Kuran'ın Hükümleri Kıyamete Kadar Geçerlidir - 7
" Onlara: Allah'ın indirdiğine ( Kitab'a ) ve Resul'e gelin ( onlara baş vuralım ), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün." ( Nisâ sûresi, âyet 61 )Batılı düşünürlerin sözleriyle bir mevzuya başlamak moda olduğu için, ben de bu günkü yazıma, batılı bir mütefekkir olan Fransız filozoflarından Alexis Louvasonne'nin , peygamberimiz (sav) ve Kur'an hakkındaki bir sözüyle başlamak istiyorum: Der ki: " İnsanlığın hidayeti için Hz. Muhammed'e vahyolunan Kur'ân, hikmetle dolu parlak bir eserdir. Hz. Muhammed'in hakikî bir peygamber ve âlemin mkadderatına hâkim Yüce Varlığın gönderdiği gerçek bir peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur.
Hz. Muhammed cihana öyle bir kitap bırakmıştır ki, bir nâdire-i belagat, bir mecelle-i ahlâk ve bir kitab-ı mukaddestir.
Yeni fennî keşifler yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallonunan veya halline uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâmiyetin esaslarıyla çelişsin! Bizim Hristiyanların Hristiyanlığını tabii kanunlarla bağdaştırmak için harcadığımız çalışmalara mukabil, Kur'ân ve talimatlarıyla tabiî kanunlar arasında tam bir ahenk görülmektedir." ( Alexis Louvasonne)
Bir batı ülkesinde yaşadığım için, zaman zaman, tanış Kilise görevlisi dostlarımla, bir kısım aydınlarla, entelektüel insanlarla din-iman üzerine fikir teatimiz olmaktadır. Emin olun ki, bu insanlar, Kur'an'a hasret, imana hasret kalmış insanlardır. Çünkü; Batı ülkeleri evlerinde, fertlerinde maneviyat, uhrevi düşünceler bulunmamaktadır. Bir Allah'ı inkar, yeniden dirilmeyi kabul etmeme, sekülerizm denilen illet, herkesin beyin hücrelerinin her tarafına, dimağlarına kadar yerleşmiş fikirlerdir.
Sadece düşündükleri, yaşadıkları bir kaç günlük, haftalık eylem bulunmamaktadır. Ye, iç, sarhoş ol, evlen, cinsel ihtiyaçlarını tatmin eyle, tatil yap, iyi arabaya binmekten başka bir husus yoktur. Ama, ne zaman ki, bir düşünürle, bir din adamı ile karşılaştıkları zaman, akıl ve mantıkları ikna edilirse, konuştukları insanı bir daha unutmaları, geri plana itmeleri mümkün değildir.
Zaten, Hristiyan dünyası, Kur'an'ın önünü açmış olsalar, vallahi, hangi kesim insan olurlarsa olsunlar, Kur'an'ın emirleri karşısında pes edip, teslim olduk diyeceklerdir. Ama, ne yazık ki, Hristiyan alemi, bu imkanı Müslüman aydınlara vermemektedir. Onun içindir ki;
Şu alıntımız, Kur'an'ın nasıl bir kitap olduğunu izah etmekte, açıklamakta ve bizlere bilgi sunmaktadır:
" Kur'an İslâm'ı evrenseldir; bütün zamanların ve mekânların dinidir. İslâm'ın bu özelliği, onun her zaman diliminde, çağın getirdiği birikimden de yararlanılmak suretiyle yeniden anlaşılmasını ve yorumlanmasını bir anlamda zorunlu hale getirmektedir.Bazı zamanlar düşünmeden edemiyorum. Niçin Müslüman bilginler yüce Kur'an'a dalıp, imbikten geçirip, emirlerini, hükümlerini, helallerini, nehiylerini, günümüze ictihad yaparak taşımıyorlar diye? Emin olun ki, günümüz dünyasın da olup da, bundan 1200-1000 yıl önceki devirler de olmayan bir görüş, bir soru, bir fikir, bir olgu karşımıza çıkmaktadır. Ne yapalım bu yeni mes'eleler karşısında? Elbette ki, bu yeni mes'eleler, mezhep imamları devrinde yoktu, sahabe devrinde bulunmamakta idi, Resulullah (sav)'in ağzından bu hususta bir mütevatir hadiste bulunmamaktadır. Peki, bizler ne yapalım? Elbette ki, yüce Kur'an karşımızda, sanki, yeniden nazil oluyormuş gibi durmaktadır. Hemen, besmele çekip ona koşmalıyız, onun ilelebet emirlerini inceleyip, bir hüküm, bir fetva bulabilmeliyiz.
Ne var ki bu her zaman böyle olmamıştır. Müslümanlar, özellikle hicrî III. asırdan sonra, ' ictihad kapısının kapandığı ' ya da ' ictihad yapacak ehil kimselerin bulunmadığı' şeklinde birtakım İslâm'ın özü ile bağdaşmayan görüşlerin arkasına sığınarak, İslâm'ın evrenselliğine zarar veren anlayış biçimlerinin içine düşmüşler ve belli bir zaman diliminde oluşan anlayış biçimini evrenselleştirerek daha sonraki asırlara taşıma yoluna gitmişlerdir.
Böylece İslâm, anlayış planında, kısmen de olsa dondurulmuş olmaktadır. İslâm'ın belli bir zaman diliminin özelliklerine göre şekillenmiş olan anlaşılma biçimi, sadece o dönem insanını mutlu kılabilir. Bunu diğer asırlara taşımak, ister istemez, dinin özü ile bağdaşmayan çarpık oluşumlara yol açmaktadır. Çünkü, dondurulmuş olan anlayış biçimi, sosyal değişme olgusu ile izah edilebilecek yeni oluşumlar karşısında yetersiz kalmak durumundadır." ( 1. Kur'ân Sempozyumu, H. Onat, sayfa 426 )
Aksi halde, hayat yaşanmaz olur, zor problemler karşısında ellerimizi oğuşturmaktan başka bir şey yapamayız. O zaman ne olur? İşte, o zaman, fikirler, düşünceler, zihin ve hafızalar durmuş, buz dolabına konulmuş olur. Tabii ki, bundan da, bu tembellikten de Müslümanlar zarar görür, Kur'an'ın yüce hükümleri işlevsiz kalır!..
Netice olarak;
Kur'an'ın hükümlerinin kıyamete kadar geçerli olması için, kolları sıvayıp, alınların, beyin ve dimağların çalışması, zorlanması gerekmektedir. Yoksa, büyük mazinin, Asr-ı Saadet altın devrinin nesilleri olarak, imanın gücünü, aşkın gücü ile sentez yapamazsak, Kur'an'ın takva ölçüsünü referans alarak yarınlara, yeni ufuklara koşmassak, yarın ki nesiller, evlatlarımız bize kahrederler, onlara rehberlik, liderlik, kılavuzluk yapamadığımız için, bizlere beddua üstüne beddua edeceklerdir.
Onun içindir ki, hayat devam ettiğine göre, nefeslerimiz çalıştığına binaen, Allah'a doğru koşmalıyız. Kutlu bir topluluk olarak, 21 nci asrın Müslümanları olarak, iman dolu göğsümüzle, dip diri ruhlar olarak, yarınları fethetmeye, geleceği " İslâm Asrı" yapmaya koşmalıyız.
Vehimlerin, şüphe ve tereddütlerin esiri olmadan, acabalardan kurtulup Kur'an'a koşmalıyız. Çünkü, insanlık bunu istemektedir, çağımız buna hasrettir. Rabbimiz!.. Böylesi kutlu bir yolculukta bizlerin, yâr ve yardımcısı olsun. Selâm ve dua ile..
Şerafettin Özdemir/ Hollanda
Yorum Gönder