Mübahale Nedir
      Kuran'da Mübahale Olayı
    " Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine  lânet dileyelim." (Âl-i İmân sûresi, âyet 61)
    Mübahale "behl" veya "bohl " kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır; dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsaade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana " bahil " (serbest bırakılmış) diyorlar, duada ise aynı kökte olan "ibtihal" kelimesi yalvarış ve işi Allah Teala'ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır.

    Maalesef; bu mevzuyu seçerken üzülerek, istemeyerek seçmiş bulunmaktayım. Çünkü, bugün, büyük mazinin evlatları,  bir didişme, bir çığlık içerisinde birbirini hırpalamakta, sanki yıkılış ve ezilmişliği sergilemektedirler. Ülke kalkınmışlığı unutulmuş, müreffeh hayat seviyesi bir kenara bırakılmış, Allah'a koşan Müslümanlar olmamız gerekirken, yıkılmış, bitmişliği, ümitsizliği, bitik bedenleri sergilemekteyiz.

     Taraflar, birbirlerinin üzerlerine amansızca saldırırken, daha olmadı Asr-ı Saadetten de misaller vererek mahvetmeye, yok etmeye, sesini, soluğunu, can damarını kesmeğe çalışmaktadırlar.Onun içindir ki, bu acı manzara karşısında, mübahele olayı nedir, ne değildir? onu değerlendirmeye çalıştım.

   " Hicretin 10 ncu yılında Hristiyan heyeti Medine'ye gelmişti. Bu heyet, Hristiyanların seçkin bilginlerinden ibaretti. Bu bilginler, Hz. İsa ve onunla ilgili inançları konusunda, Hz. Muhammed (sav) ile görüşmeye gelmişlerdi. Hristiyan bilginleri, Hz. İsa hakkındaki " Allah'ın oğlu" inançlarını tesbit etmek istemişlerdi. Hz. Muhammed (sav)'de Hristiyanların Hz. İsa hakkındaki bu görüşlerinin yanlış olduğunu, gelen heyete beyan etmişti. Hristiyan heyeti kendi görüşlerinin doğruluğu hakkında ısrar ettiklerinde Allah şöyle buyurdu, vahiy indirdi:

    " Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona " Ol!" dedi ve oluverdi. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Gelin, siz kendi oğullarınızı biz de kendi oğullarımızı, siz kendi kendi kadınlarınızı biz de kendi kadınlarımızı , biz kendi nefsimizi ve sizi çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'ın yalancılar üzerine lanet dileyelim." ( Âl-i İmrân/ 59 ve 61 nci ayetleri) ( İslami Fikir)

    Teessürle belirtelim ki, kör ve sağır dünya, Hristiyan alemi o tarihlerden bu yana, bir milim ileri gitmiş hakikat karşısında teslim bayrağını çekenler olmuşsa ve olmakta ise de, tüm bunlar devede bir kulak misali mesabesindedir. Gerçi, bu konuda Müslümanlarında kabahati yok değildir. Çünkü, Müslümanlar, Kur'an karşısında heybet ve heyecanlarını gösterememişler, taklitçilik, öykünme, hikaye yoluna sapmış durumdadırlar. Zaten, asr-ı saadet Müslümanlarının dim dik duruşlarını, Kur'an'ı haykırmalarını bizler de yapmış olsaydık, bugün, dünyanın veçhesi değişecek, bunalımdan, huzursuzluktan rahata kavuşmuş olacaklardı. 

    Resulullah (sav)'in Necran Hristiyanlarını İslam'a Daveti:
    " Resulullah  (sav) Medine'de olduğu yıllarda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarına ve dini merkezlere adamlar gönderip, mektuplar yazarak insanları İslam'a davet ediyordu. Hicaz ve Yemen sınırlarında yer alan Necran'a da elçi göndererek onları İslam'a davet etti. Necran, Arap yarımadasında bulunan tek Hristiyan bölgeydi, bazı sebeplerden dolayı putperestliği bırakarak Hristiyan olmuşlardı. Resulullah (sav) onların piskoposu " Ebu Haris"e şu anlamda bir mektup yazarak onları İslam'a davet etti.

    " İbrahim, İshak ve Yakub'un Rablerinin adıyla. Allah'ın resulü Muhammed'den Necran piskoposuna. İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un Rabbine hamd ediyor ve sizleri kullara tapmaktan Allah'a tapmaya davet ediyorum. Size Allah'ın kullarının velayetinden çıkarak Allah'ın velayetine girmeye davet ediyorum. Benim davetimi kabul etmezseniz, İslam hükümetine cizye ( vergi) vermek zorundasınız, aksi takdirde sizi tehdid eden tehlikeyle uyarıyorum."( iştekadın.com)

    İşte, Resulullah (sav)'in bu müthiş davet mektubu üzerine, Necran Hristiyanları 60 kişiden oluşan  bir toplulukla Medine'ye gelerek , Peygamberimizle tartıştılar. Tevhid konusu, haça tapınma, İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu iddiası, teslis, domuz eti vb. bir hayli mes'ele karşısında tartışmalar yapılması. Sonunda, Necran heyeti Resulullah (sav)'e: " Sizin sözleriniz bizi ikna etmiyor." kararına vardılar.

   Bunun üzerine, Resulullah (sav): kendisiyle tartışan, cedelleşen ve hakkı kabul etmeyen kimseleri mübahaleye davet etmesi emredildi. Bunun üzerine Resulullah:  " Gelin Allah'a yalvaralım  ve lanetini yalancıların üzerine kılalım" buyurdu.

   Necran Hristiyanları mühlet ve zaman istediler. Medine meydanında toplanacaklar, karşılıklı dua edeceklerdi, lanetleşeceklerdi. Gerçekten, belirtilen saatte, ve yerde görüldü ki, Resulullah (sav), Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hasan'ın elinden tutmuş, Fatıma arkasında ve Ali 'de onun hemen onun arkasındaydı. Tabii, bu arada Necran Hristiyanları meydana yürüyenleri Resulullah'ın etrafındakileri tanımaya çalışıyor, bilgi almaktaydılar.

    " Necran Hristiyanları bu etkileyici manevi sahneyi görünce dehşete kapıldılar. Resulullah (sav) ciğer parelerini, en aziz kimselerini getirmişti mübahale için; masum yavrucuklarını getirmişti. Bambaşka bir heybet ve haşmet vardı gelenlerde; bu hareketiyle sadece kendisini tehlikeye atmayı göz önüne almakla kalmayıp biricik kızını ve torunlarını da getirmişti.

   Hak olduğunda en küçük bir şüphesi olsaydı azizleri ve en çok sevdiği kimseler için Allah'ın azabına razı olmazdı; Resulullah (sav)'in sadece kendisi şahsen Hristiyanların başlarıyla lanetleşmesi gerekirken Ehl-i Beyt'inden en yakınlarında mübahaleye getirmesi davasının hak olduğu içindi. Allah-u Teala herkesin kalbinde karısının çocuklarının sevgisini yerleştirmiştir; öyle ki herkes kendi canını tehlikeye atarak korumaya çalışır, ancak kendisini korumak için onları tehlikeye atmaya razı olmaz; dolayısıyla ayette de ilk önce çocukları, ikinci sırada kadınları ve en sonda da nefisleri zikredilmiştir." (istekadin[.]com)

    Bu müthiş manzarayı gören Necran Hristiyanlarının piskoposu dedi ki: " Ben öyle çehreler görüyorum ki, Allah'ın en büyük dağları yerinden koparmasını, dağıtmasını isteseler duaları hemen kabul olur ve dağlar dağılıverir. Bu nurlu çehrelerle mübahale edecek olursak hepimiz yok oluruz ve Allah'ın azabı yeryüzündeki bütün Hristiyanları kapsamına alabilir ve kıyamet gününe kadar dünyada bir Hristiyan bile kalmaz."

    Bu manzara karşısında Necran Hristiyanları anlaşmayı kabul ettiler. Mübahaleye yanaşmadılar. Peygamberimiz (sav) bu mevzuda şöyle buyurur: " Canım elinde olan Allah'a andolsun ki eğer benimle mübahale edecek olsalardı masholup maymun ve domuzlara dönüşürlerdi ve çölde tutuşan ateşte yanıverirlerdi ve ateşin eteği Necran'a kadar uzanırdı. "

    Netice olarak;

    Mübahale, her zaman, her daim yapılabilir. Ancak, Müslüman insanlar ve kitleler arasında mübahale'nin pelesenk dönmesi pekde hayra alamet olmasa gerektir.

    Çünkü, zaten dökülmüşlüğü yaşayan bir milletin, buna tahammül etmesi, derman yetirmesi mümkün değildir. Elimizde Kur'an gibi bir kitap varken, bizleri musibet ve zillete düşürecek şeylere tevessül edilmesi ne demektir?

    Çünkü, yanı başımızda Irak ve Suriye ülkeleri kan revan içindedirler. Mezhepsel kavgalar, yakmalar, yıkmalar öldürmeler, camii, mescid dinlememektedir. Bizler, tüm bunlardan ibret alarak, adımlarımızı, yürüyüşümüzü, istikametimizi bir müsbete doğru yönlendirmek zorundayız.

    Bu ülke hepimizin ülkesidir. Türkiye'den başka gidilecek, sığınılacak başka bir vatanda yoktur. Suçluda olsak, mücrim de olsak, kul hakkı yemiş de olsak, bu ülkeden başka yere gitmemiz mümkün değildir.

    Onun içindir ki, Başkanlığımız, İlahiyatçılarımız bu mevzularda rol sahibi olmalıdırlar. Kur'an'ı konuşturmalıdırlar. Aksi takdirde, Kur'an konuşmazsa, iş, mes'ele cehlin elinde oyuncak olacak, bilirin, bilmezin dilinde bir o yana, bir bu yana çekilecektir. Elbette ki, bu kaotik manzaradan milletimiz zararlı çıkacaktır. Rabbim!.. Bizlere, bilinç lütfetsin!.. Kısır çekişmelerden, cedelleşmelerden uzak eylesin.. Selam ve dua ile..
    Şerafettin Özdemir / Hollanda

Mübahale "behl" veya "bohl " kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır; dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsaade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana " bahil " (serbest bırakılmış) diyorlar, duada ise aynı kökte olan "ibtihal" kelimesi yalvarış ve işi Allah Teala'ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır.

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *