islamda ictihad
 İslam'da İctihad Kapısı Kapanmamıştır !
    " Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar, halbuki onu, Resul'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz." ( Nisâ sûresi, âyet 83 )    " Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun." ( Nahl sûresi, âyet 43 )

    İctihad kapısı niçin kapansın? Dip diri ruhlar halinde insanlar yaşıyorken, insan imanla, iman hayatla bütünleşmişken, kutlu bir yürüyüşü ve devamı olan ictihad kapısının kapalı oluşundan bahsetmek, bu hususta illada direnmek abesle iştiğaldir. Çünkü, "ictihad kapısı kapalıdır"  demek, düşünceye, düşünce dünyasına, Müslümanların zihin, idrak, izan ve dimağlarına, çalışma alanlarına pranga vurmak demektir. Bir kere, düşünmeyi, düşünceyi buz dolabına koyup dondurursanız, Müslümanların hayatları sona ermiş, nefes alıp vermeleri bitmiş , nihayete ulaşmıştır demektir.

    Nassların sübûtu veya delaleti zannî  olup, kesinlik ifade etmez veya âyet ve hadislerde çözümü bulunmayan meselelerle karşılaşırsa, reyle ( ictihad ) hareket edileceği, bizzat Rasulullah (sav) tarafından, Muâz bin Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken açıklanmıştır. Hz. Peygamber (sav), Muâz'a  Yemen'de ne ile hükmedeceğini sormuş; Muâz, " Allah'ın Kitabı ile" cevabını vermiştir. Hz. Peygamber (sav) " Allah'ın Kitabında bir hüküm bulamazsan?" buyurunca; " Rasulünün sünnetiyle" demiştir. "Onda da bulamazsan?" sorusuna ise Muaz, " Reyimle ictihad ederim" cevabını vermiştir.

   Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurmuştur:
    " Rasulünün elçisini , Peygamberinin razı olduğu şekilde muvaffak kılan Allah'a hamd olsun." ( Tirmizi, Ahkâm 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Şafii , el- Ümm, VII, 273 )
    Demek ki;  hakkında " açık bir hüküm veya nass/ delil olmayan bir konuda, Kitap ve sünnetin genel hükümlerinden hareketle, Kitap ve sünnetin genel anlayışına  aykırı olmayan çözümler üretmektir. Nihai olarak varılan sonuç doğru da olabilir yanlışta. Ortada kesinlik ifade eden bir şey yoktur. Tüm içtihadlar o çalışmayı yapan âlimin kendisine göre en doğru  olduğunu zannettiği zannı galibidir. Bu durum tüm insanlar için böyledir. Ebu Hanife'nin şöyle dediği rivayet edilir:

    " Bu görüş Ebu Hanife Numan bin Sabitin en son ulaştığı içtihaddır. Benim görüşüm bana göre doğrudur yanlış olma ihtimaliyle beraber. Başkalarının görüşleri de bana göre yanlıştır doğru olma ihtimaliyle beraber. Dileyen alsın dileyen bıraksın " der. Bu insanlar hiç kimseyi kendi görüşlerini kabul etmeye mecbur etmemişlerdir. Onlar, yaşadıkları asrın insanının müşküllerini çözmeye çalışarak o günün fıkhını oluşturmuşlardır.

    Bizler de Allah'ın dinini yaşamak istiyorsak aynı şeyi yapmak zorundayız. Ebu Hanife mezarından kalkıp da bize fetva verecek değildir. Bu nedenle İslam ile hayatı bütünleştirmek ve ona göre yaşamak için problemlerimizi Kur'an ve sünnet ışığında ele alarak bu günün şartlarına göre çözüme kavuşturmak zorundayız. Bu gün yapılması gereken budur. Müçtehit âlimlerin yaptığı gibi . Bizler de yaşadığımız zamanın fıkhını oluşturmak zorundayız.

    Fıkıh din değil, dinden anlaşılan ve hayata aktarılandır. Bu nedenle yanlış anlama ve anlaşılma her zaman mümkün olmuştur. Dünün ve günün doğrularının Kur'an ile sağlamasının yapılması gerekir ki, yanlışların yanlışlığı doğruların da doğruluğu yeniden onaylanmış olsun." ( İktibasdergisi[.]com )

    Hal böyle iken, günümüz dünyasındaki problemler, içinden çıkılmayacak gibi görünen mes'eleler binlercedir, her zamanda alabildiğine birikmektedir. Durum böyle iken ne yapılması lazımdır? Ebu Hanife (ra) döneminde yaşamıyoruz ki, her fetvamızı, içinden çıkılmaz mes'elemizi ona götürelim de, o mübarek müçtehid bir kahve içimliğinde hallediversin.

    Evet, Ebu Hanife (ra) yok ise, onun bizlere bırakmış olduğu izden, çığırdan gitmekte olan yüzlerce, binlerce kariyer sahibi ilim ve Kur'an adamlarımız bulunmaktadır. Yeter ki, alınlar terlesin, çalışmalar yapılsın, çabalar gösterilsin. Yeter ki, Kur'an ve mütevatir sünnet takip edilsin. Maşallah!.. İlahiyat fakültelerimiz, din işleri yüksek kurulumuz, her an, her daim harıl harıl çalışmaktadırlar.

    Tabii ki, bu uğurda çalışma yapan veya yapacak hocalarımız bir kısım taklitçi, gelenekçi zihniyet tarafından tu-kaka dışlanacak, hücumlar yapılacak, zan altında, töhmet altında bırakılacaklardır. Çünkü, geçmişteki büyük müçtehitlerimize aynısını yapmışlardı, onlara da hücumlar edilmiş, olmadık iftiralar, haklarında zan ve uydurmalar ortamı kasıp kavuruyordu.

    Ama, buna rağmen, tüm cahili kesimlerin saldırılarına, hücumlarına binaen, onlar yılmadılar, ölümü göze aldılar, çalıştılar, çabaladılar ve sonunda, "mezhep kuruyoruz" da  demediler ama, bizlere, cilt cilt eserler bıraktılar. Hatta, zindanlara düştüler, aç bırakıldılar, kamçılandılar, tüm bunlara binaen, yılmadılar, hiç kimseye, hiç bir otoriteye " eyvallah" etmediler.

    Ahmed bin Hanbel böyle gitti, İmam Malik aynısını yaşadı, Ebu Hanife'de Hakk'a yürürken, pervasızdı. Evlad-ı Rasule yapılan çirkinlikler karşısında, onlara yapılan haksızlığı, zulmü, baskıyı sinelerine çekmediler. Haykırırcasına, sesleri çıktığı oranda, dünya makamlarını ters yüz ederek, kabullenmeyerek , ehl-i beytin  haklı olduklarını söylediler. Makamları cennet olsun.

    Netice olarak;

    Taklitçilikle dini emirler, Allah'ın emirleri yaşanmaz. Kur'an yerine, mütevatir sünnet yerine, bir takım hurafeleri din diye yaşamak, ümmeti mutlu etmeyecektir ve zaten etmemiştir.

    Çağıl çağıl akan ırmaklar misali, Kur'an'a hizmet eden kahramanlar ortaya çıkmalıdırlar. Hamdolsun, düne göre zamanımız, en verimli, en üretken çağını yaşamaktadır. Dünkü, mızraklı ilmihal bilgileri ile, Karadavut hikayeleri ile, Envarul Aşıkin mev'izeleri ile va'z verenler, bu gün nerdeyse "Kel Aynak kuşu"  misali kalmışlardır.

    Başkanlık, bir kaç yıl içerisinde, büyük bir reforma giderek, bünyesinde yetişen civan mertleri ile, Kur'an konuşup, Kur'an soluklayacaktır. Yeter ki, beşerî idrakimizi çalıştıralım, zaaf ve korkulardan uzak bir şekilde, karşımıza bin türlü engelde çıkmış olsa, mes'elelerimizi, problemlerimizi Kur'an'a götürelim.
 
    Donup kalmış bulunan, düşünce ve düşünce yapılarını buz dolabına hapseden, bir kısım zavallıları da uyaracağız. Onları taklitçilik girdabından, kaosundan kurtaracağız. Özlediğimiz, arzuladığımız selam yurduna doğru şehbal açıp uçmalıyız. Taklitçi bir topluluk olmaktan kurtulup, kutlu birer Kur'an erleri kitlesi olmalıyız. Rabbim!.. Arzuladığımız böylesi muştulu anları, zamanları lütfetsin! Her türlü taklitçilik zilletinden masun ve muhafaza eylesin!.. Selam ve dua ile..

    Şerafettin Özdemir/ Hollanda  

İctihad kapısı niçin kapansın? Dip diri ruhlar halinde insanlar yaşıyorken, insan imanla, iman hayatla bütünleşmişken, kutlu bir yürüyüşü ve devamı olan ictihad kapısının kapalı oluşundan bahsetmek, bu hususta illada direnmek abesle iştiğaldir. Çünkü, "ictihad kapısı kapalıdır" demek, düşünceye, düşünce dünyasına, Müslümanların zihin, idrak, izan ve dimağlarına, çalışma alanlarına pranga vurmak demektir. Bir kere, düşünmeyi, düşünceyi buz dolabına koyup dondurursanız, Müslümanların hayatları sona ermiş, nefes alıp vermeleri bitmiş , nihayete ulaşmıştır demektir.

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *