Bir şeyin
doğru-yanlış olduğunu söyler. İman söylemez. İman hareket ettirir İman bir
dinamodur. İnsan bir şeye inandığı zaman, niyet ettiği zaman iman onu hareket
geçirir. Bunun için Kur'an-ı Kerim imana ehemmiyet veriyor. Bildiğini yapabilme gücü vardır imanda. İman
inandığı zaman bu işi yapar. Bu bakımdan imanın kıymeti var.
Fakat iman ilme dayandığı zaman da İslâmî iman olur. İlme dayanmadığı
zaman da hristiyanî iman olur. Çünkü 1140 yıllarında ölen St. Anselmus diyor
ki: ' Ben inanırım, ondan sonra ilim yaparım'. Kant da aynı şeyi diyor, imanı
kurtarmak için ilmi inkâr ediyor. Bu Hristiyanlıktır.." ( 1. Kur'an
Sempozyumu, H. Atay, sayfa 454 )
Netice olarak;
Hissiz, inançsız yığınlar olmaktan kurtulmak için, imana dönüş yapma
zamanındayız. Hem de kuvvetlice, kalbimize, önlümüze, kelime-i tevhid
düşüncesinden, inancından başka bir şeyi sokmamak üzere. Onun içindir ki, Hristiyan aleminin içerisinde yaşadığı kabus ve kaotik
durum, manzara böyledir. İsa'nın kul oluşu, nasıl doğduğu, kimden dünyaya
geldiği, bir insan Allah'ın oğlu ola bilir mi? Papazların, rahibelerin dindeki
etkinlikleri ne olmalıdır? Kilise insanlığa neleri vermektedir? gibi soruları
kendilerine soramadıkları için mağduriyeti, yüreklerin viran oluşunu
yaşamaktadırlar. Hristiyan kesimlerde, his yok, imani heyecan yok, itikadî, vicdanî bir
ürperti bulunmamaktadır. Hatta, genç yaşta ölmüş evladı, yer işgal etmesin diye
yakılırken bile, en küçük bir üzüntü, en ufak bir teessür
emaresi görülmemektedir.
Çünkü, kuru ve ruhsuz bir alem onlara böyle bir şey dememektedir. Yemek,
içmek, şehvet, her türlü iğrençlik, çılgınlık, rezalet onların kapısında
beklemektedir. Lutîlik denilen ahlaksızlık, aleniyete dönüşmüş, resmîleşmiş,
yasallaşmış durumdadır. Son söz olarak, iman gereklidir, hem de bir Allah'a
iman etmek!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir/ Hollanda
Yorum Gönder