" O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." ( Nahl sûresi, âyet 89 )
Yazımızın başlığı ilginçtir değil mi? "Müslümanların kafasındaki
Kuran anlayışı. Söz konusu mevzuyu iki dönem için araştırmak, incelemek
durumundayım. Çünkü, aziz kitabımız Kur'an, saadet asrında vahyedildiği gibi
yaşanmış, Emeviyye ile birlikte ise şirazesinden çıkarılarak, emirleri
saptırılmış, böylesi saptırma, ters uygulama günümüze değin gittikçe
yoğunlaşmıştır. Zaten, Kuran'ın emirleri uygulanmış, yaşanmış, evrenselliği korunmuş
olsaydı, bu gün, beşeriyetin ekser kesimi Müslüman olmuş, batılın şerrinden,
musibetinden korunmuş olurdu.
Ama ne acı ki, uydurulan din ile indirilen dini ayırt etmedeki yöntemimiz, indirilen dini (
Kur'an'ı ) ve uydurulan dini ( hadisleri, mezhepleri, şeyhleri )inceleyerek
gerekli delilleri çıkartmaktır. Allah'ın istediği gibi aklı işletmek ve beyyine
yani açık delil üzere olarak mevcut yapı değiştirilmelidir. Bunun aksi körü
körüne taklit olur ki o da bizi karşı olduğumuz yapıyla aynı noktaya götürür.
Uydurmaları açıklayıp dini Kur'an'ın denetimine teslim ederken, adeta
putlaştırılmış, tartışılmaz sanılan
kişilerin hegemonyasından dini kurtarmak gerekir. Bu sağlanmadan Sünni ile
Alevi, Şii ile Hanefi, Şafii ile Caferi kucaklaşamaz. Daha doğrusu herkes
putlaştırdığı, tartışılmaz gördüğü insanlardan dinini kurtarıp, tek tartışılmaz
olarak Kur'an'ı ilan edecektir ki herkes Sünniliğinden, Aleviliğinden,
Şiiliğinden, Hanefiliğinden kurtulup bir tek Müslüman olabilsin." (
tevhidnesli[.]de )
Evet, Asr-ı Saadet devrinde, Kur'ân İslâm'ının hakim kılmak için her
sahabi, say'ü gayret gösteriyor, tüm cahili adetlerin, törelerin, geleneklerin,
yaşam ve yaşantıların bitmesine, evlerin, sokakların, devletin, yasaların,
Kur'an'a göre, Kur'an tarafından olması için, çaba sarfediliyordu. Onun içindir ki, kutlu döneme, kutlu insanlara sahabe, asr-ı saadet,
altın dönem, gül devri , mutlu çağ denilmiştir. Sahabe-i Kiram, hakikat
iklimine doğru kanat açmış, pervaz ediyordu. Uydurmadın, sahte tanrıların
üzerine, küfür ve şirkin üzerine üzerine korkmadan, yılmadan, tedirginlik
göstermeden gidiliyordu.
Manzaraya bakınız ki, 23 yıllık gibi kısa bir sürede, arzedilen tablo
gerçekleşmiş, insanlık arzu ettiği, rüyalarında tahayyül etmiş olduğu mutluluğu
yakalamıştı. Kâbe'nin içerisi putlardan,
pisliklerden temizlenmiş, nefret uyandıran bir tarzda yapılan tavaflar
bitmiş, Beytullah'ın tepesinde , Bilal-i Habeşi'nin yankılı sesi duyuluyordu. " Allahü ekber, Allahü
ekber" nidaları yankı yapıyordu.
Onun içindir ki, " Hz. Peygamber'in sağlığında, ne siyasî ve
itikadî mezheplerden, ne fıkhî-amelî mezheplerden söz edebiliriz. Mezhepler,
Hz. Peygamber'in vefatından çok sonraları teşekkül etmeye başlamıştır. İlk
ortaya çıkan mezhep, Hariciliktir. Daha sonra, Mürcie, Şia, Mutezile gibi
itikadî yönü ağır basan mezhepler oluşmuştur.
Fıkhî mezheplerin oluşumu ise, hicrî II. asra ve daha sonralara
rastlamaktadır. Ehl-i Sünnet ise, Haricilik, Mürcie, Şia, Mutezile gibi büyük
mezheplerin görüşlerini sistemleştirip, Müslümanların çoğunluğundan farklı
olduklarına inanıp farklı oldukları hususları açıkça ortaya koymalarından
sonra, geride kalan, ancak çoğunluğu teşkil eden Müslümanların ve
düşüncelerinin sistemli bir biçimde
ifade edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
Bu haliyle Ehl-i Sünnet'in Haricilik, Şiilik gibi bir mezhep olarak telakki edilmesi, doğrusu biraz zor görünmektedir. Ehl-i Sünnet'in, bir anlamda Hz. Peygamber'in ilk vahyi almasıyla başlayan İslâm toplumunun oluşma süreci doğrultusunda, çeşitli yönlerden ana Bünye'yi temsil ettiğini söylemek mümkündür. ( 1. Kur'an Sempozyumu, H. Onat, sayfa 416 )
Yani, bu gün yaşadığımız ortam , Emeviyye'den sonraya göre daha çarpık,
daha nefret edilecek bir yaşam biçimidir. Mezhep uğruna intihar saldırılarının,
hergün alabildiğince çoğalması, yüzlerce insanın körü körüne ölümleri,
mescidlerin Sünnilik, Şiilik namına havaya uçurulması ,sanırım, yaşanan bozuk düzen ortamı gözler önüne
sermektedir. "Yani Sünni olanlar Ebu Hanife'yi, Şafii'yi, Malik'i, Hanbel'i
kutsallaştırıp, din kurucusu haline getirmekten kaçınmalılar," Ebu
Hanife'yi 99 defa Allah'ı rüyasında görecek kadar büyük insandı.." şeklinde
hezeyanlardan kurtulmalılar.
Bu arada bu mezhep imamlarıyla beraber Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu
Davud ve diğer hadisçiler de eserleriyle Kur'an'ın önünde oluşturdukları
kalabalığa son vermeliler. Şiiler de bizim imamlarımız masumdur, onlar hiç hata
yapmazlar deyip adeta imamlarına Peygamber'in ve Kur'an'ın vasıflarını veren
hareketlerinden vazgeçmeliler, Kur'an dışında kaynak, Peygamber dışında din önderi
tanımamalılar.
Aleviler de kutsallaştırdıkları dedelerini değil, Kuran'ı dini kaynak olarak önlerine almalılar, Peygamber'in soyundan olmanın kimseye bir üstünlük getirmediğini bilmeliler." ( tevhidnesli[.]de)
Netice olarak;
Günümüz Müslümanları acilen, hem de acilen kafalarındaki Kur'an
anlayışını değiştirip, asıl amacına yönelmelidirler. Bilhassa, mezar
başlarından, kabristan kapılarından kurtarıp, ölüleri kurtarmaktan ziyade,
dirileri kurtarma yoluna, yöntemine gidilmelidir.
Elbette, ölmüşlerimizi, ruhlarını Allah'a teslim etmişlerimizi kat'iyyen
unutmayacağız!.. Ama, onlara ücretli, pazarlıklı hatimler, mevlid merasimleri
göndererek değil de, onların ruhları için, ruhlarını taziz etmek için,
sadakalar vererek, bol bol dualar
ederek, Allah'tan mağfiret talep etmeliyiz.
Diğer taraftan, bu gün sokaklarımız da, aileler kavgası yaşanırken,
bizler, Kur'anî emirleri yaşama geçirme yerine, muska, büyü, sihir, fala
bakma, baktırma işlerine yönelirsek, bu
saçma uygulamadan, Rabbimiz razı olmaz, Resulullah (sav) incinir, melekler de
bizar kalırlar. Ayrıca,
Resulullah (sav)'in güncel ibadetlerini az görerek, ibadetlerimize
eklentiler yapılıyorsa, bu da doğru bir uslüp olmayacaktır. Hatta, sevap
yerine, bilakis günah kazanılacaktır. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir/ Hollanda
Yorum Gönder