" ( Resûlüm! ) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namaz kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette ( ibadetlerin ) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." ( Ankebût sûresi, âyet 45 )
Zikredilen âyeti kerimenin yorumu şöyledir: Âyet, günaha götüren arzu ve
isteklerin baskısından felaha ermenin, kurtulmanın ve ruh yüceliğine erişmenin
en sağlam yolunu göstermektedir. Şüphesiz bu, en geniş anlamda " Allah'ı
anmak" tır. Kur'an tilaveti ve namaz, bunun en başta gelen şekilleridir. Hakikat şu ki, Kur'an'ın manalarını düşünenler için, Kur'an tilaveti,
daha önce farkına varılamayan bir çok manaların açığa çıkmasını sağlar; insanı
yüce ve ulvî bir âleme götürür. Onun içindir ki, Kur'ân tilâvetinin fazileti
ile ilgili pek çok mütevatir hadisi şerif vardır.
Hakkı verilerek kılınan namazın da, müslümanın ruhunu ulvîleştireceği ve mutlak surette fuhşiyyat ve kötülükten alıkoyacağı, zikredilen âyette ve bir çok hadiste ısrarla belirtilmektedir. İyiliğe, hayra, güzelliğe sevketmeyen, kötülüklerden alıkoymayan kılınan bir namaz ise, İslâm'ın büyükleri tarafından, sırtta taşınan bir vebal olarak nitelendirilmiştir.
Kur'ân'ı Kerîm müfessirlerinden Fahru'r-Râzî der ki: "Bir zamanlar, (Yalnız şu Fatiha sûresinin ihtiva ettiği faide ve
nefiselerden on bin kadar mesele çıkarılması mümkündür! ) sözü dilimden çıkınca,
bazı kıskançlarla birtakım bilgisizler ve inatçılar, beni de kendileri gibi
ispatlayamayacağı iddialarda bulunur, söylediği sözü isbat kaydında bulunmaz
adamlardan sandılar. Şu kitabı ( Mefâtihu'l-gayb ) yazmaya başlayınca,
Fatiha'dan o kadar mesele çıkarılabileceğinin mümkün bulunduğunu göstermek ve
uyarılabilecekleri uyarmak için şu önsözü düzenledim." ( resulullah[.]org )
Onun içindir ki, Müslüman milletler olarak Kur'ân'ı Kerim'i baş ucu
kitabı yapmanın, onunla var olmanın, yaşamanın, hükümlerini nefsimizde,
evimizde, ülkemizde tatbik etmenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Dün, ilmihal
kitaplarına sığınıp, Kur'an'ı Kerim'i duvarlara asmanın, ona saygı ile
bakmanın, onu anlamadan, emirlerini yaşamadan seyretmenin, onu " bir
teberrük" gibi taşımanın, koruyup kollamanın bir anlam ve gerçekliği bu
gün bulunmamaktadır.
Ona nasıl ve ne şekil sahip çıkmış oluruz? Elbette ki, onun yüce
hükümlerini, değişmez kaidelerini hayatımıza yansıtırsak , işte, o zaman ona
sahip çıkmış, onu korumuş oluruz. Peygamberimiz (as), Übeyy b. Ka'b'a:
" Sana ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da , ne de Kur'an'ın diğer sûreleri arasında bir benzeri indirilmemiş olan bir sûre öğretmemi istermisin?" diye sordu. Übeyy b. Ka'b: " Olur yâ Resûlallah!" deyince, " Varlığım Kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onun bir benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Furkan ( Kurân-ı Kerîmin sûreleri arasında indirilmemiştir! O, seb'ul mesânîdir. O, bana indirilmiş bulunan büyük Kur'an'dır ( Fatiha sûresidir." buyurdu. ( Tirmizî, Sünen, c.5, s.155-156, Hâkim, Müstedrek, c.1.s. 558 )
Gerçekten, Rabbimize ne kadar şükretsek, ümmet olarak bizlere emri ferman
buyurduğu Kur'an'la ne kadar iftihar etsek, onun emirleri karşısında,
hükümlerine binaen ne kadar Rabbü'l- alemine
temennada bulunsak, vallahi, az olacaktır, kifayet etmeyecektir. Çünkü, bu gün, Kilise'lere, Havra'lara terkedilmiş, ayetleri, bölümleri,
biçimleri, emirleri baştan sona değiştirilen, tebdil ve tağyir edilen kitaplara
bakıp da, hamdetmemek, şükretmemek mümkün müdür? İsa (as)'a vahyedilen
İncil'den, içeriğinden, emirlerinden ne vardır ellerde? İçeriksiz, kof, emir ve
nehiyleri kalmamış, içi boşaltılmış, sadece, Noel günlerinde, Pazar günleri
ayinlerinde, bir de, evlenecek, kartlaşmış insanların yapay nikah törenlerinde,
Papazların " Âmen" sesi duyulmaktadır.
Tevrat'ta öyledir!.. Hz. Musa (as)'dan
tam bin sene sonra yazılan bir Tevrat kitabı ne derece , ne kadar
gerçekçi, hakikat içerebilir? Zaten, görünen odur ki, bu gün, ellerde
dolaşmakta olan Tevrat kitabı, Hz. Musa (as)'a inmemiş, nazil olmamış Tevrat
olup, emirleri itibariyle de, İsrail milletininin üstünlüğünü, üstün ırk oluşunu
anlatan emir ve beyanlarla içerisi
doldurulmuştur.
Hz. Musa (as), ulul-azm bir peygamberdir. Onun hayatında dalavere,
düzen, desise, maddecilik, menfaatçilik bulunmamaktadır. Oysa, bu gün, günümüz
İsrail ülkesine nazar ettiğimiz zaman, dünyanın orasında-burasında bulunan
Yahudilere göz gezdirdiğimiz vakit görürüz ki, zalim kapitalizmin menşei onlar,
Darwinizm'in ataları onlar, yine ehli zulüm olan kömünizm belası da onlarındır. Hatta, temeli ırk esasına dayalı
olan Faşizm denilen kara belada onların eseridir. Sosyalızmde hakeza.. Hal
böyle iken, nerede kaldı Hz. Musa (as)'ın Tevhide dayalı inancı?
Netice olarak;
Tüm bunlara rağmen, aziz
kitabımız, yüce Kur'an; haset, fesat, zulüm, kin, hıyanet, iftira, yalan, hile,
suizan, adam çekiştirme, koğuculuk, kibir, riya, hırsızlık, adam öldürme,
israf, pintilik gibi bütün kötülükleri;
içki, kumar gibi kötü itiyadları nehyeder. Kur'an'ı Kerim, gözü gönlü açık
tutmayı, körü körüne hareket etmemeyi, düşünmeyi, yerleri ve gökleri ve
aralarındaki incelemeyi, ilim ve irfan sahibi olmayı, geçmiş milletlerin ve
memleketlerin hallerini incelemeyi ve bunlardan ibret almayı tavsiye eder.
Onun içindir ki, sabahın seher vakitlerinde camilerimizde, mescidlerimiz
de, evlerimizde okumuş olduğumuz hatimlerin, mukabelelerin anlamlarını da
öğrenip, yaşantımıza taşımalıyız. İşte o zaman, aziz kitabımız, anlamsızlıktan,
anlaşılmadan okunmadan , hükümleri hayata geçirilmeden okunmadan kurtulacaktır. Vallahi, bu temennimiz gerçek olduğu zaman, inşallah olur, kubbesiz
mescidlerin damlarında, evlerimizde nur
efşan Kur'anî sada, emir ve hükümleri
yankı bulacaktır!.. Rabbim! O anları lütfetsin!.. Dualarımızı kabul buyursun!..
Âmin!..
Şerafettin Özdemir/ Hollanda
Yorum Gönder