Akif ve İslam hakkında
Âkif, Allah'a Dayanan, Sa'ye Sarılan Bir Kur'an Eridir.

 " Lâkin bu sefilân-ı beşerden kiminin, var
Kalbinde bir ümid ki encüm gibi parlar
İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür...
 İmansız olan paslı yürek sinede yüktür!" ( M. Âkif ) 

    20 nci asırda yaşamış, Âkif gibi, bir iman dolu, şair daha vardır ki, Pakistan devletinin millî şairi allame Muhammed İkbal'dir. Maalesef, Âkif, kendi çapında kalmış, şanı, ünü, büyüklüğü ülke sınırlarını aşamamışken, İkbal, kıt'alar ötesine uzanmış, kıt'aları Kur'an'la aydınlatmaya çalışmış bir hasbidir.

    Her iki şairin, ortak gayesi insanlığı Kur'ân'la buluşturmak, Kur'an'la tanıştırmak, yobazlığı, taassubu, fanatizmi, geleneksel düşünceleri ortadan kaldırmak olmuştur.  Bilhassa, ülke olarak 20 nci asırda öylesi şairler zuhur etmiş, kendini kabul ettirmiştir ki, ama, kendileri küçücük dünyalarında, mezhep, meşrep, klik, fırka, grup ve tarikatlarının bünyesinde seslerini duyuramamışlardır.

    Kur'an'ın evrenselliğini bir türlü kavrayamamış, girmiş oldukları, bağlandıkları tarikat, şeyh, efendi, üstad , ağabey çıkmazında dolaşmış durmuşlardır. Örneğin, Üstad Necip Fazıl, kendi çapında müthiş bir şairdir. Mert, sözleri kılıç gibi, hitabeleri muazzam , ülkemiz insanının yaşlı, genç ,kadın, kız, kızan herkesin bağrına basmış olduğu bir dehadır. Ama, ne hazindir ki, meşrep taassubunu aşamadığı için, alemi İslam'da yetişmiş kendi dışındaki alimlere, bilginlere, şairlere, ehl-i Kur'ana acımasızca saldırmış, onları itham altında bırakmıştır. 

    Örneğin, Hüseyin Hilmi Işık'ın küçük dünyasında kaybolmuş, bir türlü kendisine gelememiştir. Hüseyin Hilmi Işık'ın, " Seadeti Ebediyye" (!) isimli kitabı bir baştan bir başa okunmuş olsun, basit, cüce, İslâmî olmayan, işkembe-i kübradan sıkılmış fikir ve düşünceler müşahade edilecektir.. Ne diyelim, herkes ameli ile haşrolsun!..


    " Denebilir ki dinamik bir ulûhiyet anlayışı konusunda Akif'e en yakın olan Müslüman mütefekkir, Pakistan'ın manevî kurucusu Muhammed İkbal'dir. Her iki şairde Kur'an'a dayanarak dinamik uluhiyet, insan ve cemiyet anlayışı geliştirmeye çalışmışlardır. Bu bakımdan Asrımızın bâriz hususiyeti olan hareketliliği ve Kur'an'ın dinamik ruhunu en iyi bu iki insanda bulmaktayız.

    İslâm'ın nelere kadir olduğunu- dolayısıyle  dinamizmini- görebilmek için, diyor Âkif, bu dinin doğuş ve kuruluş yıllarında neler başardığına bir göz atmak yeterlidir. İslâm'ı anlamak için günümüz Müslümanlarına bakmak bazan yanıltıcı neticeler doğurabilir."  ( Diyanet Dergisi, 1983, sayı 4, sayfa 5, M. S.  Aydın )
    Gerçekten, bu günkü, İslâmî tavrımız, telakkilerimiz, mülahazalarımız bizleri yanıltabilir. Yani, İslâm'ın doğuş ve kuruluş dönemi ile, 21 asrın içerisinde bocalayan insanların arasında büyük büyük sıkıntılar, problemler, çarpık düşünceler var demektir.

    21 nci asrın insanları, din adına, İslâm ve Kur'ân adına bir takım gelenekleri, atalardan görmeleri dini emirler zannederken, Asr-ı Saadet Müslümanları bu günkü tavırları görmüş olsaydı, vallahi, şirke bulaşmış, şirkin içerisinde bocalayan kitleler olarak göreceklerdi bizleri.
    Tabii ki, bu mes'elede, sorumlu, mes'ul durumda olan insanlar din adamlarıdırlar. Hocalar, Kur'ânî emirleri baştan aşağı ters yüz etmişler, dini emir diye iddia ettikleri hususların hiç birisinin, Kur'an'dan onay alması mümkün değildir.

    ".. Âkif'in gözünde İslâm, insanlık tarihi açısından bakıldığında, en büyük bir medenileştirici  güçtür. Bu güç ve hareketlilik  İslâm'ın özünden gelmektedir. Bu özden nasıl ve niçin uzaklaşıldı? Şüphesiz bunun bir değil birçok sebepleri vardır ki onlar arasından başta geleni, dini bir bütün olarak görmemek ve taklit belâsına gömülerek İslâm'ı yanlış anlamaktır.

    Âkif, Kastamonu va'zlarının birinde bu durumu şöyle dile getirir: " Zaten  yeryüzündeki Müslümanların felâketine belli başlı bir sebep varsa, o da İslâmiyetin bir bütün olduğunu hiç hatırlarına getirmemeleridir. Müslümanlığı bir iki farzı- o da yarım yamalak- yerine getirmekten ibaret sanmak, büyük hataların doğmasına sebep olmuştur. Kur'ân namaz kılmayı, oruç tutmayı nasıl emrediyorsa, yardımlaşmayı, çalışıp didinmeyi ayrılık tohumlarını saçmamayı da aynı şekilde ve aynı kuvvetle emrediyor. Bu sonuncular da ayniyle emr-i ilâhîdir." ( a. g. dergi, sayfa 6 )

    Kılmış olduğumuz namazlar, tutmuş olduğumuz oruçlar bizlere hedef göstermelidir. Hem dünyevi hedef belirlemeli, hem de ahiretimizi kurtarmalıdır. Dünyada iyi bir ictimai toplum düzeni, eşitlik, kardeşlik, kalkınmış, tüm dünya milletlerinin  üzerinde refah içerisinde yaşayan bir İslâm kitlesi.
    Günümüz dünyasında, ABD. ve Batı askerleri İslâm ülkelerini, Müslümanların can ve mallarını koruyorsa, sanırım, kılmış olduğumuz namazların, nevafillerin bir değeri olmasa gerektir.

    İşte, Âkif'in, Anadolu'nun işgali sırasındaki ızdırabı, sıkıntısı, stresi bu idi.. Haçlı sürüleri kamyonlarla, tayyarelerle akın akın üstümüze gelirken, Müslüman-Türk insanı kağnı gıcırtılarının arasında, ayakkabısız, fotinsiz, çorapsız, azıksız, nevalesiz bir şekilde toplu toplu canlarını feda ediyorlardı.

    Netice sonuç olarak;

    " İslâm'ın ve Kur'an'ın bir bütün olarak görülmeyişinden yakınma, son yüzyılda yetişmiş Müslüman ıslahatçıların ortak temasıdır. Bu yakınma, şüphe yok ki, haklı temellere dayanmaktadır. Gerçekten de İslâm dünyasında insanımızın övme veya yerme duygu ve faaliyeti, hemen daima belli emirlerin veya yasakların yerine getirilip getirilmemesine inhisar etmiştir.

    Söz gelişi, namazı ihmal ayıplanmış, fakat alın teri dökmekten kaçınma, toplumun topyekün yararını düşünmeme, yalana, iltimas ve rüşvete tevessül içtimâî adalet duygusunun eksikliği yeterince takbih edilmemiştir. Bir çok Müslüman İslâm'a bağlılığı ve dindarlığı dünyadan el etek çekme ile veya nafile namazla ölçmeye yönelmiştir." ( a. g. dergi, sayfa 6 )

    Bir kaç yıl önce tatilde kendi İlçemde bulunmaktaydım. İkindi namazını Ulu camide kıldım, işimin acele olması nedeniyle tesbih çekmeden dışarı çıkmıştım. Tam kapıdan çıkarken, emekli bir öğretmen ile karşılaştım. Aynı kişi, bana şöyle dedi: " Hocam!.. Bunu sizler yapmayınız. Cemaatlere iyi örnek olunuz. Tesbih çekmeden dışarı çıkılır mı?" dedi. Evet, tesbih çekilmeden dışarı çıkılmazdı. (!).. Çünkü tesbih çekmek, farzın üzerinde farz, İslâm'ın olmazsa olmazı durumuna getirilmiştir.

    Rabbim! Tevhidi, Kur'ânî idrak ve anlayış lütfetsin!.. Çarpık-çurpuk düşüncelerden masun ve muhafaza eylesin!..Selam ve dua ile..

    Şerafettin Özdemir/ Hollanda


Mahmet Akif Ersoy ve İslam hakkında yazılan bu yazımızda, Akif'in hayatında İslam dinine ait kesitler bulacaksınız.

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *